EN sık tekrarladığı cümle buydu: Endişelenme hakkım var. Oysa biz kendisini hiç tasalanmış bir durumda görmemiştik. Meselelere derin ve geniş açıdan bakar, çoğumuzu düştüğümüz karanlık kuyulardan o kurtarırdı elini uzatarak.

EN sık tekrarladığı cümle buydu: Endişelenme hakkım var.

Oysa biz kendisini hiç tasalanmış bir durumda görmemiştik.

Meselelere derin ve geniş açıdan bakar, çoğumuzu düştüğümüz karanlık kuyulardan o kurtarırdı elini uzatarak.

Ve bunları gerçekleştirirken en küçük bir telaşını sezmezdik.

Herhangi bir hususta stres yaptığı, kendini darlandırdığı hiç görülmemişti.

Buna rağmen sıkça kullandığı bu cümle bizi hayrete düşürür zaman zaman acaba bizimle amiyane tabirle 'Maytap mı geçiyor?' derdik.

ENDİŞELENMEYİ merak olarak yorumlayacaksak eğer evet, bilimsel merakları vardı.

İlmin her alanına ilgi duyardı.

Yeni verilere ulaşıp nüfuz eder sohbetlerinde bunlara işaret ederek daima ufkumuzu açardı.

Bu sebeple kast ettiği bu olamazdı çünkü zaten onunla mücehhezdi.

KORKU da diyemezdik onun endişelenme olarak tanımladığı hususa.

Zira onun tırstığı, korkup gerilediği, doğru bildiğini usulüne uygun olarak söylemekten çekindiği vaki değildi.

En azından biz şahidi değildik.

Demem o ki, bu şıkkı da elemek zorundayız.

KUŞKU olabilir diyenleriniz çıkabilir içinizden.

Hayır efendim, değil.

Şüpheyi toz zerreleri şeklinde betimleyecek olursak ona bir tanesi bile konmuş değildi.

Bırakın, iki de bir cümlelerinin arasına sıkıştırıvermesini...

İşte tüm bunlar meseleyi çözmek için üzerimizde görünmez ama korkunç bir baskı oluşturuyordu.

TOPLUMUN yüzde onunda kaygının yoğun biçimde yaşandığını biliyoruz.

Bir kere kişi endişelenmeye başladığında uçsuz bucaksız bir sahraya düşmüş gibi bunun bir sonunun olmadığını gözlemliyoruz.

Başkalarına göre normal seviyede tetikte olma durumunun yerinde durmayıp sınırlarını aşarak hayat kalitesini altüst ettiğini deneyimliyoruz.

Olayların hep negatif yönüne odaklandıklarını ve her şeyi olumsuz ve korkunç yorumladıkları da ortada.

Mükemmeliyet arayışında olan çoğu kişinin paçasını tutup bırakmadığını yine duyuyoruz hepimiz.

Kurulan siyah beyaz cümleler, gri alanların olmayışı, esnemeye yanaşmamaları, genelleme eğilimleri, olumlu gelişmeleri es geçip olumsuz düşüncelere daha fazla uçuş izni vermeleri, hatta iyi durumları kötü görüp yorumlamaları ve herkesi de buna inandırabilmelerini inkar etmiyoruz.

Seçenekler arasında en kötü senaryoya yöneldiklerini kabul ediyoruz.

Hatta geçmişin kimi kusurlarını geleceğe ustalıkla taşıyabildiklerini de yine gözden kaçırmıyoruz.

Uzmanlar tüm bu nedenlerden ötürü emek verip çalışıyorlar.

Bu konuda kitapların yazıldığını, eğitimlerin yapıldığını, TV ve radyo programlarının gerçekleştirildiğini görüyoruz.

Psikologların bu hususta danışanları için ciddi gayretlerin içine girdiğinin de farkındayız.

Yine de baş edilemediğinde psikiyatri uzmanlarının ilaçla tedavi etme yoluna gittikleri de malûmumuz.

Söylemek istediğim şeyin bizim takılıp etrafında döndüğümüz meselenin bunlara uygun düşmediğidir.

O zaman başka bir mesaj var bu cümlede ama ne?

YILLAR böyle aktı geçti.

Ne biz bu cümleyi duymaz olduk ne de bir anlam bulabildik.

En son aramıza katılan yarenlerden birisi deli cesareti göstererek sormasaydı belki de bu sürüp gidecekti.

Bilmiyorum.

CEVABEN duyduğumuz açıklama şöyle olmuştu:

İMANIM için endişelenme hakkım var.

İKRARIM için endişelenme hakkım var.

EMANETİ Müslümanca teslim etmek için Müslümanca yaşama konusunda endişelenme hakkım var.

İNFÂKIMI çoğaltma konusunda endişelenme hakkım var.

İHLASIMI arttırmak için endişelenme hakkım var.

AMEL-İ SALİH'e ulaşmak için gösterdiğim gayretin yeterli olup olmadığına endişelenme hakkım var.

Benzer cümleler berrak ve şırıltılı bir nehir gibi akıp gitti.

Merakımız çözüldü.

Soru şu: Bizler de bu endişelenme hakkımızı kullanıyor muyuz?

Ya Selam!