Bir evvelki yazımızda Ehl-i Sünnet’in en belirleyici özelliğinin, “hakta isabet etmek” olduğunu anlatmıştık. Bu yazımızda ise yine bu gerçeği teyit mahiyetinde, bu yolun “ilim ve hikmet yolu” olduğuna dikkat çekeceğiz.

'Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi vasat (orta) bir ümmet yaptık...' (Bakara: 143.)

Bir evvelki yazımızda Ehl-i Sünnet'in en belirleyici özelliğinin, 'hakta isabet etmek' olduğunu anlatmıştık. Bu yazımızda ise yine bu gerçeği teyit mahiyetinde, bu yolun 'ilim ve hikmet yolu' olduğuna dikkat çekeceğiz.

I- İLİM VE HİKMET KAVRAMLARI

İlim, en genel anlamda varlıklarda ve olaylarda sebep - netice arasındaki münasebeti isabetli bir şekilde kurabilen düşünce sistemine denir.

Buna göre her düşünce veya her fikir egzersizi ilim demek değildir. İlim, olayların gerçekliğiyle akıl ve idrakteki yansımasının bire bir örtüşmesi olarak ortaya çıkar.

Hikmet ise ilimde keyfiyet ve derinlik demektir. İslamî ıstılaha göre söylersek 'varlıklarda, olaylarda ve Kuran ayetlerinde Allah'ın muradını anlamaktır.'

İlim naklî veya aklî olabilir. Hakikate ulaştıran ilim; hak olan naklin rehberliğindeki aklın, evham ve hayallere sapmadan gerçeklerle buluşmasından elde edilir. Bu müstakil bir araştırma konusudur.

Konumuz olan Ehl-i Sünnet zaviyesinden baktığımızda deriz ki, Ehl-i Sünnet ilim yoludur. Çünkü bu yolda Allah Resulünün (s.a.v.) ve Sahabesinin yaptığı gibi, kalbi ve aklı naklin emrine vermek ve böylece İslamî gerçeklerle bütünleşmek esastır. Yani Ehl-i Sünnet akılla ortaya konan bir nazariye değildir; kalbin ve aklın naklin emrine verilmesiyle Allah'ın lütfettiği bir yol, bir hakikat ışığıdır. Ehl-i Sünnet'i bid'at ve dalalet fırkalarından ayıran, onu fırka-yı naciye yapan husus da budur.

Şüphesiz ki arızasız ilim, önce Allah'ın Kitabında olan ve Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilen hakikatler manzumesi; ondan hemen sonra da Hz. Peygamberin (s.a.v.) Kitabı ve hikmeti açıklamasıdır.

II- HZ. PEYGAMBERİN AYETLE ANLATILAN GÖREVLERİ

Hz. Peygamberin (s.a.v.) görevlerini anlatan şu ayet-i kerime, naklî ilimleri en öz şekilde ortaya koyar:

'Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size ayetlerimizi okuyor, sizi temizliyor (tezkiye ediyor), size Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.' (Bakara: 151.)

Bu ayet-i kerimede Resulüllah Efendimizin (s.a.v.) beş görevi sayılmaktadır:

- Ayetleri okumak,

- Müminleri temizlemek, tezkiye etmek,

- Kitabı öğretmek,

- Hikmeti öğretmek,

- Bilinmeyen daha başka şeyleri öğretmek.

Görüldüğü üzere ayette Hz. Peygamberin görevi olarak önce 'Allah'ın ayetlerini tebliğ'den bahsediliyor, hemen ardından da 'tezkiye' görevi zikrediliyor. Tezkiye; nefis terbiyesi ve kalpteki masivanın tasfiyesidir ki bu husus Hz. Peygamberin nübüvvet boyutuyla ilgilidir. Nübüvvetin devamı velayet olup, bu da İslamî ilimlerden tasavvufun konusudur.

Ayet-i kerimede birinci sıradaki 'ayetleri tebliğ'den farklı olarak üçüncü sırada 'Kitabı açıklama' görevinin zikredilmesi, hadis-i şeriflere ve sünnet-i seniyyeye işarettir. Şüphesiz ki 'Kitabın açıklanması' 'sünnet ve hadis' demektir.

