Filistin Sorunu’nun tarihsel kökenleri (2)

Hz. Davut MÖ 1040 yılında İsrail’in başına geçip Kral olduğu dönemde kendisine aynı zamanda peygamberlik te verildi. Bu dönemde Davut Yahudi kabileleri birleştirmeyi başarmış ve Kudüs şehrini merkez yapmıştır. Davud ölünce, İsrail Krallığının başına oğlu Hz. Süleyman (MÖ 970-930) geçti. Süleyman Mabedini (Mescid-i Süleyman) inşa etti ve onun dönemi Yahudi Devleti’nin en ihtişamlı zamanı oldu. Süleyman’ın MÖ 930 yılında ölmesinden sonra Yahudi Krallığı iç ihtilaflar sebebiyle kısa sürede parçalandı. Ülkenin kuzeyinde İsrail güneyinde ise Yahuda Krallıkları kuruldu. İki krallık arasında ihtilaflar hiçbir zaman eksik olmadı. Dolayısıyla, her iki devlet de fazla uzun ömürlü olmadı. MÖ 722 yılında Asurlular, İsrail Devletini ortadan kaldırmıştır.

Diğer devlet Yahuda Krallığı ise MÖ 586’da Babil Hükümdarı Nabukadnezar (II. Buhtunnasır) tarafından yıkılmıştır. Nabukadnezar son Yahudi Kralı’nın gözleri önünde bütün Süleyman Hanedanının prenslerini öldürtmüştür. Süleyman Mabedini ve sarayını yağmaladıktan sonra yıkmıştır. Kudüs’te bulunan Yahudi halkının bir kısmını burada bırakarak büyük bir kısmını Mezopotamya’ya sürmüştür. Babil devleti, Pers İmparatoru Cyrus (Keyhüsrev) tarafından MÖ 539’da ortadan kaldırılmış ve bölge Pers egemenliği altına girmiştir. Bu dönemde Yahudiler Babil’de bulundukları sürgünden kurtulmuştur.

Yahudiler daha sonra Yunanlıların ve ondan sonra da Romalıların idaresi altına girmişlerdir. Roma idaresinde, Yahudiler üzerinde olan vergilerin ağırlığı, mahalli feodal yöneticilerin baskısı ve her iki tarafın da birbirlerinin din ve ibadetlerini hakir görmeleri neticesinde Yahudi halkı MS 67 Roma idaresine karşı isyan etmiştir. İsyanı bastırmak için Kudüs üzerine yürüyen Romalı General Titus, Kudüs’ü tahrip ederek şehrin bütün zenginliklerini yağmaladı ve Süleyman Mabedini yıktı. Roma İmparatorluğu’na karşı başlatılan ayaklanma üzerine, MS 70 yılında Filistin’de yaşayan tüm Yahudiler toplu olarak sürülmüştür. Diaspora olarak ta anılan bu toplu sürgünün sonunda, Yahudilerin büyük bir kısmı Filistin’den çıkartılmış ve dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır.

Roma’dan sonraki Bizans döneminde, Kudüs önem kazanmaya başlamıştır. Zira 312 yılında İmparator Konstantin’in Hıristiyanlığı kabul etmesiyle birlikte, Kudüs, Hıristiyanlığın merkezi olmuş ve burada çok sayıda kilise inşa edilmişti. 395 yılında Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından sonra, Bizans’ın hakim olduğu coğrafyada Hıristiyanlık daha büyük bir hızla yayılmaya başladı ve bu sebepten dolayı Yahudilere karşı baskılar arttı. Bu dönemde bölge, 611’de Sasani istilasına uğradı ve 614’te Kudüs büyük bir katliama maruz bırakıldı. Sasaniler tarafından işgal edilen Kudüs’ü 629 yılında İmparator Herekleios kurtarmıştır. Bizans’ın şehri yeniden ele geçirmesi esnasında İmparator Herekleios, Sasaniler’le işbirliği yapan Yahudilerden büyük bir intikam almıştır. Herekleios’un baskı ve eziyetlerinden dolayı birçok Yahudi Hıristiyanlığı benimsemek zorunda kalmıştır.

MS 629 yılında Kudüs’te yeniden başlayan Bizans dönemi, 638 yılında şehrin Hz. Ömer tarafından fethine kadar devam etmiştir. Kudüs, Bizans’ın hâkimiyetinde iken Müslümanların ilk kıblesi olarak tayin edilmiştir. 623 yılında Kıble Kudüste’ki Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a (Kâbe’ye) çevrilmiştir. Hz Ömer, Kudüs’ü fethettiğinde 'Bu şehri istiyordun Ya Resulullah, işte şehri fethettik ve Kudüs kardeşlerine kavuştu' demiştir.

