EĞİTİM ANLAYIŞIMIZA DAİR

“Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz.” Hz. Muhammed (s.a.v.)

Yeryüzünde insan yapıp-etmelerinin, insana ait faaliyetlerin belki de en önemlisi eğitimdir. Atasözlerimizden “Demir ne kadar sert olsa da ateş onu yumuşatır” sözü eğitimin önemine ve gücüne işaret etmektedir. Eğitim yoluyla insanlar bilinç sahibi kılınabilir ve belli hedeflere yönlendirilebilirler. Kalemin kılıçtan üstün olduğuna iman, her toplumda mevcut olan en güçlü inançlardandır. Bu sebepledir ki tarih boyunca bütün milletlerin hayatında eğitim çok müstesna bir mevkiye sahip olagelmiştir. Öyle ki İkinci Dünya Savaşı bitiminde savaşı kaybeden Almanların Amerikan işgal yönetiminden ilk talebi, muhtevası ve müfredatı Amerikan işgal kuvvetlerince belirlenmek şartına bile razı olarak okulların açılması ve eğitim-öğretim faaliyetinin sürdürülmesi olmuştur. Savaşta şehirleri yerle yeksân olan bir Almanya’nın kazanan devletlerden ilk olarak okulların açılmasını istemesi, insanoğlunun eğitim-öğretimin vazgeçilmez bir faaliyet olduğuna inancını göstermektedir.

Yaratılmış varlıklar içinde en üstün mevkiye sahip varlık insandır. İnsan dışındaki hiçbir canlı yaptığı şeyleri açıklama kudretine sahip değildir. Arı bal yapar fakat yaptığı balı izah edemez, açıklayamaz. Arı ne yaptığının bilincinde değildir. Sadece insandır ki yaptığı her işi niçin ve neden yaptığını, nasıl yaptığını izah edebilme kabiliyetine sahiptir. İnsan her işi bir bilinçle ifa eder. Eğitim insan faaliyetlerinin en önemlisi olduğuna göre eğitimle iştigal eden her insanın niçin, neden ve nasıl sorularına cevabının olması gerekir.

Eğitimde başlıca gayemiz “iyi insan” yetiştirmektir. Nedir iyi insan? İyi insan, "eli ve dili ile hiçbir varlığa zarar vermeyen"dir. Tabiata "hükmetmeye" çalışan değil, "doğa ile uyum içinde yaşamaya" çalışandır. Evrende "var olan" her şeyi, sadece "nesnel yönü" ile görmeyip, "ondaki hikmetleri" de araştırandır. Kâinattaki her şeyin bize emanet olarak verildiğinin bilincinde olup, onları veriliş gayesi istikametinde kullanmaya çalışandır. Tabiatta var olan her şeyin hakkına, hukukuna riayet edendir. Kendisi "zarar" görecek olsa da "adaletten ayrılmayan"dır. Her türlü riske rağmen iyinin, güzelin, doğrunun yanında yer alabilendir. "Arzu ve ihtiraslarına esir olmayan"dır. "Kendisi için istediğini başkası için de" isteyendir. Aynı zamanda, "kendisi için istemediğini başkası için de" istemeyendir. Niceliğe (Kemiyete) değil niteliğe (keyfiyete), sayıya değil kaliteye önem verendir iyi insan.

Eğitim sistemimizdeki bütün unsurlarla işbirliği içinde çalışarak gençlerimizin; “sağlam bir iradeye sahip, şahsiyet sahibi, duygusal açıdan dengeli, tenkit kabiliyetini haiz, ruhî bakımdan güçlü, millî kültürüne ve tarihine sırt dönmeyen, kendisi ve içinde yaşadığı toplum için faydalı” bireyler olmalarını sağlamalıyız.

