HANGİSİ DAHA DEMOKRATİK?…

Demokrasiyi bize “halkın halk tarafından yönetilmesi” diye öğrettiler.

Uygulamada bu halkın kendini yönetecek olanları seçmesi şekliyle karşımıza çıkıyor.

Ünlü Fransız siyaset bilimci Maurice Duverger’nin tanımıyla demokrasi, “yöneticilerin halk tarafından adil, dürüst ve serbest seçimler yoluyla belirlendiği” rejim…

Kimi demokrasilerde halk yöneticilerini tek dereceli seçimle doğrudan kendi tercihi ile belirliyor; kiminde ise iki dereceli bir seçim söz konusu…

ABD’de olduğu gibi halk, önce delegeleri seçiyor, onlar da başkanı.

Bizde bugüne kadar uygulanan parlamenter sistem milletvekillerinin doğrudan halk tarafından seçilmesi sebebiyle tek dereceli sistem olarak bilinir.

Oysa uygulamada bir temsili demokrasi söz konusuydu.

Halk yürütme organının belirlenmesinde doğrudan söz sahibi değildi.

Başbakan Cumhurbaşkanı tarafından atanıyordu.

2014’te kadar Cumhurbaşkanını da doğrudan seçemiyor, Cumhurbaşkanı halkın seçtiği milletvekillerinin tercihleri ile belirleniyordu.

İki aşamalı bir temsil vardı.

2007’de yapılan Anayasa değişikliği ile bu yapı ortadan kaldırıldı ve ilk kez 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı halkın doğrudan oyuyla seçildi.

Bu sistemin uygulamada ortaya çıkardığı yetki kargaşasını ortadan kaldırmak için de Anayasa değişikliği yapılarak Cumhurbaşkanlığı Sistemine geçiliyor.

Nisan’da referanduma sunulacak yeni sistemde halk sadece Cumhurbaşkanını seçmiş olmayacak, aynı zamanda yürütme organını da doğrudan kendi tercihiyle belirleyecek.

Parlamenter sistemde çoğunluk yönetiminden çok, farklılıklar arasında çok olanın yönetmesi öngörülüyordu.

Çok partili hayata geçildikten sonra yapılan sadece 4 seçimde iktidar partisi seçimlerde yüzde 50’nin üzerinde oy elde edebilmiş, çoğunluğa dayalı iktidar çıkmıştı.

Bunlardan ilki oyların açık kullanıldığı tartışmalı 1946 seçimleri. Oy oranı tam belli olmamakla birlikte çoğunluk sisteminin yansımasıyla CHP parlamentoda yüzde 85’lik bir temsil oranına ulaşmıştı.

Çoğunluk sisteminin sağladığı avantajla DP 1950 seçimlerinde 52 oyla Meclis’te yüzde 85’lik bir temsil oranı elde etmiş; 1954 seçimlerinde ise yüzde 58,47 oya karşılık yüzde 93’lük bir temsil gücüne ulaşmıştı.

1957 seçimlerinde DP’nin oyu yüzde 50’nin altına düşmüştü. Ancak seçim sistemi sebebiyle bu parlamentoya yüzde 70 olarak yansımıştı.

1960 ihtilalinden sonra siyasi partilerin oy oranı üstünde bir temsil gücü elde etmesini önlemek için nisbî sistem getirildi.

Buna rağmen DP’nin mirasçısı AP 1965’te yüzde 53 oyla 450 milletvekilinden 240’ını elde etmişti. Meclis’teki temsil gücü, aldığı oyla orantılıydı. Ondan sonra yapılan hiçbir seçimde hiçbir parti yüzde 50 oya ulaşamadı.

AP’nin oyları 1969 seçimlerinde yüzde 46’ya düşmüştü.

İlerleyen süreçte 12 Mart muhtırası ve partide meydana gelen bölünmeler sebebiyle AP güç kaybetti ve meydana gelen siyasi istikrarsızlık 12 Eylül darbesini doğurdu.

1960 darbesinin gerekçesi “siyasetin güç kazanması” iken, 1980 ihtilali “siyasetin zaafiyeti”ni gerekçe saymıştı.

O yüzden 1982 Anayasası 1960 öncesinde ve 1960 sonrasında uygulanan yöntemlerin karması bir sistemi öngörmüştü.

Getirilen yüzde 10’luk barajla bazı görüşlerin temsili önlenmiş, çoğunluğu kayıran bir yapı getirilmişti.

Sadece 3 partinin seçime katılabildiği 1983’te ANAP, yüzde 45 oyla yüzde 53’lük bir temsil gücüne ulaşmıştı.

1987 seçimlerinde ise ANAP yüzde 36 oy almasına rağmen Meclisteki temsil gücü yüzde 65’e ulaşmıştı.

2002 yılına kadarki seçimlerde hiçbir parti tek başına iktidar olacak çoğunluğu elde edememiş, koalisyon hükümetleri ile Türkiye uzun yıllar siyasi çalkantılar yaşamıştı.

Sonuç, 28 Şubat postmodern darbesi…

Koalisyonların uzlaşma ile halkın çoğunluğunun iradesini parlamentoya yansıttığını savunanlar var.

Ancak gördük ki, 1999 seçimlerinde yüzde 22 oy alan DSP, yüzde 18 oy alan MHP ve yüzde 13 oy alan ANAP’ın kurduğu hükümet her ne kadar halkın yüzde 53’ünü temsil ediyor gibi görünse de çok değil, 3 yıl sonra halk, iktidarı oluşturan partilerin tamamını barajın altında bırakıvermişti.

Sadece 2 partinin barajı aşabilmesi sebebiyle Ak Parti 2002’de yüzde 34,3 oyla Mecliste yüzde 66’lık bir temsil gücüne ulaşmıştı.

Sonraki seçimlerde Haziran 2015 hariç bütün seçimlerde Ak Parti oyunu artırdı ve yüzde 49,9’a kadar çıkardı.

Sözün özü, parlamenter sistemde yüzde 50’nin altında oy alan parti ülkeyi yönetme hakkını elde edebiliyor.

Şartlar uygun düşerse yüzde 30 oyla iktidar olmak, Meclis’te yüzde 60 temsil gücüne ulaşmak mümkün.

Cumhurbaşkanlığı sisteminde ise yürütmeyi temsil edecek Cumhurbaşkanının yüzde 50’nin üzerinde oy alması zorunlu.

Sizce hangisi daha demokratik?