Hatiboğlu’yla özdeşleşen dini tenkitçiliğin dinimizin hemen her sahasını reforma açık hale getirdiğini iki yazıyla ortaya koyduktan sonra, yine onun vahy-i gayr-i metlüvü inkâr edişini konu almış...

Hatiboğlu'yla özdeşleşen dini tenkitçiliğin dinimizin hemen her sahasını reforma açık hale getirdiğini iki yazıyla ortaya koyduktan sonra, yine onun vahy-i gayr-i metlüvü inkar edişini konu almış, vahy-i gayr-i metlüvün yüce dinimizdeki yerine dikkat çekmiş ve bu tavrın (vahy-i gayr-i metlüvü inkarın) Hz. Peygamberin (s.a.v.) nübüvvetini, hissî ve gaybî mucizelerini inkar anlamına geldiğini ifade etmiştik.

Bu yazımızda ise Hatiboğlu'nun, vahy-i gayr-i metlüvü inkarının tabi bir neticesi olarak, Hz. Peygamberin (s.a.v.) sünnet ve hadislerini de inkara sürüklendiği gerçeği üzerinde duracağız. Hususen de fiten hadislerinin Hz. Peygamberden (s.a.v.) sonra uydurulduğu iddiasına cevap vereceğiz.

I- FİTEN HADİSLERİNİN MANASI, KAPSAMI VE KEYFİYETİ

Fiten hadisleri deyince ne anlaşılmalıdır? Önce bunun üzerinde durmalıyız ki, Hatiboğlu ve onun gibilerin 'uydurma' dedikleri bu hadislerin inkarının hangi maksada matuf olduğu, keza nasıl bir vahamet ifade ettiği tam olarak anlaşılabilsin.

Fiten, fitne kelimesinin çoğuludur. Fitne, Kuran'da en genel manada 'insanın sabrını ölçmeye yönelik ilahi imtihan' anlamındadır. Hadis literatüründe ise çoğulu olan fiten kelimesiyle birlikte 'İslam toplumunda çeşitli dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan sosyal kargaşa, anarşi, iç savaş ve kıyametten önce zuhur etmesi beklenen alametler'i ifade etmek için kullanılmıştır.

Hadis kitaplarındaki bölüm başlıklarından biri de 'Fiten'dir.

Mesela Buharî ve Tirmizî, müslümanlara zarar veren ve onları Allah'ın yardımından mahrum bırakan her tür olay ve iç kargaşadan, düşmanla yapılan silahlı mücadeleden, ayrıca kıyamete doğru vukuu beklenen alametlerden söz eden bütün hadisleri eserlerinde 'Kitabü'l-Fiten' başlığı altında nakletmişlerdir. Müslim ise aynı muhtevadaki hadisler için 'Kitabü'l-Fiten ve Eşrati's-Saʿa' başlığını kullanmıştır.

Hadis külliyatının konuyla ilgili bölümlerinde, Hz. Peygamber'in kıyamete kadar zuhur edecek olan bütün fitneleri haber verdiği (Buharî, 'Fiten', 25; Müslim, 'Fiten', 22-25; Tirmizî, 'Fiten', 24), fitneye karışacak 300'den fazla kişinin adını, nesebini, kabilesini bildirdiği (Ebû Davûd, 'Fiten', 1) ve ümmetinin nerelere kadar hükümran olacağına muttali kılındığı (Müslim, 'Fiten', 19; Ebû Davûd, 'Fiten', 1; Müsned, V, 278, 284) yolunda rivayetler yer almaktadır. Ayrıca Resûl-i Ekrem'in toplumun yaklaşan fitnelerden nasıl etkileneceğini, bu fitnelerin Medine evlerinin arasına yağmur gibi yağıp deniz dalgaları gibi yayılacağını, her tarafı gecenin karanlıkları gibi saracağını belirttiği ve her fitnenin bir öncekini aratacağını, bu yüzden hayatta olanların kabirlerdekilere gıpta edeceklerini ifade ettiği zikredilmektedir (Buharî, 'Fiten', 4, 6, 17, 23; Müslim, 'Fiten', 1, 9-13, 26-28, 53-54; Ebû Davûd, 'Fiten', 1, 2; Tirmizî, 'Fiten', 27, 60). Aynı eserlerde Hz. Peygamber'in, müslümanların fitne dönemlerinde sabır ve teennî ile hareket etmeleri ve imkan nisbetinde kalabalıklardan kaçınmaları gerektiği yolundaki tavsiyelerine de dikkat çekilmektedir (Ebû Davûd, 'Fiten', 3; İbn Mace, 'Fiten', 3, 10, 12, 24).[1]

II- HATİBOĞLU'NUN FİTEN HADİSLERİNİN UYDURULDUĞU YÖNÜNDEKİ İDDİASI

Hatiboğlu fiten hadisleri hakkında şunları söylüyor:

'Hz. Peygamber'in vefatlarından sonraki hadiselerin müslümanlar üzerinde yarattığı dehşet havasının, bu musannefatın bilhassa fiten ve eşrat-ı saat bölümlerini dolduran malzemesinin ekseriyetini ortaya çıkarmış olduğu kabul edilebilir. Peygamber'in mahrem-i esrarı olarak yad edilen Huzeyfe ibn el-Yeman'a atfedilmiş şu sözlere bakalım, güya şöyle demişler: 'Vallahi bu zamanla kıyamet arasında vukû bulacak her fitneyi en iyi bilen benimdir. Bu da ancak Hz. Peygamber'in bana sır olarak söylemesi sayesindedir ki benden başkasına bildirmemiştir.' (Müslim, 4/2216, r.7262; Nu'aym ibn Hammad, r.3; Buharî, r.6604; Ahmed, 5/385, 389, 401)

Başka bir vesileyle kendisine 'Bana Hz. Peygamber, kıyamete kadar olacak her şeyi bildirdi. Ben de her şeyden sordum, ancak Medinelileri Medine'den kimin çıkaracağı sorusu kaldı.' (Müslim, 4/2217, r.7265) dedirtilmiştir. Bu çeşit haberlerin hangi sahalara kadar teşmil edilebilmiş olduğu, hadîs kitaplarından hayretle takib edilebilir.' (Mehmet Said Hatiboğlu, İslami Tenkid Zihniyeti ve Hadis Tenkidinin Doğusu, Otto Yayın, Mart 2016, sh:60-61.)

Görüldüğü gibi bu satırlarda Hatiboğlu hadis kitaplarının, içinde kıyamet alametlerinin de yer aldığı fiten bölümlerindeki hadislere 'hadis' değil, 'malzeme' demekte ve bunların Hz. Peygambere (s.a.v.) ait olmayıp sonradan uydurulduğunu iddia etmektedir.

Bununla birlikte bu 'hadis uydurma (!)' işinin failini de zikretmemektedir.

Hz. Huzeyfe'den (r.a.) hadis rivayet eden diğer sahabiler mi, tabiîn nesli mi, hadislerin tedvininde en büyük hizmeti üstlenen teba-i tabiîn mi, yoksa hadis külliyatlarının oluşturulduğu tasnif döneminin güzide muhaddisleri mi bu korkunç cürmü işlemekle suçlanıyor, belli değildir.

Yani bu nesillerin hepsi de töhmet altında bırakılmaktadır. Bu son derece insafsız bir tutumdur.

Sahabe, Allah Resulünün (s.a.v.) 'Her kim benim adıma bilerek yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın' (Müslim, Mukaddime, 2) şeklindeki ihtarına muhatap olan ve bunu bize aktaran nesildir.

Bu hadisin tehdidi ortadayken onların hadis uydurabileceğine ihtimal vermek selim bir aklın harcı olamaz.

Enes b. Malik (r.a.) 'muksirûn' denilen, binden fazla hadis rivayet eden sahabiler içinde üçüncü sırada yer almasına rağmen, 'Beni size çok hadis rivayet etmekten alıkoyan şey Allah Resûlünün (s.a.v.) şu sözüdür' diyerek bu hadise işaret etmiştir.

Sahabe neslinin Allah ve Resulüne sadakatteki, Kuran ve Sünnete bağlılıktaki hassasiyeti her türlü takdirin üstündedir. İslam'ın sonraki nesillere asliyeti bozulmadan aktarılmasındaki kilit nesil sahabe neslidir. Kısacası bu din kıyamete kadar 'sahabeye duyulan güven' üzerine kaim olacaktır diyebiliriz.

Hadis-i şerifte onlarla birlikte, onlardan sonra gelecek iki nesil de müjdelenmektedir:

'İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir.' (Buharî, Şehadat 9, Fezailu'l-Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27; Müslim, Fezailu's-Sahabe, 214; Tirmizî, Fiten 45, Şehadat 4; Ebu Davud, Sünnet 10; Nesaî, Eyman 29.)

İşte Hatiboğlu ortaya attığı ve failini de zikretmediği 'hadis uydurma' suçuyla, İslam'ın öncüleri olan bu nesilleri toptan şaibe altına almaktadır.

Kuran ve hadislerle methedilmiş bu nesillerin asla böyle bir yola tevessül etmeyeceği ortada olduğuna göre, geriye kalan tek ihtimal bunun onlara atılan bir iftira olduğudur. Yani fiten hadislerinin uydurma olduğu yalandır, asıl uydurma olan bu iddiadır.

Soruyoruz:

Hz. Peygamberin (s.a.v.) sırdaşı olan Hz. Huzeyfe'nin (r.a.) ondan bazı gerçekleri duymuş olmasında şaşılacak ne var?