Hz Ömer, Romalılar tarafından yıkılmış olan Mescid-i Süleyman’ın yerine Mescid-i Aksa ‘yı (Uzaktaki Mescid) inşa etmiştir. Müslümanları hakimiyetiyle birlikte, fetihten önceki dönemlerde Filistin ve Kudüs’teki farklı dinden insanlara uygulanan tüm zulüm ve baskılar ortadan kaldırılmış ve şehir barışın, hakkın ve adaletin hakim olduğu bir dini merkez haline dönüştürülmüştür. Bundan dolayı Kudüs şehrine Medinetü’s-Selam, Darüsselam (Barış şehri) yahut Beytü’l-Makdis (Kutsal şehir) gibi adlar takılmıştır. Kudüs şehri böylece, fetihten sonraki dönemde tam bir İslam şehri haline getirilmiş, İslam’ın adalet ve hoşgörüsü Müslüman olmayan bütün insanlara da uygulanmıştır. Filistin’in fethedilmesinden sonra Hz. Ömer, Yahudilerin Kudüs’e dönmelerine izin verdiği gibi, onlara ihsanlarda da bulunmuştur. Emeviler devrinde çok sayıda Arap kabilesi Filistin’de iskân edildi. Halife Abdülmelik b. Mervân bu bölgeye, özellikle de Kudüs’e büyük önem verdi. Mervan, Mescid-i Aksa’yı onarıp genişlettiği gibi bu mescidin tam karşısına (687-691) yıllarında Kubbet-us Sahra’yı yaptırmıştır. Bu Mescid Kudüs’teki maddi ve manevi değeri büyük mimari şaheserler arasında yer almaktadır.

Abbasiler devrinde Filistin, merkezi Remle olmak üzere Suriye ile birlikte bir eyalet haline getirildi. Bölge daha sonra Tolonoğulları (868-905), tekrar Abbasiler ve sonra da İhdişiler’in (935-969) idaresi altına girdi. Fatımiler Mısır’a hâkim olduktan kısa bir süre sonra Filistin’i zapt ettiler (969). Daha sonra Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kardeşi Tutuş, Suriye-Filistin Selçuklu Devleti’ni kurduktan sonra şehir Türk hakimiyeti altına girdi ve yönetimi Artuk Bey’e verildi. Artuk Bey’in ölümünden sonra Kudüs Fatımiler tarafından tekrar zapt edildi.

Ancak, Kudüs’ün İslam idaresi altına girmesi Avrupa’da büyük rahatsızlık uyandırmıştır. Hal böyle iken bile gerek Emevî ve Abbasi idareleri ve gerekse de Türk-İslam hâkimiyeti dönemlerinde, bölgede barış ve istikrar hüküm sürdüğü için Avrupalı hacılar Kudüs’ü güven içinde ziyaret edebilmişler ve dinî vazifelerini eksiksiz yerine getirebilmişlerdi. Fakat daha sonraki dönemde siyasi, dinî ve ekonomik sebepler yüzünden başlatılan Haçlı Seferleri sebebiyle bölgedeki barış ve istikrar iklimi bozulmaya başlamıştır. Böylece, Haçlılar 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü işgal ederek binlerce Müslüman’ı katletmişler ve burada bir Latin Krallığı kurmuşlardır. Filistin bu dönemden sonra pek çok savaş ve karışıklıklara sahne olmuştur. Latin krallığı döneminde Müslümanlara ait mekânlar yıkılmış, yıkılmayanlar ise kiliseye çevrilmiştir.

Ne var ki 88 yıl devam eden Haçlı esareti döneminde Kudüs’te gerçekleştirilen baskı ve zulümlere Müslümanlar daha fazla tahammül gösterememiştir. Nitekim 1187 yılında Selahaddin-i Eyyubi tarafından kazanılan Hittin Savaşıyla Kudüs yeniden Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. Böylece Filistin tekrar Türk-İslam hâkimiyetine girmiştir. Selahaddin Eyyubî Kudüs’ü aldıktan sonra bütün Yahudileri Kudüs’e dönmeye davet etmiş ve bu davet üzerine Mısır, Suriye, Mezopotamya, Güney Avrupa ve hatta Fransa ve İngiltere’den birçok Yahudi Kudüs’e göç etmiştir. Filistin daha sonra Memlük Devleti’nin hâkimiyetinde kalmış ve Yavuz Sultan Selim’in 1516’daki Mısır Seferiyle de Osmanlı idaresi altına girmiştir.