Bu yazımızda müçtehitlerin, fakihlerin, mezhep imamlarının önemine, onların içtihatlarına uyulması gerektiğine dair Sünnet’ten bazı deliller zikredeceğiz. Hz. Peygamberin (s.a.v.) Sünnet ve hadisleri dinin Kuran’dan sonra ikinci büyük delilidir.

Bu yazımızda müçtehitlerin, fakihlerin, mezhep imamlarının önemine, onların içtihatlarına uyulması gerektiğine dair Sünnet'ten bazı deliller zikredeceğiz.

Hz. Peygamberin (s.a.v.) Sünnet ve hadisleri dinin Kuran'dan sonra ikinci büyük delilidir. Sünnet'teki konumuzla ilgili deliller iki kategoride değerlendirilebilir:

Bir:

Hakkında açık hüküm bulunmayan meselelerde Sahabe'nin içtihat yapması ve Peygamberimizin (s.a.v.) bu içtihatlara karşı çıkmaması. Hz. Peygamberin bir fiile karşı çıkmaması 'takrirî sünnet' olduğuna göre, Sahabe'yle ilgili bu durum da şer'i bir delil olmuş olur.

İki:

Hz. Peygamberin (s.a.v.), ehliyetli alimlere uyulması gerektiğine dair bizzat kendi tavsiyeleri. Âlimler içinde kendilerine uyulmaya layık olanlar elbette ki dinde derinleşmiş, Kuran ve Sünnet'ten hüküm çıkarabilecek kabiliyet ve evsafta olanlardır. Bunların başında da mutlak müçtehitler, yani mezhep imamları gelir.

Şimdi bu iki kategoriden bazı deliller aktaralım:

I- SAHABENİN İÇTİHAT YAPTIĞINA, HZ. PEYGAMBERİN BU İÇTİHATLARA SES ÇIKARMADIĞINA DAİR BAZI DELİLLER

1- Hz. Peygamber (s.a.v.) Hendek Savaşından sonra, bu savaşta Müslümanların mahallesine saldırıda bulunan Benî Kureyza Yahudilerinin üzerine göndermek üzere bir birlik hazırlar ve onlara 'ikindi namazını Benî Kureyza topraklarında kılmalarını' emreder.

Bu emrin anlaşılması noktasında Sahabe iki kısma ayrılır. Bir kısmı 'Resulüllah bu sözüyle çabuk yol almamızı, hızlı hareket etmemizi kastetti; yoksa Allah'ın farz kıldığı namaz tehir edilemez' dedi ve namazını vakti içinde kıldı. Diğer bir kısmı da sözü zahiri manasında aldı ve namazı adı geçen mevkie vardıktan ve fakat güneş battıktan sonra kıldı. Sefer dönüşü hadise Hz. Peygambere bildirildiğinde o, bu iki gruptan birinin yanlış yaptığını söylemedi. Bu da Hz. Peygamberin yapılan iki içtihadı da tasvip ettiği anlamına gelir.

2- Bedir Savaşında alınan esirlerle nasıl muamele edileceğine dair bir vahiy almadığı için, Hz. Peygamber (s.a.v.) bu hususu Ashabıyla istişare eder. Ortaya yine iki görüş çıkar: Hz. Ebubekir (r.a.) esirlerin fidye karşılığında salıverilmesini uygun gördüğünü söyler. Niyeti onlardan alınacak bu fidye ile İslam ordusunu kuvvetlendirmektir. Hz. Ömer Efendimiz (r.a.) ise esirlerin öldürülmesi gerektiği görüşündedir. Zira onlarda bir ıslah emaresi görememekte, bu cezanın infazıyla yeryüzündeki fesadı önlemek arzusundadır. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebubekir'in görüşünü tercih edip uygular. Ardından nazil olan ayet-i kerime (Enfal: 67.) Hz. Ömer'in görüşünün daha isabetli olduğunu bildirir.

Bu hadisede vahiy Hz. Ömer Efendimizin görüşünün doğruluğunu tescil etmiştir, Hz. Ebubekir Efendimizin görüşü de reddedilmemiş, o görüşün tatbik edilmesine müsaade edilmiştir. Zira Hz. Ebubekir'in görüşü hatalı olsaydı, ayet hüküm uygulamaya konulmadan evvel indirilirdi. Hakkında açık hüküm bulunmayan meselelerde içtihat edilmesi ve ortaya çıkan farklı görüşlerden birinin tercih edilmesi gerektiğine dair bu hadise de bir delildir.

