UZUN uğraşlardan sonra kendisine ulaşmıştım. Her nasılsa izini kaybettirmiş, kendisini kendisiyle baş başa bırakmıştı. Hem dünyadan, hem de dostlarından el etek çekmişti.

UZUN uğraşlardan sonra kendisine ulaşmıştım.

Her nasılsa izini kaybettirmiş, kendisini kendisiyle baş başa bırakmıştı.

Hem dünyadan, hem de dostlarından el etek çekmişti.

Bu bir kızgınlık ya da kırgınlığın neticesi miydi yoksa kendini arama ve bulma yolculuğunun başlangıcı mı, inanın bilmiyorum.

'NASILSIN?' diye sordum.

Aldığım cevap beni iliklerime kadar titretmiş ama yine de tam bir anlam verememiştim.

'Hayal edemeyeceğin kadar yalnızım.'

Bu ne demekti?

İnsan yalnızlığın derelerine yuvarlandığını bu kadar net ve keskin bıçak gibi dümdüz nasıl ifade edebilir, bir fikrim yok.

Ama cevap buydu.

İRDELEDİM elbette.

'Her insan yalnızdır.' dedi. 'Bakma sen kalabalıklar içerisinde sürüklenip gittiğine. Aldırma çevresinde pervane olanların varlığına. Her dediğinin dinlenildiğini sanmasına. Sevdiğini bilmesine, sevildiğine inanmasına. Her insan aslında dibine kadar yalnızdır.'

İnanasım gelmedi.

Çünkü sosyal çevresinin ne kadar fazla, gösterilen hürmetin ne kadar samimi olduğunu yıllar yılı gözledim. Ağzından çıkan bir çift sözü kanun hükmünde gören nicesine tanık oldum. Ondan çözüm bulmak için nefessiz iki dudağına bakanların çokluğuna şahidim.

Yine de böyle demesi şaşılacak bir şey.

'Hayal edemeyeceğin kadar yalnızım.' sözünü hayatın kıyısında yaşayan, topluma karışmayan, kendi derununda hayat süren birisi söylemiş olsa 'Eyvallah' diyerek kabul edeceğim ama öyle değildi.

Dolayısıyla beni bir müşkül ile baş başa bıraktı.

'Yalnız doğar ve yine bir başına ölürüz' dedi hayretle baktığımı fark ettiğinde.

'Onlarca kişiyle aynı sofrada oturup yesek bile lokmalarımız sadece bize aittir.

Topluca gezilere çıksak ve aynı ufka baksak, aynı manzarayı seyretsek bile yine gördüğümüz sadece bize aittir.

Yalnız bize ait.'

Tiyatro perdesini açıp seyrettiğiniz oyun ilerledikçe konuyu kavrar gibi bir hal olmuştu bende.

Üzerinde düşündüğüm zaman söylediklerinin tümüyle hakikat olduğuna kani olmaya başladım.

HEPİMİZ yalnızız bir bakıma, evet.

Bir aile içinde dünyaya geliriz, toplum içinde kalabalıklarla beraber yaşarız ama yalnızız.

Bir otobüste onlarca kişiyle birlikte aynı istikamete seyahat edebiliriz ama en azından her birimizin ineceği durak farklıdır.

Yastığa başımızı koyduğumuz vakit çektiğimiz vicdanî sızılarımız yine bize mahsustur.

Hayallerimiz, arzularımız, kırgınlıklarımız, acılarımız sadece bize özeldir.

Başkaları bunu paylaşırlar, azaltmaya çalışırlar, destek sunarlar ama kök bizdedir.

Yangın bizim ruhumuzdadır.

Diğerleri tüten dumanın azlığını veya fazlalığını görürler.

O da elbette bizim ne kadar yansıttığımıza bağlıdır.

Gösterdiğimiz kadarı görülür, ifade ettiğimiz kadarı bilinir.

Çoğu defa bu yaşanılanın çok azına tekabül eder.

YALNIZLIK bir çağrıdır aslında…

Geri dönüş çağrısı.

Dünya ve dünyalık heveslerden geriye dönüş çağrısı.

Hakikate vasıl olup vuslat-ı yar etmek için bir davet.

Yalnızlığımızı giderebileceğimiz doğru istasyonları bulabilmemiz için altın fırsat.

Bu çağrıyı kavrayamayanlar yalnızlıklarını giderebilmek için çoğunluğa karışırlar ama dertlerine deva buldukları pek söylenemez.

Sosyal yaşam içinde eriyip gitmek, gülüp eğlenmek kalbimizde harlanmış ateşi söndürmüyor ki!

Sadece bir müddet için üstünü örtüyor, küllendiriyor.

Ama o öz içimizde içten içe yanmaya devam ediyor.

UYKUSUZ bir gece ile sabaha muhabbetin gergefinde dolaşarak ulaştık.

Közde demlenen bir çay ve kuru bir ekmek ile iki zeytinle yaptığımız kahvaltıdan sonra 'Destur' isteyip yalnızlığını daha fazla bölmemek için yanından ayrıldım.

O ise kuşluk niyazına durdu.

Duyduğum son cümlesi şuydu:

'Hayal edilemeyecek kadar yalnızım.

Şükür ki, Rabbim bir o kadar Seninle doluyum.'

Kalbimde devinmeye başlayıp kendisini dilime vuran duygu şu oldu:

'Can kurban böyle yalnızlığa, can kurban!'

Ya Selam!