Köyümün halk şairi Ismail Özden mani formatlı şiirlerle İnönü dönemini anlatırdı ben yüksek öğrenimdeyken. Konuşurken şiir söylerdi, ölçüye falan dikkat etmiyordu da tarihe etkili sözlerle tanıklık ediyordu...

Köyümün halk şairi Ismail Özden mani formatlı şiirlerle İnönü dönemini anlatırdı ben yüksek öğrenimdeyken. Konuşurken şiir söylerdi, ölçüye falan dikkat etmiyordu da tarihe etkili sözlerle tanıklık ediyordu. Edebiyat eğitimimle dili doğru kullanmasına destek olurdum. Çok da memnun olurdu bundan. Fosay Ismail mahlasını kullandığı şiirlerini derledim ve mezuniyet tezim olarak verdim. Şu artık dizeli manisi çok etkilemişti köylüleri:

Geçim derdi sorulmuyor,

Haykırsak da duyulmuyor,

Açlık vurdu çenemize,

Evimizde durulmuyor.

İnsaf et, İnönü İsmet!

Ya mezar göster ya kısmet!

Dedemin anası ninem de İnönü devrinde kendileri hurma balıyla idare ederken ağalarla devlet memurlarının şeker yemesini dert edermiş içten içe de devlet bir bildiği var elbet dermiş. Bir hasat döneminde beklenmezken ağa gelmiş hurmalar için. Şaşkın gözlerle bilgece seslenmiş ona: Hayır ola Ağa, memurlarla el ele devleti iyi yönetin de bir daha harp darp göstermeyin bize diye şeker yerine hurmaya razıydık. Ne oldu, ona da mı göz diktiniz? Ağa da memur da şeker bulamaz oldu da hurmaya kadar düştü mü yoksa? Öyleyse eğer vay başımıza gelenler! Bu sözler ağır gelmiş ağaya ve çekip gitmiş. Halkın derdini ne güzel yanmış ninem!

Fosay Ismail ile ninemin dile getirdiği halkın bu dertli sesi, çok partili hayata geçilince öyle bir osmanlı tokadı vurdu CHP'ye ki daha da iflah olmadı. Kimse savaş kahramanı, bizi 2.Dünya Savaşı'na sokmadı falan demedi İnönü için. Geçim derdi, hatır gönül dinledi mi hiç?

İnönü'den sonra gelenleri, yabancı servisler hiç rahat iktidar ettirmemişti. Sürekli müdahaleler de bu yüzden oluyordu. Merhum Özal'ı askerler eliyle ekonominin başına getirdiler ama kontrol edemeyince iktidardayken suikast yaptırdılar ona. Üzerine gitmekten çekindiğini de açıkça itiraf etti bizzat kendisi. Ecevit'e terörist başını verip iktidar ettilerdi ya kontrol edemeyince mahiyetine sızdırdıklarının kılavuzluğu çeşit çeşit hatalar yaptırdı ona, banka hortumlamalarına bile seyirci kaldı. Öyle acze düşürdüler ki Derviş devşirttiler Dünya Bankasından.

2002' de İstanbul'un Reis'i Erdemliler hareketiyle iktidara gelince işler değişti. Hortumlar kesildi, İMF defedildi. Onun iktidarına da hükmetmek istemediler mi? İstediler de direndi onurluca. Milleti de onun dirayetini ve yiğitliğini görünce 18 yıldır bırakmadı liderliğini. 15 Temmuz hainliğini de 250 şehit vererek bertaraf etti. Trump'ın açıkça hayranım demesi neden acaba? Ne yaptıysak yıkamadık, demiş olmuyor mu? Ancak rahat yok.

İtibar cellatlığıyla oy kaybettirme mühendisliğine yöneldiler. Kısmen başarılı da oldular. Büyük kentlerin kaybediliş nedenlerini, halk algısını ölçerek yazdım, tekrara gerek yok. Ancak süreç devam ediyor. Bu kısmî başarıyı yeni bölünme ve dalgalanmalarla yükseltmek için neyi işliyorlar? Geçim derdi, gelir adaletsizliği, üst düzey mahiyet ve bürokratlara tanınan ayrıcalıklar, Kanal İstanbul, eğitim ve sağlıkta halkı mağdur eden sorunlar abartılarak sürekli niye gündemde?

Halkın STK'lara yandığı dertlere bakılırsa bu gündemlerle vicdanlar yara alıp duruyor. Bu yaraları iyileştirmeli. Geçim derdi giderilemediği sürece israf, üst düzeye ayrıcalık, eğitim ve sağlık ticareti edebiyatı durur mu hiç? İnönü devrinde savunması, mazereti kabul gördü mü geçim derdinin?

Televizyonlara birtakım profesörler çıkıp gıda, sağlık ve ilaçlar üzerine kafaları karıştırıyor. Vatandaş soruyor köşeme. Bunlar doğru mu söylüyor, doğruysa devlet nerede? Güvendiğim akademisyenlere koşuyorum hemen. Tepki gösteriyorlar hepsi: Televizyon yöneticileri hep belli insanları çıkarıyor, ticarî amaç var; karşı düşüncede olanları gördünüz mü hiç? Medya, temel kurallara uymuyor. Rant odaklı çarpık kentleşmeyi de eğitim ve sağlığın ticarîleşmesinden doğan sorunları da halk kaldıramıyor artık. Tepki gösteriyor.

Elazığ ve Malatya'mızın başı sağ olsun. Allah'ım rahmet etsin enkazlar altında kaybettiklerimize. Hala depreme teslim evlerden kurtulamadık. Rahmetli kardeşim anlatmıştı: Japonya'da 8 şiddetinde deprem olunca koşmaya başlamış. Hiç yerinden kalkmayan japonlar, şaşkınlıkla seslenmişler: Dur, düşersin! Otur yerine sıkıca tutun, sık sık deprem olur burada, hiçbir şey olmaz korkma, geçer şimdi.

Depremi durdurma gücümüz yok ama can alması önlenebilir. Bu milletin de artık japonlar gibi korkusuz yaşama hakkı yok mu? Maliyeti ne olursa olsun, kentlerimizi millî mimarîmizle yenilemeliyiz. Özellikle de İstanbul'un nüfusunun azaltılması için yeniden yapılandırılması, çağdaş bir kente dönüşmesi şart! Gerekliyse yapılsın, Kanal İstanbul tartışmaları niye? Yer bilimciler, şehir plancıları toplansın ve bilimin ışığında iyi-doğru-güzel olan neyse aklın yolu bir diyerek yapılsın. Akıllıca önceliklerle uygar dünyanın gıpta edeceği bir adalet ve kalkınma yolunda ilerleyelim, çatışmayla birbirimizi yemeyelim. Önce can, geçim ve işsizlik derdi! STK'larına dert yanan insanlar 'Bu dertlere son verilemezse kanalın, köprün, imarın, iktisadın…dar gelirlilere konut kampanyaları da yapsan sana kalır diyorlar.' Şair diline düşümüş İnönü tarihi ortada. Akıllı, başkasının başına gelenden ders alır!