3- Peygamberimiz (s.a.v.) Muaz b. Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona 'Orada nasıl hükmedeceksin?' diye sordu. Hz. Muaz 'Allah'ın Kitabıyla' dedi. Peygamberimiz 'Ya Allah'ın Kitabında bulamazsan?' buyurunca Hz. Muaz 'Resulüllahın Sünnetiyle' diye cevap verdi. Allah Resulü 'Peki orada da bulamazsan?' dedi. Hz. Muaz 'O zaman içtihat ederim' diye cevap verdi. Bu cevap üzerine Peygamberimiz 'Resulünün elçisini muvaffak kılan Allah'a hamd olsun' buyurdu. (Ebu Davud, Akdiye 11; Tirmizî Ahkam 3.)

Demek ki ehli olanların, müçtehitlerin içtihat yapması, yani hakkında açık bir hüküm bulunmayan meseleleri hakkında açık hüküm bulunan meselelere kıyas ederek hükme bağlaması caizdir ve olması gerekendir.

4- Şu hadis-i şerif de müçtehitlere, fakihlere, mezhep imamlarına tabi olunması gerektiğine dair bir ölçü ortaya koymaktadır.

'İlim üçtür: Ayet-i muhkeme, Sünnet-i kaime ve faridat-ı adile.' (Ebu Davud, Feraiz 1 (2285); İbn Mace, Mukaddime 8, 54. )

Mişkat Şerhinde bu hadis hakkında şöyle denir:

'Hadiste geçen ayat-ı muhkeme; ayetleri muhkem olan Kur'an'dır. Sünnet-i kaime ise; Peygamberimizin Sünnetidir. Faridat-ı adile ise, 'Kitap ve Sünnet'e uygun ilim'dir. Bu, İcma ve Kıyas'a işarettir. Çünkü İcma ve Kıyas, Kitap ve Sünnet'ten çıkarılmaktadır. Bu sebeple İcma ve Kıyas; Kitap ve Sünnet'e müsavi ve denk tutulmuş ve 'faridat-ı adile' denilmiş ve böylece ikisiyle amel etmenin vacip olduğu tembih buyrulmuştur. O halde bu hadis-i şerifin manası: 'Dinin kaynağı dörttür: Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas' manasındadır.'

II- ÂLİMLERE UYMANIN HADİSLERLE EMİR VE TAVSİYE EDİLMESİ

Yine genelde ulemaya bu çerçevede müçtehitlere mezhep imamlarına uyulması gerektiğine dair Hz Peygamberin (s.a.v.) emir ve tavsiyeleri mevcuttur. Bu emir ve tavsiyeler ümmet-i Muhammed'den dinde içtihat seviyesinde olmayanların mutlaka bir fakih alime, müçtehide uyması gerektiğine dair delildir.

Enes b. Malik (r.a.) Hz. Peygamberin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder:

'Yeryüzündeki alimler gökyüzündeki yıldızlara benzerler. Kara ve denizin karanlıklarında onlara (yıldızlara) dayanarak yol bulunur. Yıldızlar görünmez olduklarında ise yol arayanlar yönlerini şaşırırlar.' (Cem'ul Fevaid, c:1, s: 52, no: 202, Ahmed b. Hanbel'den)

İbn Abbas (r.a.) Resulüllah Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

'Yüce Allah kime hayır dilerse onu dinde fakih yapar.' (Tirmizi, 2645.)

Yine İbn Abbas'dan:

'Bir tek fakih bile şeytan için bin abidden daha zorludur.' (Cem'ul Fevaid, c:1, s: 51, no: 191, Tirmizi'den.)

'İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir, sonra da bunları takip edenlerdir…' (Buhari, Şehadat 9, Fezailu'l-Ashab 1, Rikak 7, Eyman 27; Müslim, Fezailu's-Sahabe, 214; Tirmizî, Fiten 45, Şehadat 4; Ebu Davud, Sünnet 10; Nesaî, Eyman 29.)

Bu hadis-i şerifte Sahabe, Tabiîn ve Tebaitabiîn nesli anlatılmaktadır ki, zaten mezhep imamı olan mutlak müçtehitler de daha ziyade Tebaitabiîn'den olup Asr-ı Saadet'ten gelen gerçek İslam'ı ehliyetli insanların elinden almışlardır.

