Önceki iki yazımızda Ehl-i Sünnet’in hakkı bulmakta isabet ettiğini, ilim ve hikmet yolu olduğunu anlatmıştık. Bu yazımızda ise Ehl-i Sünnet’in hakkı tebliğ ve tavsiyede öncü; insanlığın ihyası ve âlemin imarı için seçilmiş ve sevilmiş büyük bir topluluk oluşunu izaha çalışacağız.

'Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Marufu emreder, münkerden alıkorsunuz ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inanmış olsalardı kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinde iman edenler olmakla birlikte çoğu yoldan çıkmıştır.' (Âl-i İmran: 110.)

Önceki iki yazımızda Ehl-i Sünnet'in hakkı bulmakta isabet ettiğini, ilim ve hikmet yolu olduğunu anlatmıştık. Bu yazımızda ise Ehl-i Sünnet'in hakkı tebliğ ve tavsiyede öncü; insanlığın ihyası ve alemin imarı için seçilmiş ve sevilmiş büyük bir topluluk oluşunu izaha çalışacağız.

Girişte verilen ayette ümmet-i Muhammed için 'insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet' ifadesi kullanılmaktadır. Buradaki 'insanlar'a, Hz. Âdem'den (a.s.) beri gelen bütün ümmetler dahildir. Yani Muhammed ümmeti, gelmiş geçmiş bütün insanlık içindeki en hayırlı ümmettir.

Ümmet-i Muhammed'i ise Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat mensupları temsil eder.

I- AYETİN TEFSİRLERDEKİ İZAHI

1- 'En Hayırlı Ümmet'in Kahir Ekseriyetini Ehl-i Sünnet Teşkil Eder

Kurtubî Tefsirinde bu ayetle ilgili şu ifadeler yer almaktadır:

'Denildiğine göre burada sözü geçenler Muhammed'in (s.a.v.) ümmetidir. Yani onların arasından salih kimselerle faziletli olan kimseler kast edilmektedir. Kıyamet gününde diğer insanlara karşı şahitlik edecek olanlar da, Bakara Suresinde (143. Ayette) geçtiği gibi onlar olacaklardır.' (c: 4, s: 326.)

Bu satırlarda atıfta bulunulan Bakara 143. Ayetteki 'vasat ümmet' kavramını bir önceki yazımızda anlatmıştık.

O ayetle buradaki Âl-i İmran: 110. Ayet birlikte düşünüldüğünde, ahirette diğer ümmetlere şahitlik yapacak, kahir ekseriyetini Ehl-i Sünnet mensuplarının oluşturduğu 'vasat ümmet'in, aynı zamanda 'insanlar için seçilmiş en hayırlı ümmet' olduğu da anlaşılmaktadır.

Tefsirdeki izahla devam edelim:

'Şöyle de denilmiştir:

Bu husus Resulüllahın (s.a.v.) ashabı içindir. Nitekim Hz. Peygamber (şöyle buyurmuştur): 'İnsanların en hayırlısı benim (aralarına peygamber olarak gönderilmiş olduğum) bu neslimdir.' (Buhari, Şehadat 9.)'

Tefsirde sadece bu kısmına yer verilen hadis-i şerifin hemen devamında şu ifade de vardır:

'Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir…'

Bu bilgilerden şu sonuca ulaşmak mümkündür:

'En hayırlı ümmet' tabirinin ilk sıradaki muhatapları, Hz. Peygamberin (s.a.v.) yolunu harfiyen yaşayan Sahabe, onların terbiyesiyle yetişen Tabiîn ve Tabiînin terbiyesiyle yetişen Tebaîtabiîn neslidir. Bu nesiller ise Ehl-i Sünnet yolunun öncüleridir.

Peki acaba 'en hayırlı ümmet' tanımlaması sadece bu üç nesli mi ifade etmektedir, yoksa Ehl-i Sünnet silsilesi içinde sonraki nesiller de buna dahil edilebilir mi?

Evet, bu üstünlük sonraki nesiller için de geçerlidir. Kurtubî Tefsirinde bu husus şu hadislerle delillendirilmiştir:

'Salih b. Cübeyr, Ebu Cum'a'dan şöyle dediğini rivayet eder:

'Ey Allah'ın Resulü! Bizden daha hayırlı bir kimse var mıdır?' diye sorduk. O şöyle buyurdu:

'Evet, sizden sonra gelen ve iki kapak arasında bir kitap görüp onda bulunanlara iman eden, bana da beni görmedikleri halde iman eden bir topluluktur.' (İbn Abdilberr, El İstizkar, II, 172.)

