Yazımızın birinci bölümünde, beş bir yıllık Türk tarihinde milletimize ve vatanımıza en büyük zararları veren Enver Bey’in, bu “Beylik” misyonu ile birinci olarak, kendisinin bir “Almanya sevdalısı” olması hasebiyle “Alman emelleri” uğrunda, Sultan II. Abdülhamit’in iki askeri darbe ile tasfiyesi için bunların ön saflarında nasıl roller oynadığından bahsetmiştik.

ENVER PAŞA'NIN 'İKİNCİ BÜYÜK YIKIMI' NDAN OLARAK OSMANLI DEVLETİNİ I. DÜNYA HARBİNE SOKUŞU

Osmanlı İmparatorluğunun Tasfiyesi

Yazımızın birinci bölümünde, beş bir yıllık Türk tarihinde milletimize ve vatanımıza en büyük zararları veren Enver Bey'in, bu 'Beylik' misyonu ile birinci olarak, kendisinin bir 'Almanya sevdalısı' olması hasebiyle 'Alman emelleri' uğrunda, Sultan II. Abdülhamit'in iki askeri darbe ile tasfiyesi için bunların ön saflarında nasıl roller oynadığından bahsetmiştik. İşin esasına bakılırsa, Sultan II. Abdülhamid'in tasfiyesi, bir bakıma 'Osmanlı İmparatorluğunun tasfiyesi' anlamına geliyordu. Çünkü, onu yaşatan Sultan'ın usta iç ve dış politikaları olmuştu. Kendisi zaten Osmanlı'nın son sultanı olan II. Abdülhamid'in yerini 'Taçsız Sultan' olarak Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili olarak Enver Paşa'nın alması da, bu usta politikaların terk edilerek bu sefer de 'Paşalık' misyonuyla Enver Paşa'nın 'ikinci büyük yıkım veya tasfiyesi' olarak Osmanlı'nın 'iç sebepler' inden tarihten silinmesine hizmet etmesi olmuştur.

Enver Bey ve Enver Paşa'nın her iki büyük yıkımına da 'Alman taraftarlığı ve Almanlara alet olması' sebep teşkil etmişti. Zaten bizde, daha Tanzimat Devrinin başlangıcından itibaren, Modern Batı Medeniyetinin şaşası karşısında aydın ve bürokratlarımızın 'geri' denilen kendi halleri ve medeniyetlerinden 'aşağılık duygusu' na kapılarak Batı medeniyeti ve süper devletlerinin kötü bir taklitçisi ve bağımlısı olarak kendilerini göstermeleri geleneği başlamıştı. 'Aydın Yabancılaşması ve Bağımlılığı' yanında 'Bürokrasi Yabancılaşması ve Bağımlılığı' nın ortaya çıktığı bu zeminde, sırasıyla Hariciye Nazırı ve Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, 'İngilizci, İngiliz taraftarı' olarak isim yapmış, aynı statülerde Ȃli ve Fuat Paşalar 'Fransız taraftarları', Mahmut Nedim Paşa 'Nedimof' lakabıyla 'Rusya yanlısı', 'İngilizciliğin devamından' denilerek Mithat ve Kamil Paşalar bunda kendilerini gösterirlerken, 'Alman taraftarlığı' ndan olarak erkenden Sadrazam Ferit Paşa isim yapmıştır ki, bu kötü gelenek 'Bürokrasi Yabancılaşması ve bağımlılığı' ndan kaynaklanan Osmanlı son nefesini 'Almancı ve Alman taraftarı' olarak çok aşırı isim yapmış Enver Paşa'nın elinde vermiştir. 'Çok aşırı' diyoruz. Çünkü, tarihimizde bir Büyük Devlete bağımlı ve onun taraftarı hiçbir paşa, Enver Paşa derecesinde onlara 'teslim oluş' sergilememiş ve fazla zararlı olmamış, taklitçilik ve teslim oluşta özellikle Alman İmparatoru II. Wilhelm'i kendisine 'katıksız' örnek alan, kıyafetinden tutunuz da her haliyle ona benzeyen Enver Paşa'ya zaten 'Kayzer'in adamı' sıfatı haklı olarak yakıştırılmıştır. Kayzer de, Türkiye'de kendisinin her alanda ve sonuna kadar kullanabileceği bir 'ortağı' olarak Enver Paşa'yı bunlunca, bundan çok mutlu olmuş, Büyük Almanya İmparatorluğu ve Büyük Osmanlı İmparatorluğu da zaten bu iki kafadar, tecrübesiz ve akılsız adamın elinde batmıştır. Almanya'nın tecrübeli ve akıllı devlet adamı Başbakanı ve Şanşölyesi Otto von Bismark'ın ve Türkiye'nin tecrübeli ve akıllı devlet adamı Sultan II. Abdülhamid'in yönetimleri ülkelerinde kalmaya devametseydi, belki de bu iki yıkım gerçekleşmez, bunlar ne yapıp yapıp sulhu tercih ederler, büyük bir harbe meydan vermezlerdi.