Dördüncü sıradaki 'hikmetin öğretilmesi' ise, söz konusu bu açıklama çerçevesinde, ayetlerdeki incelik ve derinlikleri; 'Allah'ın muradı' demek olan manayı ortaya koymaktır.

Bundandır ki İmam Şafiî (r.a.) başta olmak üzere birçok İslam alimi, ayetteki 'hikmet' kelimesine 'sünnet ve hadis' manası vermiştir. İsabetli olan da budur.

'Bilinmeyen daha nice hususlar' ise insanlarca 'gayb' sayılan, geçmişin ve geleceğin bilgisidir. Vahiy yoluyla bunlar da Hz. Peygamber tarafından bildirilmiş ve öğretilmiştir.

İşte Ehl-i Sünnet, Hz. Peygamberin (s.a.v.) ve onun İslam'ı hayata tatbik şeklini harfiyen uygulamaya çalışan Sahabenin yolu olması dolayısıyla, hakiki manada ilim ve hikmet yolunu teşkil ve temsil etmektedir.

III- EHL-İ SÜNNET VE 'VASAT ÜMMET'

Kuran-ı Kerim'de ümmet-i Muhammed 'vasat ümmet' olarak anlatılır. Bu tanıma gerçek anlamda uyan da Ehl-i Sünnet camiasıdır.

İlgili ayet-i kerime mealen şöyledir:

'Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi vasat (orta) bir ümmet yaptık...' (Bakara: 143.)

Ayet-i kerimede geçen 'vasat ümmet' tabiri Kurtubi Tefsirinde şöyle anlatılır:

'Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık.' Yani Kabe nasıl arzın vasatı / ortası ise, sizi de böylece vasat bir ümmet kıldık. Yani Peygamberlerden aşağıda ve diğer bütün ümmetlerin üzerinde bir ümmet.

'Vasat' adaletli ve dengeli demektir. Bunun asıl anlamı ise, her şeyin en övüleninin vasatı olduğundan dolayıdır. Tirmizi'nin Ebu Said el- Hudri'den rivayet ettiğine göre Peygamber, yüce Allah'ın 'Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık' buyruğu hakkında 'Yani adaletli ve dengeli bir ümmet kıldık' dediğini nakletmektedir. Tirmizi 'Bu hasen sahih bir hadistir' demiştir. (Tirmizi, Tefsir 2, Sure 8; Müsned III, 9, 32.)' (Kurtubi Tefsiri c: 2; s: 375.)

Ayette geçen 'vasat ümmet'in manası ve özellikleri incelenirse, bunun tam da Ehl-i Sünnet camiasını tarif ettiği görülecektir. Bu konuda Elmalılı Tefsirindeki izahat son derece isabetli, müdellel ve doyurucudur. Aynen aktaralım:

'Cenab-ı Hak, Resulü Muhammed'e bu hidayeti bahşetmiştir. Ve ey Muhammed ümmeti! Sizi işte böyle bir doğru yola hidayet etmek suretiyle Biz sizi vasat (orta), merkez ve her tarafı denk, mutedil, uyumlu, ılımlı ve hayırlı bir ümmet yaptık. Ki siz diğer insanlar üzerine sözlü olarak veya fiilen veya halen, adil bir şahit ve örnek alınacak kimseler olasınız…

