Merhum Necip Fazıl'ın Sakarya Türküsü'nde geçen; "öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" mısrasından aşina olduğumuz "parya" kelimesinin sözlük anlamıyla başlayalım. Katı bir toplum düzeninde, kast sisteminin dışında kalan...

Merhum Necip Fazıl'ın Sakarya Türküsü'nde geçen; "öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" mısrasından aşina olduğumuz "parya" kelimesinin sözlük anlamıyla başlayalım. Katı bir toplum düzeninde, kast sisteminin dışında kalan, hiçbir toplumsal sınıftan kabul edilmeyen, tüm haklardan yoksun olanlara deniyormuş "parya". Bu sözcüğün bana hatırlattığı bir anım var.

Yıllar yıllar önce biz ortaokuldayken, yazdığım, kitap konulu, esprili bir şiiri çok beğenen Türkçe öğretmenimin ısrarıyla, il genelinde bir şiir yarışmasına katılmıştım. Yazdıklarım çocukça şeylerdi ama katılım az mı oldu nasıl olduysa, şiirim yarışmada birinci seçilmiş.

Sabahına müdür yardımcısı beni odasına çağırdı ve üzülerek birinci olduğumu söyledi.

28 Şubat postmodern darbenin üstünden birkaç yıl bile geçmemişti. Başörtüsü genelgeleri duvarlarda, eğitimciler utana sıkıla peruk takıyor, okulların önünde polisler, mezuniyet töreninde (batılı) kepi (yerli) türbanın üstüne taktığı için yerlerde sürüklenen kız bizim iki mahalle ötede, biz de kapanan İmam Hatip Liselerinin son ortaokul sınıflarındanız.

Öğretmenlerimizden biri bize kelaynaklar diyordu, neslimiz tükendiği için.

Öyle bir ortamda başörtülü bir öğrenciyi, protokolün önüne çıkarmaya kim cesaret edebilir? Üstelik diğer şehirlerde, başörtülü olanların sahneden kovulduğu, ödülünün verilmediği haberleri her akşam gündemde yorumsuz olarak verilirken...

Doktordan rapor alıp törene katılmamama karar verildi. Baş belası gibi, bir suç işlemiş gibi, idarecileri zor durumda bırakmanın üzüntüsüyle çıktım okuldan. Doktorlar hasta olmadığım için rapor yazmanın evrakta sahtecilik olduğunu söylediler.

Boğazımın ağrıdığını, nefes alamadığımı, midemin bulandığını söyleyerek bir günlük rapor yazdırdım. Çocuktum ama hiç yalan söylemezdim. Söylediklerim doğruydu. Midem bulanıyordu çifte standartlardan, boğazıma düğümler diziliyordu çünkü aslında bu olaylar okul hayatımı bitiriyordu, öz yurdunda garip öz vatanında parya olmaklığımdan nefes alamıyor, boğuluyordum.

Raporu okula verip eve geldim. Hayatımda hiç ödül almamıştım. Çocukça bir heves kursağımda kaldı diye ağlamaya korkuyordum, roman-vari duygularımı kim anlayacak?

Törende ismim çağırıldığında benim yerime minik etekli bir kız gidip ödülümü almış, çağdaş kıyafetiyle devlet büyüklerimizin modern duygularını tatmin etmiş.

Ulusal dediğiniz kavramları elitlere tahsis edip, Anadolu insanını az ağlatıp inletmediniz. Şimdi kimse parmağını gözüme gözüme sallamadan, bu kadına derhal haddi bildirilmeden, bu yaşta üstelik beş para harç vermeden üniversitede okuyorsam, burda yazabiliyorsam, ben bunu Sayın Erdoğan'a borçluyum.

Benden küçükler zaten özgür bir ortama doğdu. Onlar bilmez. Ben biliyorum. Başörtülü memurlar uyarısız işten atılırken, katsayı yüzünden puanı tıp fakültesine yeten İmam Hatipliler ilahiyata bile yığılmadan dolayı gidemezken, asker anneleri yemin törenlerine saçları açık değil diye giremezken, oradaydım.

Biz tükeniyoruz derken paryaların nesli tükendi. Mehmet Akif'ten Necip Fazıl'dan vs şiir okuyup hapse girmemek ne kadar güzel.

Geçen milli bayramımızdan sonra, İmam Hatipli ya da başörtülü öğrencilerin de kutlamalara dahil olduklarını görünce, halkın her kesiminin eşit olabildiğini görünce milletim adına gurur duydum.

Hala sahnede cumhuriyetin gelişi şerefine, çarşaflıyı sarıklıyı padişahı tarihimizi, aşağılayarak kovarak tiyatral oyunlar oynatanlar ise, bir kesimin bu kast sisteminden vazgeçmeyeceğinin kesin kanıtı olarak bir kenarda dursun.

Allah bizleri bir daha onların insafına bırakmasın...