Geçen haftadan itibaren Gazetemizde “Filozofların Ahlak ve Devlet ve Üzerine Görüş ve Önerileri” başlığı altında güçlü ve sağlam bir Devletin nasıl kurulacağı ve ahlak, adalet ve hukuk temelleri üzerinde nasıl yükseleceği üzerinde fikirlerimi sunmaya başladım.

Geçen haftadan itibaren Gazetemizde 'Filozofların Ahlak ve Devlet ve Üzerine Görüş ve Önerileri' başlığı altında güçlü ve sağlam bir Devletin nasıl kurulacağı ve ahlak, adalet ve hukuk temelleri üzerinde nasıl yükseleceği üzerinde fikirlerimi sunmaya başladım. Bu fikirlerimi sunarken, her hafta bir filozofun fikir ve görüşlerini esas alıyor ve yazı içerisinde elbette kendi görüş ve düşüncelerimi de şerh ediyorum. Bu şerhlerimde ilim, tarih, kendi gözlemlerim ve tecrübelerimi de esaslı rol oynuyor. Yıllarımı Devlet Yönetimi üzerinde kafa yormaya, fikir geliştirmeye ve bizzat Devletin içerisinde de yer alarak tecrübe edinmeye verdim. Nasıl ki, işin içinde olanlar, konuyu bizzat yaşayanlar bir işi, bir konuyu iyi bilir. Net olarak ifade edeyim, Devlet Yönetimi içerisinde 35 yıldır yer alıyorum. Elbette Devlet Yönetimini çok iyi biliyor, nerede, neler yapılması gerektiğinin farkındayım.

Tarihlerden beri Alim ve Filozoflar da güçlü bir Devletin nasıl ve hangi temeller üzerinde kurulacağına dair kafa yormuşlar ve kitaplar yazmışlardır. Geçen gün o Alim ve Filozoflardan Alman Filozof Arthur Schopenhauer'ın ahlak, hukuk, Devlet ve siyaset üzerindeki görüş ve düşüncelerini kendi şerhim, kendi fikirlerimi de ekleyerek sizlere bu gazetede sunmuştuk. Bu yazımızda Türk İslam Alimi Farabi'nin ahlak, adalet, Devlet ve siyaset üzerine geliştirdiği fikir ve düşüncelerini sizlere sunacağım inşallah.

Ünlü Türk ve İslam Filozofu Farabi İslam dünyasında çok tartışılan, bazı zamanlar da yanlış tanıtılan çok değerli bir Alimdir. Allah O'ndan razı olsun. Farabi, genel olarak felsefeye ve onun içinde de siyaset felsefesine büyük önem vermiş bir kişidir. Farabi, toplumu oluşturan ve insanları bir arada tutmak ve sağlam bir toplum oluşturmak için ahlak temelleri üzerinde yükselen bir siyaseti önermiştir. Bu temel üzerinde görüş ve düşünce geliştirmiştir.

Farabi doğru hareketlere, ancak doğru bilgiler ile ulaşılabileceği fikrini savunur. Gerçekten de insan niye yanlış yapar? İnsan bilmediği ya da yanlış bildiği için yanlış hareketler yapar. Öyleyse ilk olarak insanlara gerçekleri, doğruları ve iyi olan bildirmek ve göstermek gereklidir. Farabi'ye göre insanoğlu, teorik ve pratik akıl yoluyla ahlaklı bir yol çizmek, adaletli bir yönetim sergilemek için bilgi elde etme gücüne sahiptir. Ancak bilgi düzeyinde ahlakın kaynağına erişmiş olmak, ahlaklı olmayı garanti etmediği gibi, teorik ve pratik aklı yetkinleştirip ahlakın kaynağına erişebilmekte herkes için söz konusu olmamaktadır. Bunun nedeni, insanoğlunun tabiatının iyiye de kötüye de meyyal olabilmesi ve insanın ahlaki olanı bilse bile onu eylemek hususunda iradesine hakim olmaması olgusudur. Bu nedenle kişilere ahlaki olanın ne olduğunu bildirecek hatta onlar üzerinde yaptırım uygulayacak bir otoriteye ihtiyaç vardır. Farabi'de dini otoritenin yanında siyasi otorite de ahlak meselesinde söz sahibi olduğu görülmektedir. (Mirpenç AKŞİT, Dr. Öğr. Üyesi, Iğdır Üniversitesi, http://www.ekevakademi.org/Makaleler/1548811728_15%20Mirpenc%20AKSIT.pdf)

İnsanın içinde aklı ve fikri onu sınırlamalıdır. Eğer bir insanı aklı ve fikri sınırlayamıyor ve kişi kötülüğe meyyal bir halde ise, onu Devlet kontrol altına almalı ve sınırlamalıdır. Yani, kendini sınırlayamayan ve kontrol edemeyen kişi serbest bırakılmamalıdır ve kontrol için Devlet'in sağlam ve güçlü kuralları devreye girmelidir.

İşte siyaset bunun için vardır. Güçlünün zayıfı ezmesi için değil, ahlaksızların kontrol edilmesi ve topluma zarar vermemesi için Devlet ve Siyaset felsefesi geliştirilmelidir. Evet, Farabi'nin anladığı manada siyaset esasında güç gösterisi ve anlamsız şekilde bir üstünlük yarışı değildir. Siyaset, toplumdaki fertlere iyi ve doğruyu göstererek ve iyi ve doğru alışkanlıklar da kazandırarak onları iyi insanlar haline getirme sanatıdır. Farabi'nin maksadı tüm insanları mutlu bireyler haline getirmektir.