Enver Bey'in 'Taçsız Sultan' Yapılışı ve Enver Paşa'nın Osmanlı'yı I. Dünya Harbine Sokuşuna Giden Yol

Enver Bey'in 'katıksız ve çok aşırı Alman hayranı ve taraftarı' oluşu, ona 'Alman emelleri' uğrunda kullanılmak üzere birçok payelerin haksız olarak verilmesine sebep olmuştu. Enver Bey, zaten uzun bir süre askeri ataşe olarak kaldığı Kayzer Almanyasından tam bir 'Alman hayranı' olarak Türkiye'ye dönmüş, bu haline 'Alman boyunduruğuna girerek döndü' haklı yakıştırması yapılmış ve zaten de Kayzer II. Wilhelm, Enver görevini tamamlayıp Türkiye'ye dönerken onu kucaklayarak, 'Tarihte bizim de sizin de düşmanlarımız olanlarla birlikte savaşıp onları yeneceğiz. Bütün askeri varlığım ve subaylarım sizin hizmetinizde olacaktır' diye pohpohlayarak yolcu etmiş, o da bütün bunlara kanarak dönmüştü.

Takvimler, Ocak 1914'ü gösteriyordu. I. Dünya Harbi'nin ayak sesleri artık iyice duyulmaya başlamış, II. Wilhelm'i bir sürü kaygıdır almıştı. Bunların başında, Osmanlı'yı kendi safında harbe sokmak için Yarbay Enver Bey'i nasıl Harbiye Nazırı yapabilmek geliyordu. Enver Bey, bu sırada boşta ve üstelik de hasta idi. Birçok yakın çalışma arkadaşı Sadrazam Sait Halim Paşa'nın kabinesinden bakanlıklar kapmışlar, Talat Bey Dahiliye Nazırı olurken Cemal Bey Bahriye Nazırı olmuştu. Bunlar karşısında Enver, boşta kalmasını hazmedemiyor, o da bir nazırlık istiyordu ki bu Harbiye Nazırlığı idi. Bu sırada onun Harbiye Nazırı olmasını isteyen ve bu uğurda onu tahrik eden iki odak vardı. Birinci odak, II.Wilhelm'in bu göreve gelmesi için ona sık sık haber göndermesi idi. İkinci odak, İttihat ve Terakki Cemiyeti –Partisinin 'genç radikalleri' nin onu bu uğurda tahrik etmesi olmuş, bunların başını Bahaettin Şakir, Yakup Cemil, Ömer Naci gibiler çekmişlerdi. Bunlar, Osmanlının imkanlarını hiç hesaba katmadan Rusya ile savaşarak 'Turan İmparatorluğu', İngiltere ile savaşarak 'İslam Birliği' kurmak ham hayallerine kendilerini kaptırmış tecrübesiz ve akılları bir karış yukarıda kimselerdi.