Buna ancak Allah'ın izni ve emriyle gaybî haberler veren Hz. Peygamberin (s.a.v.) nebevi yönünü inkar edenler itiraz eder.

2- Hatiboğlu'nun Bu İftirayı Atarken Kullandığı Delil (!)

Onun, sahabe, tabiin, tebaitabiîn nesline yahut hadis musanniflerine hadis uydurma iftirası atarken kullandığı delil şudur:

Gaybı Allah'tan başkası bilemez. Dolayısıyla Hz. Peygamber de bilemez.

Halbuki bu iddia mesnetsizdir, dahası Kuran ayetlerine de terstir.

Elbette ki gaybı Allah'tan başkası bilemez.

Ama Allahu Teala razı olduğu resullere gaybı bildirdiğini bizzat kendisi haber vermektedir. (Cin: 26 -27) Bunu inkar etmek ancak dinî delilleri keyfine göre saptıran kişilerin işi olabilir.

Buradan bir kere daha şunu anlıyoruz:

Bu tahrifatçılar kendilerini Kuran bağlıları gibi gösterdikleri halde, işlerine gelmediğinde Kuran'a ters düşmekten hiç mi hiç imtina etmezler. Bu da onların Kuran'da samimi olmadıklarını gösterir.

Cin: 26 – 27. Ayetler mealen şöyledir:

'O, gaybı bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak seçtiği resûller başka. (Onlara bildirir.)…'

Tefsirde bu ayetlere dair şu izahat verilmektedir:

'Yüce Allah gözlerin görmediğini, nazarlardan uzak olanı bilir. Yarattıklarından hiçbirini gaybından haberdar etmez. Ancak Allah'ın peygamberlik için seçip razı olduğu kimse hariç. Allah ona dilediği gaybı gösterir. Tefsirciler şöyle der:

'Allah (c.c.) bazı peygamberler hariç hiç kimseye gaybı bildirmez. O peygamberlere mucize olsun diye bazı gaybları bildirir. Çünkü peygamberler mucizelerle desteklenirler. Bazı gaybları haber vermeleri de bu mucizelerdendir. Nitekim yüce Allah İsa'dan (a.s.) mealen şöyle nakletmiştir:

'Ayrıca evlerinizde neyi yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm.' (Âl-i İmran: 49.)(Ali Sabuni Tefsiri c: 7, s: 79.)

Görüldüğü gibi bu ayetler, kendilerine Kurancı diyenlerin Kuran'da samimi olmadıklarının açık delilidir. Çünkü Kuran'da Allah'ın dilediği peygamberlerine gayb bilgisi vereceği açıkça ifade edilmektedir.

III- TAHRİFATÇILAR NEDEN FİTEN HADİSLERİNİ İNKÂR EDİYORLAR?

Tahrifatçıların, oryantalist görüşlerin meftunu olarak hareket ettikleri, fikrî ve ideolojik istikametlerini buna göre şekillendirdikleri bilinmektedir.

Fiten hadislerinin inkarının arkasında yatan sebebi de burada aramak gerekir. Bu manada şu tespitleri yapabiliriz:

1- Fiten hadisleri, ahir zaman alametleriyle ilgili hadisler, Hz. Peygamberin (s.a.v.) mucizeleri cümlesindendir. Çünkü gaybî haberlerdir. Oryantalistler ve onların yerli uzantıları bu haberleri inkar ederler ki Hz. Peygamberin (s.a.v.) nübüvvetini ispat eden bu deliller fazla göz önünde tutulmasın, dolayısıyla insanların ona imandaki teveccühleri azim ve karar bulmasın. Bu manada tahrifatçıların sünnet ve hadisleri dinde delil kabul etmeyerek yapmak istedikleri de zaten 'peygambersiz bir din anlayışı' oluşturmaktır.

2- Fiten hadislerinin içinde değerlendirilebilecek kıyamet alametleri arasında, yaşanacak birtakım bela ve musibetleri bildirenler olduğu gibi, İslamiyet'in ikinci hakimiyet dönemini haber veren müjde niteliğinde hadisler de vardır. Bunun gerçekleşeceğinden şek ve şüphemiz yoktur. Oryantalistler ise tabi olarak bunu kendi aleyhlerinde görür ve Müslümanların bu hadislerdeki müjdeyle şevke gelip bu hakimiyet uğrunda harekete geçmemeleri için yerli tahrifatçılar aracılığıyla bunu inkar ettirmeye çalışırlar. Zaten onların misyonu da budur.

