GÜLELİM Kİ GÜZELLEŞSİN DÜNYAMIZ

Ne zaman selâm ve hoş-beşten sonra hemen yakınmayı âdet hâline getiren bir insanla karşılaşsam Saint Barbara Dil Okulunda dinlediğim bir kıssa gelir aklıma. Adamın biri:

“Benim derdim herkesin derdinden fazla. Artık kaldıramıyorum, kurtar beni bu dertlerden” der; her gün Allah’a yakarırmış. Böyle bir yakarış anında gökten elinde siyah çuval taşıyan bir melek gelmiş:

“Ey dertlerinden sürekli şikâyet eden fânî! Haydi, bakalım seni dertlerinden kurtaracağım, topla bütün dertlerini şu getirdiğim çuvala doldur.” Adamın canına minnet, bütün dertlerini meleğin getirdiği siyah çuvala doldurmuş. Melek:

“Sırtla bakayım dertlerini.” demiş ve adamın elinden tuttuğu gibi göğün bir katına yükselmişler. Adam bir de bakmış ki, binlerce siyah çuval sıra sıra duruyor. Melek adama dönmüş:

“Ey insanoğlu işte bu gördüklerin hemcinslerinin dert çuvallarıdır. Git, seç en hafif olanını. Seçtiğin çuvalla birlikte seni tekrar yeryüzüne götüreceğim.” demiş. Adam sırtında taşıdığı çuvalı bırakıp bir oh çektikten sonra hemencecik dalıvermiş çuvalların arasına. Birini kaldırıp öbürünü indirmiş. Hangisine el atsa kendi çuvalından daha ağır gelmiş kendisine. En sonunda kan-ter içinde bir çuval bulmuş.

“Hah, işte en sonunda aradığımı buldum!” demiş. Melek:

“O bulduğun kendi getirdiğin çuvaldır.” deyince adam:

“Aman!” demiş meleğe. “Benim kendi derdim meğerse herkesin derdinden daha hafifmiş.”

Şimdi bana; «Neden anlattın bu kıssayı?» diye soracaksınız. Bakın bir çevrenize, bedbinlik ve karamsarlık öylesine sarmış ki ruhlarımızı. Kime sorsanız sanki dünyanın en dertli insanı kendisiymiş gibi anlatır da anlatır. «Bir dokun, bin ah işit!» demiş ya şair; sabır olacak, yürek olacak ki dinleyesiniz böylelerini. Ziya Paşa’nın meşhur Terkîb-i Bend’inde:

“Bî-baht olanın bâğına bir katresi düşmez

Bâran yerine dürr ü güher yağsa semâdan”, ifadesi ile anlatılan kişinin kendisi olduğuna kendisini öylesine inandırmıştır ki, ona göre dünyanın en bahtsız, en şanssız kişisi kendisidir.

Karamsarlık ruhları öylesine sarmış ki bakılan her şeyde mutlaka eksiklik, kendince olumsuzluk arar olmuş insanlarımız. Oysa üzülmek, olumsuzluklara bakarak hayata küsmek insana hiçbir şey kazandırmaz. İnsana ufuk kazandıran, umut aşılayan, canlılık veren iyimserliğin yerine, kötümserliğin seçilmesi istense de istenmese de yaşanılacak hayatı zehir eder adama. Kaldı ki hayata gülümseyemeyen bir insanın hayattan kendisine karşı gülümseme beklemesi elbette ki mümkün değildir. Unutmayalım ki olaylar ve durumlar karşısında en çok ezilen ve zarar görenler kötümser olup da mücadele azmini kaybedenlerdir.

Yüzümüzü aydınlığa dönersek karanlık bizi rahatsız etmez. Ne demiş yüce gönüllü Mevlânâ: “Nasıl bakarsan öyle görürsün.” Arının iğnesini değil balını düşünmeli ve ona göre hareket etmeliyiz.

Neden günümüz insanının büyük bir kısmı böylesine bedbin ve karamsardır? Sorunun muhatabı elbette sosyologlar, psikologlar ve diğer toplum bilimcilerdir. Ancak ben cevabı biraz da insanın yaratılışından gelen doyumsuzlukla sonradan kazanacağı dinî terbiye ile asgarîye indirileceğine inandığım şükürsüzlüğün birbirini besleyerek büyütmesinde buluyorum.

Elbette ki herkesin kendince dert edindiği konular vardır. Bu açıdan bakınca âdeta dertsiz insan yok gibidir. Ancak, her şeyin mükemmel olduğu; gak deyince su, guk deyince yiyecek elde edilen bir dünya monotonluğunun da insan rûhunu sıktığı; her şeye sahip olan insanların yine de mutlu olamadıklarını, yaşanmış yüzlerce kötü sonla ortaya koymak mümkündür. Pek çok insan, mücadele ederek ve birtakım sıkıntılara katlandıktan sonra elde edilen başarının insanı mutlu ettiğini tecrübeleriyle bilir.

Üzüntünün, gamın, kederin meseleleri çözmediği gerçeğinden hareketle kendimizi olaylara veya durumlara tamamen teslim edelim, olaylar bizi istediği gibi yönetsin, demiyorum. Meseleler ne denli büyük ve ürkütücü boyutta olurlarsa olsunlar üzerlerine azim ve kararlılıkla yürüyelim. Olaylara, durumlara yaklaşırken hayatın bir oyunu diyelim; gülerek yaklaşalım. Bu bizim olumsuzluklar karşısında başarı şansımızı yükselteceği gibi mutluluk da verecektir.

Asık suratların yerini gülümseme; bedbin yüreklerin yerini yaşama sevinci dolu yürekler alınca; inanıyorum ki dünyamız çok daha güzelleşecektir.