Tabi insanları yalnızca maddiyatla mutlu etmek değildir asıl maksat. Öyleyse nedir asıl maksat? Asıl maksat insanları manevi hazlarla, ruhlarını da besleyerek mutlu etmektir. İnsanların yalnızca bedenlerinin haz ve ihtiyaçlarını düşünen bir sistem ve buna ilişkin bir felsefe ancak acı ve hüzün getirir. Öyleyse öyle bir felsefe ve bilgi sistemi oluşturulmalıdır ki, hem mana ve hem de madde, hem fizik ve hem de metafizik alem için hazırlanmalıdır. Hem Dünya, hem öte Dünya için çaba sarfetmektir asıl mutluluk.

Yalnızca dünyevi mutluluklar ve bedeni hazlar için çalışan ve sistemini yalnızca maddi refah için oluşturan bir Devlet, adeta canavarlar ve Frankensteinlar meydana getirir. Bizim arzuladığım ve istediğimiz Devlet modeli bu olamaz. Bizim düşündüğümüz ve kurmaya çalıştığımız Devlet, insanları hem manevi ve hem de maddi yönden geliştiren ve hem bu Dünya ve hem de Ahiret için hazırlayan Devlet'tir. İşte Farabi'nin de kurmak istediği Devlet modeli budur.

Alim ve Filozof Farabi işte bu noktalar üzerinde (manevi ve maddi mutluluklar üzerinde) fikir ve düşünce geliştirir. Farabi'nin ortaya koyduğu felsefi sisteminde, mantıktan metafiziğe ahlak ve siyaset temelli bir hedef mevcuttur. Bu hedef mutluluğun ta kendisidir. Farabi'ye göre hakiki felsefe ile gerçek din arasında bir çatışma yoktur her ikisi de gerek maksat ve gerekse muhteva bakımından bütünsel bir tablo sunmaktadır. O sunulan tablo mutluluğun ta kendisidir. Gerçek felsefe de, doğru din de mutluluk için yapılması gerekenleri sunmaktadır. Doğru din derken elbette maksadımız İlahi Dinler'dir.

Farabi, Din ve Ahlak temelinde düşünce geliştiren ve aklı esas alan bir alimdir. Farabi, ahlak kavramını doğru ve yanlış eylemler yani faziletler ve bozukluklar üzerinden değerlendirmiştir. Ahlaki faziletler ve ahlaki bozukluklara ancak belirli mizaçtan doğan fiillerin belli bir zamanda defalarca tekrar etmesi sonucu alışkanlıklar haline gelmesiyle oluşur. Eğer bu fiiller iyi ise nefiste meydana gelen şey fazilet, kötü ise rezalettir. Faziletler, ifrat ile tefritin ortasıdır. Yani nefsin orta durum melekesi iken rezaletler sonsuz sayıda olabilir. Faziletler aklın yolu ve orta yoldur ve dengeyi ifade eder. Buna karşılık, rezaletler ve azgınlıklar sınır taşımaz. İşte insana sınırsız ve uçsuz bir şekilde azgınlığa gidecek serbestlik tanındığı için, bunun Dünyada imtihanın bir gereği olduğu için, sınırlama ve dengeli olmak için kurallar gereklidir. O sınırlamayı ve dengeyi hem Devlet, hem de insanın aklı sağlamalıdır. İnsan kendi aklı ile dengeyi sağlayamıyorsa, ahlaktan uzaklaşacak derecede nefsine uyuyorsa, Devlet hemen devreye girerek sınırlamayı sağlamalı ve dengeyi kurmalıdır. Yoksa sonu kötüye gider. Devletin ve Toplumun da sınırlamadığı insan, maazallah, azgınlığa meyillidir.

Ahlakın yaygınlaştırılması ve hatta alışkanlık olarak tüm Toplu düzeyinde yer bulması, Devleti yönetimini ellerinde bulunduranların, halklarına iyi fiilleri yapmayı alışkanlık haline getirmeleri ile mümkündür. Yani A'dan Z'ye tüm yöneticiler vatandaşlara iyi örnek olmak zorundadır. Siyaset ile ahlak ilişkisi adeta bir birini tamamlayan vücudun azaları gibidir. Farabi, insan topluluklarını canlı bir organizmaya benzetir. Ona göre canlının varlık ve bütünlüğünün korunması için her bir parçanın ahenkle bir arada bulunması gerekir. Tıpkı bir organizmanın sağlıklı yaşayabilmesi için her bir organ arasında işbirliği olması, her parçanın bağlı olduğu birime uyması ve kendine düşen görevi layıkıyla yaptığı gibidir. Aynı şekilde insanların da bir arada yaşayarak bir bütünlük oluşturmaları, aralarında iş bölümü yapmaları ve herkesin görevini icra etmesi ve bunu yaparken örnek olması Farabi'nin siyaset anlayışının temel taşıdır (Mirpenç AKŞİT, Dr. Öğr. Üyesi, Iğdır Üniversitesi, http://www.ekevakademi.org/Makaleler/1548811728_15%20Mirpenc%20AKSIT.pdf)

(Yazıma kaldığımız yerden devam edeceğim, inşallah)