İşte Cenab-ı Allah, Muhammed ümmetini insanlar arasında böyle hakşinas, doğru sözlü, adil, dürüst ve iyi ahlak sahibi, ilim ve irfan ile seçkin, şahitlik yapmaya layık, merkezî bir cazibeyi ve imameti haiz, önder bir cemaat yapmak ve tam manasıyla adil ve hakim bir ümmet teşkil etmek için, Hz. Muhammed Mustafa'nın gölgesinde ve çevresinde insanları yeni bir sırat-ı müstakime hidayet buyurmuştur. Diğer kavimler arasında İslam ümmetinin, bu vazifelerini unutmaması icab edecektir. Müslümanlar şuna buna uyuntu olmayıp, başka milletlere nümûne-i imtisal (örnek) ve merci olması gerekecektir. Bunu temin eden sırat-ı müstakim 'vehbî (Allah vergisi)' olduğu halde, onun üzerinde bu noktadan yürümek kulun veya kulların çalışmasına bağlı olan bir iştir. Ve bunu elde eden, bu saydığımız özellikleri kazanmış olan ümmetin icmaı (toplanması) da hak bir delil, gerçek bir şahit olur. Gerçekte bu şartlar altında yürüyen müslümanlar ve özellikle Ashab-ı Kiram, yeryüzündeki bütün kavimlerin teveccüh ve güvenini kazanan bir merkez olarak hak konusunda önderliği haiz bir büyük ümmet olmuşlardı. Ey müslümanlar! Siz, işte böylece insanlar üzerine şahit olasınız, bu Resul de sizin üzerinize şahit ve sizin için uyulacak, ardına düşülecek bir önder olsun. 'Gerçekten de Allah Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır.' (Ahzab: 21) ayetinin delalet ve işaret ettiği gibi, siz onu, söz ve davranışlarınızda, oturup kalkışınızda kendinize şahit tutar, imam ve önder kabul eder; bir örnek, bir nümûne-i imtisal edinirseniz ve onun getirdiği sırat-ı müstakim üzerinde giderseniz, bütün insanlar sizin arkanızdan gelir ve sizi cemaatinizle birlikte kendisine imam tanır, hakkın açığa çıkması için size ve sözünüze başvururlardı. Bunun için icma-ı ümmetin delil olması, her şeyden önce ümmetin Kitaba ve Sünnete uygun yaşamasına bağlıdır. Böyle yapmayanlar gerçek bir ümmet olamazlar. Aksine başka ümmetlerin, başka milletlerin arkasına düşmeye mecbur kalır, onlara tabi olur, uydu olmaya mahkûm olurlar. Hürriyetleri de ellerinden gider, esir milletler durumuna düşerler. Bir hadis-i şerifte rivayet olunmuştur ki:

'Ahirette, diğer ümmetlerin hepsi, kendi peygamberlerinin tebliğlerini inkar edecekler. Cenab-ı Hak, muhakeme icabı, o peygamberlerden tebliğ ettiklerine dair belge isteyecek; nihayet Muhammed ümmeti huzura getirilecek ve onlar şahitlik edecekler. Diğer ümmetler 'Siz bunları nereden biliyorsunuz?' diyecekler. Muhammed ümmeti de 'Bunu bize Allah, Kitabı ile ve gönderdiği hak Peygamberin diliyle bildirdi' diye cevap verecekler. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz getirilecek, kendisinden ümmeti sorulacak, tezkiye edilmeleri istenecek; o da ümmetinin adaletine ve doğru söylediğine şehadet edecek ve onları açıkça tezkiye edecektir.' (Buhari Tefsiru'l Kuran, II / 13.)' (Elmalılı Tefsiri c: 1, s: 433 – 434.)

Tefsirde geçen bu izahat, görüldüğü gibi Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat yolunun ve bu yolun müntesiplerinin özelliklerini anlatmaktadır. Buna göre Ehl-i Sünnet camiası dünyada İslam'ın temsilcisi ve tebliğcisi oldukları gibi, ahirette de diğer ümmetlere tebliğ yapıldığına dair şahitler olacaklardır. Bu ne büyük bir mazhariyettir!

Bütün bu deliller Ehl-i Sünnet yolunun ilim ve hikmet yolu olduğunu; adalet, denge, hayır ve doğru istikamet üzere Kuran ve Sünnet'le bütünleştiğini ve bunun Allah'ın lütuf ve kereminin bir tecellisi olduğunu göstermektedir. Böyle bir yolun müntesipleri olarak ne kadar şükretsek azdır.

Unutmayalım ki, en büyük nimet, bizi azaptan kurtarıp ebedi saadete sevk edecek doğru istikamettir. Fatiha'da yer alan 'Bizi sırat-ı müstakime, nimet verdiklerinin yoluna hidayet et' (6 - 7. Ayetler) ifadesinin ne kadar önemli ve hayati olduğunu bir kere daha anlıyoruz.

Allah (c.c.) bizi 'sırat-ı müstakim'den ve onun müşahhas adresi olan 'Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'ten ayırmasın.