Zaten yeni görev için iyice hazırlanmış Enver Bey'e adı geçen iki odağın tahrikleri de kendisini etkisi altına alınca, çaresiz, cebren ve hileyle de olsa Harbiye Nazırı olacaktı. Bu duygularla Sadrazam Sait Halim Paşa'nın makamına geldi. Sert bir kopuk vurup selam verdikten sonra, 'Ben Harbiye Nazırı olmak istiyorum' dedi. Sadrazam Paşa, buna şaşırmıştı. Bu nasıl olurdu? Enver Bey, daha yarbay ve 33 yaşında bir genç subay ve üstelik de düzenli bir askeri birliğe komutanlık yapmamış, askerlik hayata şurada burada komitacılıkla geçmiş birisisi idi. Ayrıca, Harbiye Nazırı olmak için kanunlar ve yönetmelikler gereği general rütbesinde olmak gerekiyordu. Enver Beyin isteği karşısında iyice bunalıma düşen Sadrazam, fikirlerini almak için Talat ve Cemal paşaları makamına çağırdı. Bunlar da bu haberi ilk defa Sadrazamdan, duymuşlar ilk tepkileri, Enver'in rütbe yetersizliği yanında, ehliyetsizlik ve liyakatsizliğini öne sürerek onun Harbiye Nazırlığına karşı çıkmaları olmuştu. Sonra, askerler olarak Cemal Bey ile Enver Bey arasında Harbiye Nazırı olmak rekabeti vardı. Cemal Bey de bunu istiyordu.

Kendisine ne kadar direnilirse direnilsin çaresiz Enver Bey Harbiye Nazırı yapılacaktı. İttihatçı genç militanlar ve radikallerin Sadrazam, Talat ve Cemal Paşaları makamlarına çıkarak onları 'ölüm derecesi' nde tehdit etmeleri üzerine geri adım atıldı. Yarbay Enver Bey'e hak etmediği payeler cebren ve hile ile verilerek general yapıldı. Trablusgarp harbine 'gönüllü' katılmasından üç yıllık rütbe verilerek albay, Edirne'nin kurtarılmasına da 'gönüllü' katılmasından üç yıllık rütbe verilerek Albay Enver liva (Tuğgeneral) rütbesine çıkarılarak, 'sağlık nedeni' bahanesi hilesiyle 'İngiliz taraftarı' olarak bilinen Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa istifa ettirilerek Enver Paşa Harbiye Nazırı yapıldı. Bundan 'Gölge Sultan' denilen Sultan Mehmet Reşat'ın bile haberi yoktu. Enver, onun da huzuruna çıkarak 'Ben Harbiye Nazırı olmak istiyorum' demişti. 'Kuzu gibi Padişah Reşat', 'Madem ki evladım, öyle istiyorsun, Harbiye Nazırı ol' demiş, Enver Paşa'nın eliyle uzattığı yazılmış tayin kararnamesini imzalamak suretiyle, kendi tayin yetkisini ona verir durumuna düşerek, üstelik de bir müddet sonra Başkumandan Sultan olduğu halde bunun vekilliği de Enver Paşa'ya verildiği halde, 'Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili' sıfatıyla Enver Paşa, 'Taçsız Sultan' olmuş, Sultan Reşat 'Gölge Sultan' durumuna düşmüştü. Enver Bey, Enver Bey, terfi almada bir örnek Mustafa Kemal Bey gibi normal süresini beklese idi ancak 1918 yılı başlarında tuğgeneral olacağından Harbiye Nazırı olamayacak, bu sebepten Osmanlı Devleti onun hatalarına maruz kalmayacaktı. Enver Bey, 'sıhriyet peyda' ile Osmanlı sarayını da etkisine almak için, şehzadelerden Süleyman Efendi'nin kızı Naciye Sultan'la da evlilik yapmış, bütün düğün masrafları Sultan Reşat tarafından karşılanmıştı. Bütün bu anlattıklarımızın daha geniş tafsilatı, görgü tanıkları Jön Türklerden Mustafa Ragıp (Esatlı), Galip Vardar, Hüsamettin Ertürk ve Ziya Şakir'in (Soko) hatıra kitaplarında anlatılır.

