İslâm dinin akaid ve hukuk sistemlerinde bir takım mezhepler ortaya çıktığı gibi tasavvufî düşüncede de pek çok mektebin ortaya çıktığı bilinmektedir. İlk dört asırdaki tasavvufî düşünce için bazı sûfîlerin temel görüşleri esas alınarak yapılan bu tasnifin yanında bölgelere göre de bir tasnif vardır. Bunları da üç ana grupta toplamak mümkündür:

İslam dinin akaid ve hukuk sistemlerinde bir takım mezhepler ortaya çıktığı gibi tasavvufî düşüncede de pek çok mektebin ortaya çıktığı bilinmektedir. İlk dört asırdaki tasavvufî düşünce için bazı sûfîlerin temel görüşleri esas alınarak yapılan bu tasnifin yanında bölgelere göre de bir tasnif vardır. Bunları da üç ana grupta toplamak mümkündür:

  1. Bağdat tasavvuf mektebi (Mısır-Şam), 2. Horasan melamet mektebi (Nişabur-İran), 3. Basra zühd mektebi. Yalnız şu noktaya temas etmek gerekir ki bu mektepler birbirinden tamamen farklı ve habersiz değillerdir, karşılıklı münasebet ve görüşmeleri, mürid alış-verişleri vardır. Mesela Mısır mektebinin önderi Zünnûn Mısri (Öl. 245/859) şöyle demektedir : «Ey yiğit! Kendin için melamet silahını edin ve onunla adaletsizliği ortadan kaldırmak için çalış, karanlıkları gider'. Melametiler vakitlerini korumak, sırlarım gözetmek üzere Hak k Taala ile beraber olan kişilerdir. Yakınlık ve kulluk namına açıkladıkları herşey için kendilerini kınar, zemmederler, halka kusurlu ve kaba taraflarım gösterir, güzelliklerini gizlerler. Manevî halleri halka karşı bir süs olarak görmek, ahlak ve davranışları onların rızasını kazanmak için yapmak duygusunu terk etmektir. Onlar o kimselerdir k i sırlarını korumayı Hak k Taala üzerine almış, iç yüzlerine dış örtüsünü örtmüştür. Halktan olmak dolayısıyla hak ile beraberdirler. Çarşı pazarda onlardan ayrılmazlar, fakat hakikat ve dost edinmek bakımından Allah ile beraberdirler. İbn Arabi melamiyeye tahsis ettiği Fütûhatu'l-Mekkiye'nin 309. babına şu ifade ile başlamaktadır: «Bu Resülüllah'ın (s.a.) ve Ebu Bekir Sıddık'ın (r.a.) makamıdır. Şeyhlerden Hamdun Kassar, Ebu Said Harraz, Bayezid Bistamî bu makama ulaşmıştır». Devrinin süflilerinden Abdulkadir Geylani'yi de bu makama ulaşmış bir sûfî olarak değerlendiren İbn Arabî ricalullahı üç ana. Grupta toplamaktadır:
  2. Zahitler. Zühd ve dünyadan kalben uzaklaşmaya önem veren, şeriatın kötü gördüğü vasıflardan arınmış abidler. Bunlar hal, makam, ledünni ilim, keşf ve esrar gibi meselelerle meşgul olmazlar.
  3. Sûfîler. Bunlar birinci grupta bulunanlardan daha üstündür. Zühd ve takvada onlar gibi iseler de hal, makam, ilm-i esrar, keşf ve keramet konularında onlardan farklıdırlar. Kerametle kendilerini açığa vurmaları, liderlik ve önderlik yapmaları sebebiyle üçüncü gruptakilerden aşağıdadırlar.
  4. Melamiler. Sahih ilmin sahibi olan Melamiler en üst tabakayı teşkil ederler. İmtiyaz sayılabilecek herhangi bir davranışta bulunmazlar, insanlarla çarşıda pazarda beraber bulunurlar, fakat kalpleriyle sadece Allah'la beraberdirler. Sûfîyede bulunan bazı hal, iddia ve kerametler bunlarda yoktur, meçhuldürler, gizli yaşarlar, dış halleri itibariyle avamdan görünürler. Bunların makam ve menzillerini Allah ortaya çıkarsaydı, insanlar bunları ilah edinirlerdi.

Fakat tasavvuf tarihi açısından melametiye ayrı bir özellik arz etmektedir. Bu belli şekil, usûl, adab-erkan, tekke ve zaviye gibi şeklî hususları ve müesseseleri kabul etmediğine göre bütün unsurlarıyla bir tarikat olarak tarih sahnesine çıkamayacak demektir. Bu vakıayı esas alan hakim kanaat şudur: Melametiye bir tarikat değil tasavvufî bir meşrebdir, bir anlayış biçimidir. Bu meşrep her tarikata belli ölçülerde tesir etmiştir. Her derviş belli ölçüde melamî meşreptir.

Fakat daha sonra ilk melamet horasan ekolünden sonra Anadolu melameti ve sonraki melamî ekol bir tarikat hüviyetine bürünmüş ve melamî anlayışı bunlarda baskın unsur olmuştur.

Melametiye tasavvufî bir anlayış ve meşrep olarak cemiyet hayatının iki önemli sahasıyla ilgilidir: Ahlak ve iktisat. Tasavvufî ahlak yoluyla cemiyetin ahlak yapısına ve anlayışına tesir ederken iktisadî hayatın gelişmesine de müspet yönde etki etmiştir. Melametiye ahlakî sahada alçak gönüllü, mahviyet kar, şan, şöhret ve makam düşkünü olmayan, derunî-ruhanî hallerini gizleyerek gönül dünyasını zenginleştirmeye gayret eden, şahsiyet yapmayan, kınayanın kınamasından korkmayan, doğru bildiğini söyleyen, ihlaslı, samimi ve sağlam karakterli insanların yetişmesine yardım etmiştir. Tenkit ve kınamalardan korkmayan bu insanların açık sözlülüğü fikirlere de berraklık getirmiştir. Bu açıdan ilmî ve fikrî hayatın gelişmesi ile melamî neşe arasında da irtibatlar bulmak mümkündür. Melametiye ile gelen menfi unsurlarda yok değildir. Bu hususlar da şöyle özetlenebilir: Kınanmayı temin düşüncesi bir çok melamîyi dinî emirlere ve yasaklara karşı lakayd ve laubali bir hale getirmiş, bu meşrebi de dinî hayatın uzağına atarak tefessüh etmesine, çökmesine yol açmıştır.