Dağlık Karabağ’da geçen hafta başlayan silahlı çatışmalar, bölgede istikrarın sürdürülebilirli ği hususunda soru işaretlerini beraberinde getirdi.

Dağlık Karabağ’da geçen hafta başlayan silahlı çatışmalar, bölgede istikrarın sürdürülebilirli ği hususunda soru işaretlerini beraberinde getirdi. Kafkasya’nın, enerji kaynakları açısından geçiş güzergâhında yer alması ve Türkiye’nin Rusya’ya ve Hazar Havzası’na çıkış kapısı olmasından dolayı hassas bir yerde durduğu bir gerçek. Tansiyonun bölgede yükselmesi hem Türkiye açısından jeopolitik gerginlik hattı oluşturmakta hem de bölgedeki projelerde önemli aksaklıklara kapı aralamaktadır. Özellikle Rusya ve İran bölgesel bir aktör olarak bölgeyi kendi kültürel veya dini coğrafyaları olarak görmeleri ve buralarda tekrar imparatorluk projelerine yönelmeleri izlenimini vermektedir. Bugünkü çatışmanın zamanlaması ve gelişimi bu bağlantıları işaret etmektedir.

Barış Sürecinden Savaşa

Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki mevcut tansiyon, bölgesel dinamiklerin yanı sıra uluslararası gelişmelerle de yakından ilişkilidir. 2008 Gürcistan-Rusya Savaşı’ndan sonra, iki ülke arasındaki Karabağ meselesinde çözüm arayışları ikili düzeyde ve uluslararası toplum nezdinde hız kazanmıştır. Fakat gelinen noktada çözüme daha yakın bir yerde durulduğunu söylemek oldukça zordur. 2009’da tam altı kez görüşen taraflar, 2010 yılında da üç kez bir araya gelmiştir. Ancak izlenen proaktif politikalara rağmen, barış sürecinde aktörlerin belirlenmesi yönünde bir karışıklık olduğu da açıktır. Rusya, hem Minsk Grubu eş başkanı olarak sürece şekil vermeye çalışmakta hem de Kremlin üzerinden tek taraflı bir politika izleyerek ikircikli bir tavır sergilemektedir. Böylelikle Moskova, inisiyatifin kendi elinde olduğunu hissettirmeye çalışmaktadır. Bu da, işlevselliği tartışılan Minsk Grubu üzerinden yürütülen politikaların, daha da cılız görünmesine neden olmuştur.

Unutulmamalıdır ki çözümsüzlüğün temelinde, Erivan ve Bakü’nün iç siyasi dinamiklerinin de payı bulunmaktadır. Bu ortamda Ermenistan, iç siyasetteki gerilimler nedeniyle statükonun değişmesinde manevra alanı daralmış bir görüntü vermektedir. Azerbaycan ise 1994 yılından beri, bir şekilde bölge projelerinden izole olan Ermenistan’ın bir kırılma yaşayarak en azından Ermeni işgali altındaki toprakları özgürlüğüne kavuşturmayı hedeflemektedir. Ancak, 2008 sonrasındaki sürece bakıldığında, geride kalan yıllarda barış yönünde ciddi adımlar atılamamıştır. Aksine Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki gerginlik sadece politik söylemlerle de sınırlı kalmamaktadır. Azerbaycan ve Ermenistan, askeri harcamalar konusunda yarışa giriştiklerinden , iki ülkenin bütçeleri militarist bir karakter kazanmıştır.

Azerbaycan, Haziran 2010’da ulusal meclisinde kabul ettiği yeni askeri doktrin ile meselenin diplomatik yollarla çözülememesi halinde savaş opsiyonunu da masada tuttuğunu vurgulamıştır. E rmenistan cephesinde de Azerilerin siyasi pozisyonundaki bu değişiklik saldırgan bir karşılık bulmuş; izleyen günlerde Ermeni yetkililer sert açıklamalarla mukabele etme gereği hissetmiştir. Aynı zamanda 2010 yılında alınan bir kararla 2011-2015 döneminde Ermeni ordusunun modernizasyonuna yönelik yeni bir süreç başlatılmıştır.2 010 yılında siyasi arenada üslubun sertleşmesi cephedeki sıcak temaslarla da hissedilmiştir. Bu durum geçen hafta sınırda cereyan eden çatışmaların başlaması ile tansiyon tekrar yükselmiştir. Karşılıklı ölü sayısının yüksek olduğu açıktır.

Ortadoğu kaynarken benzer bir savaşın bu bölgede de en azından vekaletler üzerinden yürütülmek istendiğine dönük işaretler bulunmaktadır. Özellikle bölgesel aktörlerin yeni konseptleri ve bölgenin demografik yapısı Karabağ merkezli Kafkasya çatışma alanı Suriye’deki gibi vekalet savaşlarına imkan verecek zemine sahiptir. Nitekim Savaşın gidişatı tarafların açıklamalarına bakılırsa gelişmelerin iç boyutu kadar dış aktörlerin daha belirleyici olduğu anlaşılıyor. Ayrıca çatışmanın ABD deki dünya liderlerinin bulunduğu bir zirve esnasında patlak vermesi, diğer yandan Cumhur başkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti ve külliyenin açılış zamanı ile eş zamanlı olması manidardır. Diğer taraftan Rusya’nın sözde Suriye’den çekildikten sonra Putin’in saldırgan ve yayılmacı politikaları açıkça söylemesi ve Ermenistan’daki Rus askeri unsurların aktif bir durumda olması Güney Kafkasya’daki kriz üzerinden Rusya’nın yayılmacı bir stratejisinin olduğu açıktır. Bu stratejide İran’ın Rusya’ya ibrik taşıyıcı olması Rusya’nın elini güçlendirmektedi r.

Son olarak iki devlet tek millet anlayışına sahip iki ülke yöneticilerinin soğukkanlı bir şekilde her hangi bir iç propaganda malzemesi yapmadan Ata yurdu Karabağ’da ki işgal edilen toprakları kurtarmaya dönük sürdürebilir politikalar üretmeleri gerekmektedir. Ayrıca süreçte Fransa ve ABD stratejileri de dikkatlice okunmalıdır.