Enver Paşa'nın Almanların Hesabına Osmanlı'yı I. Dünya Harbine Sokuşu

I.Dünya Harbinin 'ilk kıvılcım' ı 28 Haziran 1914'de Saraybosna'da çakmış, Sırplı bir lise öğrencisinin Avusturya – Macaristan Veliahdı Ferdinand'ı bir suikastla öldürmesini müteakip adı geçen devlet 'Sırbistan'dan intikamını almak' gerekçesiyle bu devlete 28 Temmuz'da harp ilan etmiş, ardından Rusya ise, müttefiki Sırbistan saldırıya uğradığı için o da 1 Ağustos'ta harbe dahil olmuş, İtilaf Bloğundan İngiltere ve Fransa'nın da 10 Ağustos'a kadar harbe girince I. Dünya Harbi bütün Avrupa cephelerinde başlamıştı.

Osmanlı Devleti'nin durumuna gelince, Osmanlı hükümeti, ittifak politikalarından olarak Almanya'nın yanında Üçlü İtilaf Antlaşması ülkeleri İngiltere, Fransa ve hatta Rusya'ya bile ittifak tekliflerinde bulunduğu halde, bu üç büyük emperyalist devlet, yıllardan beri kurmakta oldukları 'Sömürge İmparatorlukları' nı en son olarak Osmanlı'dan da yeni topraklar ilavesiyle tamamlamak istedikleri için Osmanlı ittifak tekliflerine ret cevabı vermişlerdir. Bu ret cevapları, Osmanlı hükümetini 'daha büyük bir korku' içine düşünmüş, ister istemez onu Almanya ile ittifakın kucağına atmıştır. İşin esasına bakılırsa, Almanya da harp başlayana kadar Osmanlı hükümetinin ittifak isteklerine olumlu-olumsuz cevaplar vermemiş, II. Wilhelm 'in emri 'Ret etmeyin, açık kapı kalsın' la iş askıya alınmış, hatta Mart 1914 ayında Alman Genelkurmay Başkanı Moltke yazdığı bir raporunda 'Türkiye askeri bakımdan bir sıfırdır. Askeri heyetimizin raporları tamamen ümit kırıcıdır… Daha önce Türkiye'den 'Hasta Adam' olarak söz edildiğine göre şimdi 'Ölen Adam' dan söz edilmesi gerekiyor. Artık yaşama gücü kalmamıştır ve kurtarılması imkansız bir can çekişme halinde bulunuyor. Askeri heyetimiz, şifasız bir hastanın ölüm döşeği başında bulunan doktorlar heyetine benziyor' ifadeleriyle Türkiye ile ittifak yapılamayacağını dile getirmiş, aynı görüşler, 14 Haziran 1914'de Almanya'nın İstanbul Büyükelçisi Wangenheim'in raporumda da yer almıştı.

Ama gelin görün ki, Haziran ayı sonunda harp başlayınca Almanya, Avrupa'da çembere alınmamak için 'Ölmekte Olan Adam' ın eteğine sarılmak zorunda kaldı. Osmanlının ittifak isteğine en nihayetinde olumlu cevap verdi. Osmanlı – Alman İttifak Antlaşması, 'gizli' kaydıyla, 1 Ağustos 1914'de Sadrazam Sait Halim Paşa ile Alman Büyükelçisi Wangenheim arasında imzalandı. Bunu göre, taraflardan birisi saldırıya uğrarsa, diğeri ona yardım edecek, Almanya harbe dahil olursa Osmanlı'da dahil olacak, harp süresince Osmanlı Ordularında Alman subaylarına etkili görevler verilecek, ordunun silah ve teçhizat ihtiyacını Almanya karşılayacaktı. Osmanlı ordularının Alman subaylarına teslim edilmesi büyük tenkit aldı ve çok büyük zararları görüldü.

Almanya, 5 Ağustos'ta bütün cephelerde harbe dahil olunca ardından, antlaşma gereği Osmanlı'nın da harbe girmesini, Kafkasya'dan Rusya'ya ve Suriye'den İngiltere'ye karşı, Avrupa'daki askeri yükünün hafifletilmesi için Osmanlı'nın yenileceğini bile bile cepheler açılmasını istemişti. Harp henüz yeni başlamış, daha seferberliğini bile ilan etmemiş Türkiye, harbe hazır olmadığı için Almanya'ya olumsuz cevap vermiş, üstelik de tarafsızlığını ilan etmiş, Üçlü İtilaf Devletleri de zaten harp süresince Türkiye'nin tarafsız kalmasını istemişlerdi.