'Kimde şu iki haslet bulunursa sabreden ve şükreden kullar zümresine yazılır: Dinde kendisinden üstte olana bakıp ona tabi olmak, dünyada kendisinden aşağıda olana bakıp Allah'ın kendine verdiğine hamd etmek…' (Tirmizî, Kıyamet 58.)

Salih ve dinde rusuh sahibi alimlerin önemine bir delil de kötü alimlerle ilgili hadis-i şeriflerdir. Özellikle zamanımızda mezhep imamlarını beğenmeyip dini tahrif eden alim kisvesindeki kimselerin kötülüklerinin hadislerde anlatılmış olması, bunun zıddı olarak mezhep imamlarının ve istikamet sahibi alimlerin methedilmesi anlamına gelir. Şimdi şu hadisleri dikkatle okuyalım:

'Şüphesiz ki Allah-u Teala ilmi insanlardan çekip alıvermez. Lakin ilmi, alimleri almakla kaldırır. Nihayet hiçbir alim bırakmadığı vakit, insanlar bir takım kara cahilleri baş edinirler. Onlara sual sorulur. İlimsiz fetva verirler. Bu suretle hem kendileri saparlar, hem de başkalarını saptırırlar.' (Buharî, İlim 34.)

'İçinizden öyle gruplar türeyecektir ki, siz onların namazları yanında kendi namazlarınızı, oruçları yanında oruçlarınızı, hayırlı işleri yanında kendi güzel davranışlarınızı basit ve küçük göreceksiniz. Onlar Kur'an da okuyacaklardır. Fakat Kur'an'ın feyzi onların boğazlarını geçmeyecektir. Onlar (ava) atılan okun avı delip çıktığı gibi dinden çıkacaklardır...' (Buharî, Fedail, 35; Müslim, Zekat, 142,154; Muvatta, Kur'an, 4.)

'Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, dili alim olan münafıktır.' (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 22)

'Ey İbn Ömer! Dinine iyi sarıl, dinine iyi sarıl! Zira o senin hem etin, hem kanındır. Dinini kimden öğrendiğine iyi dikkat et! Dinî ilimleri ve hükümleri istikamet ehli alimlerden al, sağa sola meyledenlerden alma!' (Hatîb el-Bağdadî, el-Kifaye fî ilmi'r-rivaye, el-Medînetü'l-Münevvere, el-Mektebetü'l-Ilmiyye, s. 121.)

'Ümmetimin son zamanlarında birtakım deccaller, yalancılar ortaya çıkacak, sizin ve atalarınızın duymadığı sözleri size nakledecekler. Aman onlardan uzak durun; sakın ha sizi fitneye düşürüp yoldan çıkarmasınlar.' (Müslim, Mukaddime, 6, 7.)

'… (Ahir zamanda) Kuran okuyup 'Kuran'ı bizden daha fazla okuyan bizden daha fazla anlayan bizden daha fazla bilen var mı?' diyen bir topluluk çıkacaktır.' Sonra Resulüllah Ashabına buyurdu ki: 'Bunlarda bir hayır var mı ki?' Sahabiler 'Yüce Allah ve Resulü daha iyi bilir' dediklerinde 'O topluluk bu ümmetten çıkacaktır. Ayrıca onlar cehennem ateşine yakıt olacaklardır.' buyurdu.' (Cem'ul-Fevaid c:1, s: 58, no: 262; Taberaniden)

Ebu Hureyre (r.a.) Resulüllahın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder:

'Ahirzamanda din vasıtasıyla dünyalık elde edenler çıkacaktır. Yumuşak koyun postuna bürünürler, dilleri baldan tatlıdır, ama kalpleri kurt kalbi gibidir. Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurur: 'Bana mı güvenip buna cüret ediyorlar! Zatıma yemin olsun, onlara öyle bir musibet göndereceğim ki, en ağır başlıları bile şaşkına dönecektir.' (Cem'ul-Fevaid c:1, s:58, no: 258; Tirmizi'den.)

Bütün bu deliller salih ve dinde ehliyetli alimlere, fakihlere, müçtehitlere mezhep imamlarına uyulması; ilmini kötüye kullananlardan da uzak durulması gerektiğini gösterir.