Çiştiyye tarikatı hakkında Türk literatüründe fazla bilgiye rastlamak zor. Lakin bazı silsilelerde tasavvuf erbabına dua okunurken onların da ismi geçmektedir. Nakşibendiliğin çıkış noktası Türkistan olmasına rağmen bize genellikle Hindistan merkezli olarak gelmiştir.

Çiştiyye tarikatı hakkında Türk literatüründe fazla bilgiye rastlamak zor. Lakin bazı silsilelerde tasavvuf erbabına dua okunurken onların da ismi geçmektedir. Nakşibendiliğin çıkış noktası Türkistan olmasına rağmen bize genellikle Hindistan merkezli olarak gelmiştir. Özellikle geç devir Nakşibendiliği böyledir. İmam Rabbani ekolüyle birlikte. Yani Müceddidilik ve Halidilik koluyla. Nakşibendilik en yaygın tarikatlardan birisidir. Kuzey Afrika'da onun konumuna tekabül eden tarikat Şaziliyye olsa gerektir. Elbette Hindistan tarikatların sentezlendiği bir diyardır. Türkiye'de adı sanı duyulan lakin fazla müntesibi bulunmayan tarikatlardan birisi de Çiştiyye tarikatıdır. Sentez tarikatlardan birisidir. Bu ekolün kurucusu Hace Muinüddin Çişti hazretleridir. Hindistan'ın ilk ve en büyük tarikatı olarak nitelendirilen Çiştiyye tarikatının Hint Müslümanlarının manevi hayatında büyük rolü vardır. Hint Müslümanlarının manevi hayatında büyük feyz ve bereketi olan tarikat, XII. yüzyılın sonunda Ecmir'de tekke kuran Muinüddin Hasan el- Çişti tarafından sistemleştirildi ve daha sonra tüm Hint Yarımadasına yayıldı. Çiştiye tarikatı tarihi olarak; 'büyük şeyhler' dönemi, 'taşra hankahları' dönemi, 'Sabiriyye' kolunun dönemi ve 'Nizamiye' kolunun dönemi olarak dört ana evreye ve döneme ayrılıyor. Tarikat, Nizamettin Evliya döneminde merkezi bir yapılanmanın da etkisiyle kısa sürede bütün Hindistan'a yayılmıştır. Çişti tarikatı özellikle Nizamiye kolunun etkisiyle günümüze kadar geldi. Çişti tarikatı ilk dönemlerinde Şeyh Şahabeddin es-Sühreverdi'nin kitabını, tarikatın esas kitabı olarak kabul ediyordu. Gazali'nin İhya gibi kitaplarını da ana kaynak olarak görülmüş ve okunmuştur.

Muinüddin Hasan Çiştî (ö.614/1236) Sicistan'da doğmuştur. Bu yüzden 'Siczi' nisbesiyle de anılır. Çiştî lakabı ise, şeyhi Ebu İshak Şamî'nin Herat yakınlarında yerleştiği 'Çişt' köyüne nisbetledir. Erken yaşta babasını kaybeden Çiştî, Sicistan'ın Guz Türkleri tarafından yağmalanmasından sonra, babasından miras kalan un değirmeni ve meyve bahçesini satıp, kendisini gezginciliğe verdi. Buhara ve Semerkand medreselerinde okuduktan sonra, Belh, Bağdat gibi şehirleri dolaştı ve Irak'a giderken uğradığı Nişabur bölgesindeki Harun kasabasında, Hace Osman el-Harunî'nin cezbesine katılarak, onun müritleri arasına girdi. Daha sonra Bağdat, Nişabur, Tebriz, Evş, İsfahan, Sebzevar gibi devrin önemli merkezlerini ziyaret ederken, devrin tanınmış şeyhleri Abdulkadir-i Geylanî, Ebu'n Necib Suhreverdi ve Necmeddin Kübra ile görüştü. Ecmir'de miladi 1236 senesinde vefat eden Çiştî, dini insana hizmet yolu olarak görmüş, taatin en yüksek biçimini güç durumda olanların sıkıntılarını gidermek, açları doyurmak olarak idrak etmiş, talebelerine, nehir misali cömertliği, güneş misali yakınlık ve sıcaklığı, toprak misali konukseverliği tavsiye etmiştir.

Şeyh Feridüddin Mes'ud (ö.664/1265) ve Nizameddin-i Evliya (ö.726/1325) döneminde Hindistan ve Pakistan bölgesinin en yaygın tarikatı olan Çiştîyye tarikatı, cehrî ve hafî zikir, murakabe, çile ve sema gibi özellikleri barındırır. Şeyh Siracuddin (ö.759/1357)'in döneminde ise Bengal'de yayılan tarikat, kişinin Allah'tan uzaklaşmasına sebep olabileceği düşüncesiyle özel mülkiyete pek önem vermez. Tarikat irşatta şu üç şeye dikkat etmektedir: 'Deniz gibi cömertlik, güneş gibi tatlılık, toprak gibi alçak gönüllülük.' Çiştîlere göre sûfîlerin gayesi, yalnızca Allah için yaşamak olmalı, ne cenneti ümit etmeli ne de cehennemden korkmalıdır. İslam'a yeni giren kişinin bu yeni inancı vesilesiyle edindiği Allah'a yönelik sevgisine mahabbet-i muhibbi, Hz. Peygamber (s.a.v)'in izinden gitme yolundaki cehdinin sonucu olarak geliştirdiği sevgiye mahabbet-i İslamî ve var oluş heyecanının bir sonucu olarak ortaya çıkan sevgiye mahabbet-i has diyerek üçe ayırırlar. Çiştîler, sufîler için geliştirilmesi gereken sevginin mahabbet-i has' olduğunu söylerler.