11 Eylül saldırısı sonrası röportaj veren Yahudi yönetmen Aaron Russo’nun, bir toplantıda Nickholas Rockefeller’in söylediğini iddia ettiği şu sözler dünyada nasıl bir süreç yaşandığının gözler önünde seriyor.

11 Eylül saldırısı sonrası röportaj veren Yahudi yönetmen Aaron Russo’nun, bir toplantıda Nickholas Rockefeller’in söylediğini iddia ettiği şu sözler dünyada nasıl bir süreç yaşandığının gözler önünde seriyor.

Aaron Russo, Nickholas Rockafeller’in dostu olan bir Yahudi’ydi, öyle ki O’na dış ilişkiler konseyinde üyelik teklif etmişti. Russo, 11 Eylül saldırılarından kısa bir süre önce katıldığı bir yemekli toplantıda Rockefeller’in, “Yakında bir olay olacak ve biz Afganistan’ı işgal edeceğiz, Irak’ı işgal edeceğiz ve bunları Yeni Dünya Düzeni’ne entegre edeceğiz. Sonra Venezuala’da Chavez’le uğraşacağız. Ve bunu ortada gerçek bir düşman olmamasına rağmen terörizmle mücadele adı altında yapacağız. Bu bahaneyle Amerikan halkını da kontrol altına alacağız. Yeni Dünya Düzeni’nde her şeyi ve herkesi biz kontrol edecek hale geleceğiz.” dediğini iddia ettikten 6 ay sonra öldü.

11 Eylül saldırıları sonrasında Yeni Dünya Düzeni uğruna başlatılan bir savaşın etkilerini yoğun bir şekilde yaşadığımız günlerdeyiz. Piyon olarak kullanılan örgütler ve ülkelerden daha çok arkalarındaki güce odaklanmamız ve bu savaşta piyon olmamaya özen göstermemiz gereken bir zamandayız.

Bu savaşta kilit taşı olan bir ülke olduğumuzu fark etmek, bu savaşın merkezinin Ortadoğu olduğunu bilmek ve bizim hala direniyor olmamızın burada yaşanan savaşın asıl gerekçesi olduğunu kavramak zorundayız.

Bu savaşın bölgesel değil küresel çapta olduğunu, etkilerinin de küresel olacağını anlamamız gerekiyor. Bundan 10 yıl önce kimsenin adını bile anmadığı bir ülke olan Suriye’nin şimdilerde neredeyse bütün büyük ülkelerin üzerinde hesaplar yaptığı bir ülke durumuna gelmiş olmasını biraz düşünmek gerekmez mi?

Küresel merkezin yıllarca sürdürdüğü düşmanlığın ardından İran’la barışmasını, ilişkileri normalleştirmek için onca çaba göstermesini denkleme katmak gerekmez mi?

Amerika’nın işgal etmek için onca çaba sarf ettiği, onca can verdiği Irak’tan, ülkeyi istikrarsızlığa terk ederek neden çekildiği üzerinde biraz kafa yormak gerekmez mi? İŞİD denilen şer odağının bu istikrarsızlığın bir sonucu olarak bölgede var edilmesi ve kendisine taraftar bulması tesadüf mü?

Bu denklemde bir şekilde yer alması beklenen hemen her ülkenin, Mısır ve Libya iç karışıklık ve darbelerle, Suudi Arabistan’ın petrol fiyatlarıyla oynanarak ekonomik yönden zor durumda bırakılması ve teröre destek veren ülke konumuna sokulmak istenerek tehdit edilmesiyle, bir şekilde denge unsuru olmalarının önüne geçildiğini görmezden gelebilir miyiz?

Avrupa’nın ekonomik krizler, terör ve mülteci problemleriyle uğraştırılmasını, bir nebze Orta Doğu’nun sorunlarına müdahil olmak isteyen ülkelerin ve liderlerin küresel medya vasıtasıyla sindirilmesini, terör olaylarıyla terbiye edilmesini, İngiltere tarafından terk edilmiş olmasını dikkate almamız gerekmez mi?

Bizim üzerimizde yapılan planlar ise artık herkesin malumu. 11 Eylül sonrasında, 2001 kriziyle uğraşan Türkiye’nin çok büyük bir problem olmasını beklemiyorlardı. Ülkenin kısa zamanda kendini toparlaması, ekonomik atılımlar gerçekleştirmesi, yerli silah ve teknoloji kurma adımları, başlangıçta izlediği batı yanlısı politikalara rağmen kendi öz kimliğine dönme çabaları küresel merkezin planlarını aksattığı içindir ki bunca badire yaşadık ve yaşıyoruz.

Tek tek saymaya gerek yok. Onca girişim bir netice vermediği için mutlaka daha ağırlar ve çirkin girişimlerle gelme ihtimalleri çok yüksek.

Bizim ise mümkün olduğunca soğukkanlı olup, meseleleri tek tek çözmeye ve daha fazla güç ve müttefik toplamaya ihtiyacımız var.

Fevri hareketler tam da düşmanın istediği şey olabilir. Bu süreçte müttefik olarak gördüklerimizi bile sürekli kontrol etmeye ve tetikte olmaya mecburuz. Çünkü bulanık olan bu sularda kimin dost kimin düşman olduğu tam seçilemeyebilir.

Bu planların arkasında her hangi bir ülke veya uluslararası kuruluşlar yok. Onlar sadece yararlı birer araçtır. Onlara hâkim olan, onları harekete geçiren karar mekanizması daha derinde. O derinliklere inecek ve hareketleri ülke ve kurumlara bağlamayarak gerçek planlamacıları ve planları analiz edebilecek bir akla ihtiyacımız var.

Özellikle sessiz duran ülkelerin arkasındaki güçlere odaklanmak bize biraz fikir verebilir. Hangileri mi? İsrail ve İngiltere…