Bir hatırtlatma yapmak istiyorum. FETÖ'nün Hakimleri, savcıları, polis, asker, gazeteci, yazar ve iş dünyasının karakteristik yapılarına dair. Aslın da farklı meslekler olmalarına ve hatta birbirleri ile hatırı sayılır bir mesafeye sahip olmalarına rağmen birbiri ile akıl almaz şekilde yakın ve içiçelik göstermekteydiler.

Bir hatırtlatma yapmak istiyorum. FETÖ'nün Hakimleri, savcıları, polis, asker, gazeteci, yazar ve iş dünyasının karakteristik yapılarına dair. Aslın da farklı meslekler olmalarına ve hatta birbirleri ile hatırı sayılır bir mesafeye sahip olmalarına rağmen birbiri ile akıl almaz şekilde yakın ve içiçelik göstermekteydiler.

Farklı ve çok farklı iş, meslek ve meşguliyet arz eden bir meslek ve uğraşı sahipleri, bir torna makinesinden çıkmış gibi aynı karakteristik özellikleri özenle korumuş, üstlenmiş ve hayatın her alanında pervasızca sergilemekten de imtina etmiyorlardı.

Üsttenci ve emredici bir bakış, üslup, tavır ve tutum bütün maddi ve manevi dünyalarını kuşatmış ve bu psişkolojik sakatlıkları dolayısıyla dokundukları herşeyi kasıp kavuruyor kendileri gibi düşünmeyen, inanmayan ve uygulamayan herkes ve herşeyi oyunun değil bizatihi hayatın dışına atıveriyordu.

Neydi o Zekeriya Öz'ün tanrısal hal ve tavırları !? Hele hele piyasaya sürüldüğü zaman kırklı yaşlarını henüz aşmış ve dolayısıyla genç, dinamik ve gücün şarhoşluğunu damarlarının en ücra köşelerine varıncaya kadar teslim almış ve etmiş bir karakter vardı ülkenin önünde.

Öyle ya özel yetkili kılınmış ve herşeyin üzerinde terör estirmeye dair özel yetiştirilmiş, bütün hücrelerine varıncaya kadar özel yüklemeler yapılmış, ve bir sürü özeli bünyesinde barındıran bir mekanik yapı ile karşı karşıyaydı ülkemiz.

Şefkat ile, empati ile, merhamet ile, saygı ile bağıntı kuracak tüm parametlerin itlaf ve insani bütün özellikleri bir ur kabilinden sökülüp ve dahi kesilip atılmış vahşet bir prototip...

Ezmeye, en sert ve en acımasız şekilde cezalandırmaya programlanmış bu mekanip biyoloji (!) makam aracından iniş ve biniş tarzına bakıldığı an ne ve nasıl bir kurgu ile karşı karşıya olduğumuzu açık etmeye yetiyor ve artıyordu bile.

Anımsayın Mehmet Baransu'yu! Bütün TV'lerin baş aktörü ve önüne gelen herkese parmak sallayan, terbiye etmeye yetkili, ehil ve görevlendirilmiş bir gazeteci zabıtası gibi nasıl özel, değerli, kutsanmış bir kişi olduğuna inandırılmış ve bunu da iliklerine varıncaya kadar kanıksamış bir harcama ve öğütme profili duruyordu ülke önünde.

'' Bu ülke de beni tehdit edecek, edebilecek bir Allah'ın kulu henüz yaratılmadı '' diyecek ve bunu bütün ekranlarda ve de avazı çıktığınca bağırıp haykırarak deklere eden Baransu, küresel Tanrıların gölgeleri altında yerel bir Tanrıyı oynuyor oluşunu en pervasız şekilde gözlerimizin içine içine sokuyordu.

Hele o akademisyenleri ! herşeyi sadece biz biliriz zira hak, hukuk, doğru, ahlak ve ilke salt bizlerin tekeli altındadır ve var olan herkes ve herşeyin bize tabi olması Tanrısal bir emrin gereğidir! kabilinden aynı üsttenci bir deklerasyon olarak her saat başı beyinlerimize enjekte ediliyordu. Ya onlarındık ya da kara toprağın...

Hele mahkemeye hakim olarak atanmış diğer mekanik tipler! Onların ortaya koydukları karakter, bahsini yaptıklarımızdan farklı mıydı !? Ne mümkün ? Mahkemeyi kendilerine mülk edinmiş, kendilerinden ötesinin mümkün olmadığına öylesine inandırılmışlardı ki adeta iman esaslarından yedincisi de bunu kapsamaktaydı..!

İş adamları, sanayi kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve onların başlarında ki başkanların da yine Tanrısal bir gücün doğal tezahürü ( Halife ) oluşlarından kaynaklı emrecidi tavır ve tutumları ve itirazın mümkün olmadığı talep ve istekleri, torna makinesinin aynı karakteristik özelliğin, bir kez daha gözlerimizin önüne ve içine sokuluşunu sahneliyordu.

Gözleri dönmüştü gözleri. Akıl, tefekkür, izan, hukuk, ahlak, adalet gibi değerler ile ilişki kurmak akıllarının kıyılarına dahi uğramıyordu. Öyle ki onlar özel seçilmiş, kutsanmış, yalan ve yanlıştan azade kılınmış ve yıllardır özenle saklanmış ve vakti geldiği için hayatın önüne ve tam orta yerine monte edilmiş özel sürüm imalatlardı.

Herkesin ve herşeyin illaki ve mutlaka bu sistem ve aktörlerine tabi olmayı zorunlu kılmaktaydı. Tanrısallık, ruhaniyet, kutsanmışlık ve dolayısıyla hatasızlık gibi özellikleri dolayısıyla böylesi bir beklenti ve üsttenci tavrın içerisinde olmaları hem en doğal hakları ve hem de itirazı kabul ve mazur görülebilir bir davranış olması da mümkün değildi.

Onlar, özel seçilmiş, özel yetiştirilmiş ve dolayısıyla altın bir nesildi. Hiç istisnasız herkesin bu daire içinde kalması ve tavaf etmesi de kendilerinin hem dünya ve hem de ahireti garanti etmelerinin tek geçer biletiydi.


Ölüm ölmüştü önlerinde !
Herşey onların etrafında dönüyordu. Gücün sarhoşluğu bile değildi onları tanımlayan zira onlar gücün bizatihi kendileriydi.
Emir sadece demiri mi kesiyorsu !?
Bu kutsal lider, kutsanmış haraket ve elbette onların havarilerine bir tek kulun itirazı bile tahammül göterebilecekleri bir hata, yanılgı ve günah (!) değildi.

Güç onlardı, onlarındı ve bunun aksi mümkün değildi!

Geldikleri ve düştükleri nokta ve durum itibarıyla Kuran'ın konu edindiği Nuh kavmi, Ad kavmi, Semud ve diğerlerinden farklı değiller.

Hülasa !

Ne kadar canlı, dinamik ve üstelik güncel bir ibret vesikası değil mi !?
Diliyor ve umud ediyorum ki herkes ve hepimiz payımıza düşen ibreti alırız...