… Ebu Salebe El Huşenî de Hz. Peygamberden (s.a.v.) şöyle dediğini rivayet eder:

'Şüphesiz önünüzde öyle birtakım günler vardır ki, o günlerde dini üzerinde sabır ve sebat gösterecek bir kimse, tıpkı kor ateşi avucunda tutan kimse gibi olacaktır. İşte o günlerde amel eden kimseye, onun gibi amelde bulunan elli adamın ecri kadar ecir verilecektir.'

'Ey Allah'ın Resulü! Onlardan birisinin ecri kadar mı?' diye sorulunca 'Hayır, sizden birisinin ecri kadar!' diye buyurdu. (Ebu Davud, Melahim 17.)' (c: 4, s: 328 – 329.)

Bu ve benzeri hadisler, 'en hayırlı ümmet' tanımlamasının, ümmet-i Muhammed'in tamamı için, bütün zaman mekanları içine alacak şekilde yapıldığını göstermektedir.

2- En Hayırlı Ümmet Olmanın Sebebi

Ayet-i kerimede ümmet-i Muhammed'in en hayırlı ümmet oluşunun sebepleri de zikredilmiştir.

Bunlar emr-i bi'l maruf, nehy-i ani'l münker yapmaları ve Allah'a inanmalarıdır. Ki bu iki vasıf, Ehl-i Sünnet'in en bariz alametidir.

Bu gerçeği yine tefsirlere müracaatla izah edelim.

Mesela Ruhu'l Beyan Tefsirinde şu ifadeler yer alır:

'İyiliği emreder, fenalığı engellersiniz.' Hayırlı ümmet olmanın sebebi, iyiliği emredip kötülüğü engellemedir. Bu hayırlılığın sebebi iki güzel niteliktir. İyiliği emretmek, kötülüğe engel olmak; inanılması gereken şekilde 'Allah'a' Onun Peygamberine, Kitaba, hesaba ve cezaya 'inanırsınız.' (c: 2, s: 59.)

Ali Sabûnî Tefsirinde ise şöyle denir:

'Buhari, Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder:

İlgili ayetin tefsirinde Ebu Hureyre 'Siz insanların hayırlısısınız. Onları sevk ve teşvik edersiniz de onlar İslam'a girerler' (Buhari, Tefsiru's Sure, 3, 7.) demiştir. Bu bölüm Müslümanların niçin hayırlı olduğunu açıklar. Sanki şöyle denilmiştir: Sizin hayırlı ümmet olmanızın sebebi şu güzel hasletleri taşımanız, yani iyiliği emretmeniz, kötülükten men etmeniz ve Allah'a iman etmiş olmanızdır. Hz. Ömer'in (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmiştir: 'Kim bu ümmetten olmayı isterse, bu hususta Allah'ın koyduğu şartı yerine getirsin.' (Muhtasaru İbn Kesir, I / 311.)' (c:1, s: 412.)

Bütün tarih şahittir ki emr-i bil maruf, nehy-i ani'l münker görevi hep Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat tarafından yerine getirilmiştir. Yetmiş üç fırka hadisinde geçen yetmiş iki bidat ve dalalet fırkasından hiçbiri, tarihin hiçbir döneminde emr-i bi'l maruf, nehy-i ani'l münker, tebliğ, cihad vs. gibi İslam'ın neşv u nema bulmasına hizmet edecek kayda değer bir faaliyette bulunmamıştır. Kendi kabullerince bir çalışma yapmış olsalar dahi, bu çalışmalar insanlığın hayrına bir netice vermemiştir.

Hayırlı ümmetin ikinci vasfı olan 'Allah'a iman etmek' ifadesi tefsirlerde fazla açılmamıştır. Önemine binaen bu konuda şunu söylemeliyiz:

Buradaki 'Allah'a iman' ifadesi imanın altı şartından birincisi gibi görülse de, hakikatte diğer bütün şartlarını da ihtiva etmektedir. Bu da her türlü bidat ve hurafeden uzak, sahih Ehl-i Sünnet' ve'l Cemaat akidesidir.

Kuran cevamiu'l-kelimdir, yani az sözle çok mana ifade eder. Bu sebeple de Ehl-i Sünnet'in sahih itikadı bu ayette 'Allah'a iman' ifadesinde cem edilmiştir.