3- Bir üst maddeyle bağlantılı olarak, İslam'ın ikinci hakimiyet döneminin gerçekleşmesi yolunda Hz. Mehdi'nin (a.s.) zuhurunu ve Hz. İsa'nın (a.s.) nüzulünü haber veren hadisler de fiten hadisleri kapsamındadır. Kaldı ki Hz. İsa'nın (a.s.) nüzulü hakkında ayetler de vardır. (Zuhruf: 61, Âl-i İmran: 45 – 48, 55, Nisa: 156 - 159, Maide: 110 vd…)

Bu hadiseler vuku bulduğunda Deccal'in hakimiyetine son verilecek fitne tamamen yok edilip dünya hak ve adaletle dolacaktır. Detaylarına giremesek de şu kadarını belirtelim ki, Hz. İsa'ya (a.s.) vefatından önce iman etmemiş hiçbir ehl-i kitap kalmayacaktır. (Nisa: 159)

Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi'yle (a.s.) ilgili hadisler yüzlerce olup, manevi mütevatir seviyededir. Mütevatir hadislerin inkarı, aynen Kuran'ın inkarı gibi kişiyi İslam dairesinin dışına çıkarır.

Elbette ki bu haberler ehl-i kitabı ve özellikle de oryantalistleri rahatsız edecektir; bunu anlamak zor değildir. Ama hazin olan onların içimizden sanki ilmî bir meseleymiş gibi bunu seslendirecek sözcüler bulabilmeleridir.

Bu yerli sözcüler Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi'yi (a.s.) inkar ederken ard niyetlerini kamufle etmek üzere şöyle bir bahane ileri sürüyorlar:

'Efendim, çalışmayı bırakıp miskin miskin oturup Mehdi'yi, İsa'yı mı bekleyeceğiz? Bu beklenti Müslümanları tembelliğe sevk ediyor!'

Evet, bu bir bahane ve hiledir. İslam tarihi boyunca ne Hz. Mehdi'nin (a.s.) zuhurundan ne de Hz. İsa'nın (a.s.) nüzulünden hiçbir zaman şüphe duyulmamış ve 'Ne yapılması gerekiyorsa gelince onlar yaparlar' denilip hiçbir zaman da ne cihaddan ne tebliğden ne de diğer sahalardaki sa'y u gayretten geri durulmamıştır.

Burada üstüne basa basa söyleyelim ki, ürkülen ve korkulan, İslam hakimiyetidir. Fiten hadislerinin inkarının sebebi budur.

Ama bilsinler ki korkunun ecele faydası yoktur.

Birinci Roma'dan (İstanbul'dan) sonra ikinci Roma da fetholunacaktır.

Abdullah b. Amr (ra)'dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir:

'Biz Resulullahın (s.a.v.) yanında iken 'İki şehirden hangisi, Kostantîniyye mi Roma mı önce fetholunacaktır?' diye soruldu. O (s.a.v.) Kostantîniyye'yi kastederek 'Önce Hırakl'in şehri!' cevabını verdi.' (Hakim, el-Müstedrek, IV, 553.)

Hadiste verilen müjdeden ilki -İstanbul'un fethi- gerçekleşmiştir, sıra ikincisindedir. Bu, bütün batının İslam nuruyla buluşması demektir.

Nitekim yukarıda da geçtiği gibi Nisa: 159'da verilen bilgiye göre Hz. İsa (a.s.) nüzul ettikten sonra ve vefat etmeden önce, bütün ehl-i kitap ona iman edecektir. Ona iman etmek ise elbette ki Müslüman olmak demektir. Elbette ki bu büyük gerçek İslam muarızlarını derinden ürkütmekte ve bu yöndeki müjdelerin de içinde yer aldığı fiten hadislerini inkara sevk etmektedir.

Onların sancısını anlamak mümkündür; ama onlara yaranmak, şirin görünmek adına bu oryantalist oyunlara figüranlık yapanları anlamak o kadar da kolay değildir.

Kendilerine hatırlatmak isteriz:

Kuran'da 'ilahi imtihan' olduğu haber verilen 'fitne' ve bu bağlamda 'fiten hadisleri', onları inkar etmek suretiyle 'kaybettiğiniz bir imtihan' olmasın! Ve siz de bu ümmetin fitnesi olmayın!

Toparlayacak olursak fiten hadislerinin inkarı oryantalist bir oyundur. Şuurlu Müslüman kardeşlerimizin bu oyuna gelmemeleri, bu hadisleri inkar edenleri niyetleriyle beraber teşhir etmeleri, İslami mücadelenin olmazsa olmaz parçasıdır.

Her Müslüman İslam'ın ikinci hakimiyet dönemini, bütün dünyanın İslam'la buluşacağı günü hasret ve iştiyakla beklemelidir. Tabi ki bulunduğu şartlarda üstüne düşen vazifeyi hakkıyla yapmak kaydı ve şartıyla.

[1] https://islamansiklopedisi.org.tr/fiten-ve-melahim