HDP VE PKK’NIN AJANDASI

Hemen hemen hepimizin hararetle tartıştığı görevden alınan belediye başkanları konusu, bahsini yaptığım ajandadan bağımsız düşünüldüğü zaman elimiz de kalacak olanın kocaman bir sıfır olacağı kanısındayım.

Gerek çeşitli isimler altında kurdukları partiler ve gerekse onca uzun süreç içerisinde görev almış bütün Milletvekillerine zum yapacak olursak; bölgeye ve bölge halkının sosyolojik, siyasi ve ekonomik bir tek sorununu dahi dile getirdiklerine dahi şahit olmak mümkün değildir.

Bagaj ve ajandalarının son derece kirli ve hatta dışarı sızın kokuların İnsan psikolojisi ve fizyolojisinin dayanabileceği bir sınırda olmadığı da ayrı bir gerçek olarak karşımız da durmaktadır. Özellikle de çözüm süreci safhasın da HDP Milletvekillerinin öylesi açıklamaları oldu ki, bütün Milletin tahammül ve sabır taşını çatlatır cinsten açıklamalardı.

Ve yine uzun zamandır bölgeye ve bölge halkının fiziki, sosyal ve ekonomik durumlarına dair yapılmış sayısız yatırımların da hiçbir karşılığa dönüşmüş olmaması, kin ve nefretin de boyutlarını ortaya koyan çarpıcı bir veri olarak karşımız da durmaktadır.

Bütün bu saptamaları yaparken kafatasçı bir hissiyat ve yaklaşımdan hassasiyetle uzak durmaya çalışmakla beraber, verdiğim ve veremediğim sayısız örneklerin altında ezilmek gibi bir durum ile karşı karşıyayım.

Hiçbir zaman amaç ve gündemlerin de Türkiyeli olmak, Türkiyelileşmek, bu toprakların asli unsuru olmak gibi bir amaç ve hedef içerisinde olmayan bu yapılanmalar, KCK oluşumu ve çalışma sistematikleri ile açıkça ortaya koymuşlardır.

İnsan hakları, hukuk ve Demokrasi üzerinden yürünmeye kalkındığın da küstahlaşmak ve şımarma çıtasını yükselten, güvenlik politikaları ile karşılık gördüğü zaman Hürriyet, barış, Demokrasi ve İnsan hakları gibi toplumun geniş kesimlerinin hassasiyet duyduğu kavramları dibine kadar istismar eden yapılanmalardır.

Hiçbir inandırıcılığı olmadığı gibi ne devlet ve ne de Milletin kahir ekseriyeti tarafından son derece güvensiz bulunan bu yapılanmalar, ABD ile aynı yatağa girip üstelik bir de bu topraklar üzerinden fantezi hayalleri kurdukları ise, bir başka dışarıya sızan kirli bağaj kalıntıları arasındadır.

Türkiye, İran, Suriye ve Irak üzerinde ki yapılanmalarının bütün boyutları ele alındığı zaman görülecektir ki mesele asla üzüm yeme ameliyesi değildir.

Elbette Türkiye bir hukuk devletidir ve bir hukuk devleti de adalet anlayışından sapma gösteremeyeceği gibi, bu özelliğini de her fırsatta tüm tebaasına da göstermesi gerekmektedir. Bu anlam da görevden alınan tüm kişilerin bir an evvel hukuk karşısına dikilmeleri, soruşturma ve kovuşturma safhaları da geciktirilmeden devreye sokulmalıdır.

Mevcut durumun oluşmasında ve ya çözüme kavuşturulmasında en büyük etken yine adalet ve hukukun kendisi olacağı göz önünden kaçırılır bir olgu değildir. Geçmişin yanlış siyasi uygulamaları kadar yapılan büyük hukuki hataların katkısı azımsanır gibi değildir.

Nasıl ki mevcudun etkenleri arasında siyasi ve hukuki hatalar etken ise, düzeltilmesi ve ıslahı noktasında da yine başat aktör siyaset ve hukukun kendisi olmalıdır.

Bıkmadan, usanmadan, inatla ve ısrarla hukuk ve adalet demeye ve bütün bunların uygulama safhasında ise gevşememeye de ayrı bir hassasiyet göstermemiz gerektiği, çözüm sürecinde ki acı tecrübelerimizle kulaklarımıza küpe olmalıdır.

Her türlü uygulamanın adalet süzgecinden geçirildiği, tüm sosyal katmanların hassasiyetlerinin öncelendiği bir uygulamanın hayati bir rol oynayacağı unutulmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti kendi bekasına dair her türlü kirli ajanda ve planlara karşın uyanık olmakla beraber, müdahale etmede ki haklılığını ve meşruiyetini elbette kullanacaktır. Arada ki tek hassasiyet, yapılacak her uygulamanın hak, hukuk ve hakkaniyet ilkeleri içerisinde kalmasıdır.