Bu noktada dinlerarası diyalogcuların bir hezeyanına da cevap vermek gerekir:

Onlar, Bakara: 62. Ayeti dillerine dolayarak, ehl-i kitap, yani Yahudi ve Hıristiyanlar için, ayette geçen 'Allah'a' ve 'ahirete iman' şartlarını yeterli görüp diğer dört şartın bu din mensuplarını bağlamadığını iddia ediyorlar. Böyle bir yaklaşım ehl-i kitabı imanın şartlarının bazılarından muaf tutmak suretiyle itikadî anlamda bir cinayettir; küfrü irtikap etmektir. Bir diğer cihetle de Kuran'ın üslup ve metodunu hiç anlayamamaktır. Ama buradaki sorunun anlayış noksanlığından ziyade, kasıtlı bir şekilde Kuran'ı tahrif olduğunu da söylemeliyiz. Bu ayette (Bakara: 62' de) Allah'a ve ahirete iman şartı zikredilerek imanın bütünlüğü kast edilmiştir. Allah'a imanın yanında ahirete imanın da zikredilmesi, ehl-i kitaba ahiretteki sorumluluklarını hatırlatmak içindir.

Eğer Bakara: 62. Ayetin zahirine bakılarak imanın şartı ikiye indirilirse, o zaman bu ayette (Âl-i İmran: 110' da) geçen sadece Allah'a iman şartı nasıl izah edilecektir?

Kurtuluş için bir ayette iki, başka bir ayette tek şartın koşulması -haşa- bir çelişki olmaz mı? Kuran'da çelişki olmayacağına göre (Nisa: 82.), ayetlerin bu şekilde anlaşılamayacağı ortadadır.

Konumuza dönecek olursak Âl-i İmran:110'daki 'Allah'a iman' şartı Ehl-i Sünnet' ve'l Cemaat akidesine işaret etmektedir.

3- Ehl-i Kitabın Gerçek İmana Çağrılması

Ayetin devamında ehl-i kitabın da 'hayırlı ümmet' vasfını taşıyan Ehl-i Sünnet gibi inanması gerektiğine vurgu yapılmaktadır:

'Kitap ehli de inanmış olsalardı kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinde iman edenler olmakla birlikte çoğu yoldan çıkmıştır.'

Onların bir kısmının iman etmesinden maksat, Hıristiyanlardan Necaşi, Yahudilerden Abdullah b. Selam gibi, Müslüman olmuş kimselerdir. İman etmeyen, Müslüman olmayan hiçbir ehl-i kitap mensubu kurtulamaz. Kurtulabilmeleri için mutlaka Hz. Peygamberi (s.a.v.) tanımaları ve onun yolunda olan Ehl-i Sünnet müntesipleri gibi inanmaları gerekir.

II- BU İZAHLARDAN ÇIKAN NETİCE

Buraya kadar ortaya konan gerçekler göstermiştir ki, ayette zikredilen vasıflar Ehl-i Sünnet'in vasıflarıdır. Ehl-i Sünnet, ümmet içinde 'sevad-ı a'zam'dır. Yani en büyük kalabalıktır, çoğunluktur. Bu büyük çoğunluk, yetmiş üç fırka hadisinde geçen fırka-yı naciyedir, kurtuluş topluluğudur.

Ayete dair tefsirlerde yapılan izahlardan iki zaruri netice doğmaktadır.

Birincisi Ehl-i Sünnet'in sahih, doğru bir itikatla sırat-ı müstakim üzere olduğu; ikincisi de hakkı, yani İslam'ı tebliğ ve temsil makamında olup, hakkı tavsiye ile insanları irşad ettiği gerçeğidir.

Tarih boyunca bu vazifeleri Ehl-i Sünnet camiasının ifa ettiği bilinmektedir.

Bütün fetihler, tebliğ, irşad ve ikaz çalışmaları, bu vesileyle İslam'ın dünyaya yayılması, hep hakka tabi olan bu Ehl-i Sünnet camiasının eliyle olmuştur.

Bidat ve dalalet fırkalarının -sapkınlık üzerine yapılandıkları, bozuk itikatlara sahip oldukları için- fitne fesat çıkardıkları, bu sebeple hakkı temsil edemeyecekleri ve tebliğde bulunamayacakları, azlıkları sebebiyle buna güçlerinin de yetmeyeceği ortadadır.

İtikadında bidat ve dalalet olan; iyilik yapmak, ihya faaliyetinde bulunmak şöyle dursun; yıkmaktan, zulmetmekten ve karışıklık çıkarmaktan başka hüneri olmayan ve bu sebeple de hadis-i şerifte belirtildiği üzere hepsi de cehennemlik olan bu sapkın fırkaların, ayette methedilen 'insanlar için çıkarılan hayırlı ümmet' olmaları da zaten düşünülemez.

Bütün bu sebeplerle bu 'en hayırlı ümmet'i Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat mensupları teşkil etmektedir. Ayetin tefsirlerdeki izahlarında ısrarla sahih bir imana ve gerçek bir istikamete vurgu yapılması bu gerçeği teyit ve ispat etmektedir. Naklî ve aklî deliller ve de tarihî gerçekler de bunu göstermektedir.