HAYIR, ÖYLE DEĞİL !

Hasan Ali Yücel’in 1938 yılında yayınlanmış bir kitabı var: İçten ve Dıştan adını taşıyor. Bu kitabın bir yerinde şöyle bir anekdot aktarılıyor: “Dervişe sormuşlar: Niçin böyle üstün başın perişan? Neden böyle pis geziyorsun? Derviş cevap vermiş: İçimi temizlemekten vakit bulup da dışımı düzeltemiyorum”.

Hasan Ali Yücel bu anektodu aktardıktan sonra şöyle bir cümle kullanıyor: “Bize rüştiyede o dervişi ahlak nümunesi olarak anlatırlardı. Onun gibi olmamızı bize telkin ederlerdi”. Daha sonra zehrini kusuyor ve diyor ki, “Hakikatte gördüğümüz örnekler biraz böyleydi. O zamanki hocalarımın, yakası yağlı ceket ve paltolarını bugün yıpranmış haliyle hafızamın kuytu bir köşesinde bulmaktayım. Defterlerimizdeki hataları düzeltmek için yakınımızda kalem tutan zifirli parmakları ve kirli tırnakları aynı tiksinti ile şimdi de görüyorum”.

1938 yılında yayınlanmış olan bu kitaptaki müptezel satırlar kim bilir kaç gencimizi zehirledi. Bu satırları okuyan nice genç dimağlar, İslam’a ve sevgili peygamberimize şifa bulmaz düşmanlık tohumlara teşne oldu.

Yazık, çok yazık.

Bu kitabın yazarı olan Hasan Ali Yücel kimdir?

Tek partili dönemin Milli Eğitim Bakanı.

Köy Enstitülerinin kurucusu.

Yani herhangi biri değil.

Komünizm propagandasının yapıldığı ve milletimizin ahlaken çökertildiği Köy Enstitüsünün kurucusu olan Yücel’in satırlarına bakalım:

Diyor ki, Dervişe “Neden pis geziyorsun?”.

Öncelikle ifade edelim ki, derviş “pis” gezemez. Şayet Yücel’in sözünü ettiği derviş, İslam’a aitse yani Müslümansa asla pis gezemez.

Bir hatırlatma yapalım, Hasan Ali Yücel ve onun gibi düşünenlere:

Sevgili peygamberimiz hayatı boyunca insanların hatalarını yüzüne vurmazdı. Şayet birinin hatası ve kusurunu görürse onu toplum içinde mahcup etmeyi tercih etmez, genele hitap ederek dolaylı olarak ikazını yapardı. Bir gün ashabıyla sohbet yaparken içeriye saçı-sakalı karışmış biri girdi. Sevgili peygamberimiz o ana kadar yapmadığı bir şey yaptı. İçeriye giren ve saçı-sakalı birbirine girmiş kişiye işaret ederek “çık dışarı ve saçını-sakalını düzelt öyle gel” buyurdu.

Bu örnekten şunu anlıyoruz: bir insan özellikle Müslüman pejmürde olamaz, olmamalıdır. Bizim yegâne rehberimiz sevgili peygamberimizdir.

Şimdi Yücel’in verdiği örneğe bakalım. Böyle bir derviş olabilir mi? Diyelim ki, böyle kendini derviş zanneden biri oldu, bu genele teşmil edilir mi? Bu tür paspal, pejmürde ve pis kılıklı insanlar olsa olsa sadece kendini “derviş” zanneder. O kadar.

Milli Eğitim Bakanlığı yapmış birinin kurduğu cümleye bakınız: “O zamanki hocalarımın, yakası yağlı ceket ve paltolarını bugün yıpranmış haliyle hafızamın kuytu bir köşesinde bulmaktayım. Defterlerimizdeki hataları düzeltmek için yakınımızda kalem tutan zifirli parmakları ve kirli tırnakları aynı tiksinti ile şimdi de görüyorum”.

Hem hoca olacak hem de “yakası yağlı ceket giyecek” öyle mi?

Hem Müslüman olacak hem de “kalem tutan zifirli parmakları ve kirli tırnakları olacak” öyle mi?

Namaz kılan birinin parmakları “zifirli” olur mu? “Kirli tırnakları” olur mu?

Yücel’in bu satırları bana Avrupalıların Harem hakkında yazdıklarını hatırlattı. Bilirsiniz “harem”, Müslümanlara mahsustur, hususidir ve kişiye özeldir. Avrupalılar da haremi çok merak ediyorlar. Bu meraklarını gidermek maksadıyla Avrupalı bir kısım yazarlar kendi hayallerini dikkate alarak harem ile ilgili kitaplar kaleme almışlardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında dönemin zihniyeti icabı “Avrupa” idealize edildiğinden oradaki bu tip cüruf bilgiler genç nesillerimizin beyinlerine boca edildi.

Ve şimdi biz 80-90 yıldır gençliğimizin kirletilmiş zihinlerini temizlemeye çalışıyoruz.

Temizlik yapmak inşa etmekten zordur.

Bu vatan bizim ve bu gençlik bizim geleceğimizdir.

Gençliğimize sahip çıkan kuruluşlara sahip çıkalım.

Derviş, pis değil mütevazı olur.

Mütevazı derviş olur.