Bu hengamede gel zaman git zaman, başta Padişah ve hükümet olmak üzere, Meclis –i Mebusan ve buna kamuoyu da dahil olarak hiç kimse harbe girmek istemediği halde, Osmanlı'yı harbe sokmanın mutlak görevi, 'Almanların mutisi' denilen Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa'ya düşmüştü. Zaten bu iş için o bu görevlere planlı ve hesaplı olarak Almanlar tarafından getirilmişti.

Enver Paşa'nın şahsında Osmanlıyı harbe sokmanın ilk 'kırılma noktası', 10 Ağustos 1914'de 'Akdeniz'de İngiliz harp gemilerinin önünden kaçarak Çanakkale Boğazı girişine gelen ve içeri girmek için izin isteyen' denilen iki Alman zırhlısı Goeben ve Breslau'ın yalnızca Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın emriyle Boğazı geçerek Marmara'ya girmesine izin verilmesi olmuştu. İşin esasına bakılırsa, adı geçen zırhlıların İngiliz gemilerinin önünden kaçarak gelmesi iddiası söyle dursun, işin içinde Almanya'nın Türkiye'yi harbe sokmak için bir oyun veya senaryo vardı. Osmanlı Devleti, Karadeniz'de 'kuvvet dengesi' ni Osmanlı lehine bozmak için harp başlamadan yıllar önce İngiltere'ye Sultan Reşat ve Sultan Osman isimli iki zırhlı yapımı siparişini verilmiş, bu gemiler yapılmış, harp başlamadan bir ay önce 35 kişilik bir Osmanlı heyeti bu gemileri teslim alıp İstanbul'a getirmek için gitmişti. Harp başlayınca İngiltere bu gemilere el koyarak Türkiye'ye getirilmelerini engellemiş, 35 kişiyi de ülkesinde alıkoymuştu. Bu olup biten zaaflardan haberdar olup, kendi lehine faydalanmak için hareket geçen Almanya, iki zırhlısını planlı olarak Atlantik okyanusundan Cebelitarık yoluyla Akdeniz'e sokarak, İngiltere'den alınamayan iki zırhlının boşluğunu bu iki zırhlısı ile doldurmak için ve Türkleri de bunlarla avutmaya yönelik olarak Marmara'ya göndermiş, aynı zamanda Türkiye'yi Karadeniz'de bunlarla harbe sokmanın hesaplarını yapmıştı.

İtilaf Devletlerinin İstanbul Büyükelçileri, iki Alman zırhlısının İstanbul'da demirlemesine büyük tepki gösterdiler. Bunların Almanya'ya geri gönderilmesini ya da kendilerine teslim edilmesini istediler. Aksi takdirde Türklerin harpteki tarafsızlıklarını bozacaklarını ileri sürdüler. Osmanlı hükümeti buna bir çözüm yolu ararken, Alman gemilerini satın aldığını açıklaması ve üstelik de Alman mürettebatının Osmanlı askeri kıyafeti giydirilerek 'Osmanlı hizmeti' ni alınmalarını ve daha da önemlisi iki zırhlının Alman komutanı Amiral Souchon'un 'Osmanlı Donanma Komutanı' ilan edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Büyükelçiler, bununla Osmanlı'nın tarafsızlığını iyice yitirdiğini ve Almanya safında harbe dahil olmak istediğini ileri sürerek İstanbul'u terk ettiler.

