ÇOK sevdiğim bir arkadaşım vardı. İyi niyetinden ve kalbinin sâfiyetinden asla şüphe edilmeyen bu dost canlısı yoldaşım alabildiğine dağınıktı. Vaktinde bir yere gidemezdi.

ÇOK sevdiğim bir arkadaşım vardı.

İyi niyetinden ve kalbinin safiyetinden asla şüphe edilmeyen bu dost canlısı yoldaşım alabildiğine dağınıktı.

Vaktinde bir yere gidemezdi.

Ne yapar eder kendini affettirirdi ama.

Kötü niyetine rastlanmadığı ve ikinci bir gizli ajandaya sahip olmadığı herkesçe malûm olduğundan kendisine küsemezdiniz.

Gücenik davranamazdınız.

Kapris yapmaya yeltenemezdiniz.

Sözleştiğiniz saatte gelmediğinde ağız dolusu söylenseniz bile sokağın ucundan göründüğünde üstünüze çektiğiniz tüm negatif enerjiniz bir balon gibi sönüp giderdi.

Öğrencilik yıllarında geç kalmalarından dolayı çoğu dersinden 'Yok yazılırdı' yoklamada ama sevecenliği ve zekasıyla işleri kurtarırdı.

Bir masumiyeti vardı ki, başkasında bunu görüp müşahede etmek neredeyse yaşadığımız şu çağda imkansız gibiydi.

Bu dünyanın adamı değil diye düşünürdük hakkında.

'GAFLETTE kaldım.' demek olurdu ilk cümlesi.

Ne kadar kızmaya çalışsanız, ayar vermeye kalkışsanız, kendisini toparlaması için destek vermeye gayret etseniz size söyleyeceği tek cevabı buydu.

'Gaflette kaldım.'

Sonraları bu cümle üzerinde çokça düşündüğüm olmuştur.

Kim gaflete düşmez ki?

Hangimiz gaflete yenilmeyiz ki?

Kaçımız gafil avlanmamışızdır ki?

Hepimizi ucundan, kıyısından şu ya da bu şekilde yakalamıştır bu gaflet belası.

GAFLET konusu hiç gündemimden düşmedi.

Arkadaşım yalan dünyayı bırakıp gerçek aleme göç edince sanki bu cümle bana onun mirası gibi kaldı.

Bir süre sıkça kullandım.

Sığındım hatta.

Ama öğrendim ki, gaflete sığınılmazmış.

Bizler gafleti hafifletici bir sebep olarak algılayıp değerlendiriyoruz ama hiç öyle değil.

Unutma ve yanılma anlamı ile sınırlayıp işin içinden sıyrılamayız.

Dalgınlık ve dikkatsizlik olarak yorumlayıp meseleyi küçültemeyiz.

Beşerî bir ihmal diyerek bir kenara koyamayız.

Bir şeyin gerekliliğini bildiğimiz halde sehven bilmiyormuş gibi yapamayız.

Kavrayamadım, idrak edemedim, dikkatimi veremedim gibi avuntulara tutunamayız.

Aklımız var, düşünmek için.

Kalbimiz var, anlamak için.

Gözümüz var, görmek için.

Kulağımız var, duymak için.

Hadi diyelim ki, bunlara da kendimizce mazeretler uydurduk, yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim bize şeytanı anlatıp düşmanımız olarak önümüze koymadı mı?

Kovulduğunu bildirmedi mi?

Kıyamete kadar yolumuzda oturacağını, dostları ile bize bin bir hilebazlıkla yaklaşacağı konusunda uyarmadı mı?

Bununla da yetinmeyip şeytanın kendi dilinden sorumluluk almayacağı ve kudretinin yani yaptırım gücünün olmadığı ifade edilmedi mi?

İmanı muhafaza edip şirk pisliğinden korunmak için teyakkuzda olmamız söylenmedi mi?

Fahr-i Kainat Efendimiz bize en güzel örneklik ile bunları göstermedi mi?

Tüm bunlara rağmen masumiyet içeren bir gafletten nasıl bahsedebiliriz ki?

Gaflet unutma ve yanılma değil, bile bile ladestir.

Görevlerimizi arzularımızın yenmesine izin vermektir.

Hatta ciddî ilahî uyarılar olduğu halde Allah'ı değil şeytanı dinlediğimiz için düpedüz aymazlıktır.

Kur'an'ı ezberleyip 'Hafız' olmaya verdiğimiz değer kadar onu anlamak olan 'Zakir' olmaya da ehemmiyet vermedikçe sanırım bu işin içinden çıkamayacağız.

Kölelikten kurtulmayacağız.

Unutmamak gerekir ki; gerçekten özgür olanlar ancak Allah'a gerektiği gibi kulluk yapabilirler.

Gaflete sığınmadığımızı nefis ve şeytanla olan bağlarımızı kopararak göstermeliyiz.

Ya Selam!