Bu olup bitenlerin ardından artık giderek Türkiye için harp gelip kapıya dayanmıştı. 5 Eylül'de Alman ordusunun Fransa'da Marne Savaşında durdurulup 'siper savaşları' na başlaması ile birlikte harbin kaderi Almanlar aleyhine belli olmaya başlayınca, Almanlar, Osmanlı Devletini harbe girmek için daha da sıkıştırmaya ve bu olmaz ise 'İstanbul'u bombalamak' tehdidinde bile bulunmaya başladılar. Osmanlı seferberliği devam ediyor, ekim ayı sonlarına gelindiğinde az – çok tamamlanmış görünüyordu. Zaten müttefik ülke Bulgaristan üzerinden de Türkiye'ye Alman silah ve teçhizatı akmaya devam ediyordu ama, Osmanlı hazinesi bomboş olup harbe girecek durumda değildi. Almanlar bunu da 'aşmak' için Osmanlı hükümetine Ekim ayı başlarında 5 milyon yardımında bulunmayı vaat ettiler. İşte harbe girmemizi iyice tetikleyen son damla bu oldu. Sanki, 'Almanların paralı askerleri olarak, onlar adına vekalet savaşçıları' olarak harbe girecektik.

Özellikle Enver Paşa'nın şahsında harbe girme planları adım adım yürürlüğe konuluyordu. Enver Paşa'dan başka hiç kimse Almanya'nın harpte galip geleceğine inanmıyordu. Almanya'da askeri ataşe iken Almanya'nın harbe hazırlık ihtişamını görüp aldanması ve bu sebepten onların galip geleceği ham hayaline kendisini kaptırması veya Almanlar tarafından böyle dolduruşa getirilmesi, Türkiye'nin yakında büyük bir ateşin içine atılmasına sebep olacak kıvılcımın çakılmasına sebep olacaktı.

Osmanlı Devleti bir harbe girecekse, bunun kararı Meclis – i Mebusan'da oylanarak alınacak, Hükümet ve Padişahın onayı ile girilecekti. Enver Paşa, bütün bu karar mekanizmalarını saf dışı bırakmış, kendi başına buyruk olmuştu. Kanunlar gereği bu mekanizmelar çalıştırılsa idi buralardan harbe girme kararı çıkmazdı. Nihayet 25 Ekim 1914 günü gelince harbe girme kararını yalnızca Harbiyi Nazırı ve Başkumandan vekili sıfatıyla Enver Paşa kendisi vermişti. Bu tarihte, Osmanlı Donanma Komutanı Alman Amiral Souchon'a üzerinde 'gizli' kaydı yazılı bir zarf vererek, emrindeki 'Almanlardan satın alındı' denilen ve adları Yavuz ve Midilli olarak değiştirilen iki zırhlı ile 'manevra yapmak' amacıyla Karadeniz'e girdikten sonra zarfı açıp onda yazılanlara göre hareket etmesini istedi. Zarfta, Rusya'nın harp limanı Odesa ve petrol limanı Novorasky' nin baskınla bombalanması isteniliyordu. Amiral Souchon, istenileni yaptı. 29 Ekim'de adı geçen limanları bombalayarak İstanbul'a döndü.

Sadrazam Sait Halim Paşa kendisinden de habersiz olarak sırf Enver Paşa- Amiral Souchon ikilisinin şahsında yapılan bu harekete çok kızdığı 30 Ekim'de için istifa etti. İstifası, 'böyle karışık bir zamanda istifa olmaz' denilerek geri alındırdı. Sadrazam, Rusya Büyükelçisi Giers'i makamına çağırarak, yapılanlardan kendisinin bile haberi olmayıp 'kaza eseri' olduğundan bahisle ondan 'özür dilemek' suretiyle, Rusya ile harp istemediklerini, olup bitenlere bir çare bulunacağını söyledi ama, bunun bir faydası olmadı. Rusya, Osmanlı'ya 1 Kasım 1914'de harp ilan ederek Kafkasya cephesinde ilk vuruşmalar başladı. İngiltere de 5 Kasım'da Osmanlı ile harbe girerek Basra limanı üzerinden ilk merhalede Bağdat'ı ele geçirmek ve buradan petrol bölgesi Musul'a ulaşmak için harekete geçti.

İşte Enver Paşa'nın, ilkin Enver Bey olarak Almanlar hesabına gerçekleştirdiği Sultan II. Abdülhamid'in tasfiyesi 'birinci büyük yıkımı' nın ardından, bu sefer de 'Paşa' sıfatıyla, yine Alman emellerine alet olarak Osmanlı İmparatorluğunu tasfiye edecek olan 'ikinci büyük yıkımı' böylece kendisini gösterecekti. I Haziran 2022