Özellikle romanlarıyla Türk edebiyatında çok önemli bir yere sahip olan Kemal Tahir Kurt Kanunu romanında bir kahramanına şu sözleri söyletir: “İnsanoğlunun dünyada başvurduğu en boş, en umutsuz, en aptalca iş sorumluluktan kaçmaya çabalamasıdır. Çünkü sorumluluktan kaçması, insanın kendine ve topluma karşı işleyebileceği en sefil suçtur. Dünyada yalnız sorumluluktur ki hiçbir şart altında insan onu kavrayamadığını ileri süremez. Çünkü namuslu insanda bunun, şuuru olmasa bile sezgisi vardır. Bütün toplumsal ve kişisel alçaklıklar insanları sorumsuzluğa alıştırmakla başlar, sorumsuzlukta tutmakla sürdürülür.

Bu sözler ışığında bizce eğitimin sağlaması gereken en önemli hususlardan biri, gençlerimizde sorumluluk (mesuliyet) duygusunun yerleştirilmesi ve güçlendirilmesidir. Özgürlük kelimesinin arkasına sığınarak vazifeden, ödevden, mesuliyetlerden kaçan bir gençlik milletimizin geleceği için en büyük tehlike olacaktır.

İnsan fikirlerinin taşıyıcı unsuru dildir. Gerçekler, dil (lisan) aracılığıyla elde edilir, açıklanır, başkalarına aktarılır. Bu yönüyle Türkçe’nin en güzel biçimde gençlerimize öğretilmesi, geleceğimizi inşa etme yolunda üzerinde hassasiyetle duracağımız bir diğer nokta olmalıdır. Gençlerimize Türkçe’nin en kıymetli eserlerini okutarak dil bilinçlerini geliştirmeli, onları Türk edebiyatının zirve şahsiyetleriyle tanıştırma gayreti içinde olmalıyız. Osmanlı Türkçesi’nin – ki Osmanlıca tabirinin yanlış olduğu bütün Türk Dili uzmanlarının kabul ettiği bir gerçektir, Osmanlıca diye bir dil yoktur, Osmanlıca diye isimlendirilen dil, alfabesi farklı olan Türkçe’dir. Asırlar içerisinde gelişen ve zenginleşen Türkçe’ye, Osmanlıca denilerek insanlarımızın başka bir dil olduğu zannına kapılmalarına yol açılmaktadır– liselerde ders olarak okutulacak olmasının gençlerimizin Türkçe öğrenimlerine sağlayacağı katkı yıllar içerisinde daha iyi anlaşılacaktır. Osmanlıca tartışmalarında da sıkça şahit olduğumuz okuma-yazma oranının arttırılması meselesi yanlış anlaşılmaktadır. Okuma-yazma bilen insan sayımızı arttırmakla okur-yazar insan yetiştirmiş olmuyoruz. Okuma-yazma bilmek başka, okur-yazar olmak daha başka bir şeydir. Yoksa yapılan araştırmalarda Avrupa’da yüzde 21 olan kitap okuma oranının ülkemizde binde bir olması nasıl açıklanabilir? Bir başka araştırmada kitabın Türkiye’de ihtiyaç maddeleri sıralamasında 235.inci sırada yer aldığı söylenmektedir. İşte bu karanlık tabloyu değiştirmek için eğitimde amaçlarımızdan biri de okuma-yazma oranını arttırmak değil okur-yazar sayısını arttırmaya yönelik çalışmalara hız vermektir.

“Geçmiş asla sona ermez, hatta geçmez bile” diyen William Faulkner insan ve milletlerin hayatında tarihin ne kadar önemli bir yeri olduğuna dikkat çekmektedir. İnsanı ve milleti geçmişte yaşadıkları etkiler hatta belirler. Tarihine kayıtsız kalmayan, tarih şuuruna sahip, mukaddesâtına, örf, âdet ve geleneklerine saygılı gençler yetiştirmek eğitimdeki hedeflerimizin en kıymetlilerindendir.

Hepimiz her an çevremizdeki bayağılıktan, düşüklükten, zevksizlikten şikayet edildiğini sıkça duyarız. Bu şikayetlerin bertaraf edilmesi için elbirliğiyle çalışarak gençlerimizin bayağı şeylere değil yüksek ve asil şeylere yönelmelerini sağlayacak bir eğitimin arayışı içinde olmalıyız. Yüksek ve asil zevklere sahip bir gençlik ortaya çıkmadığı takdirde geleceğimizin inşası yolunda atacağımız her adım aksayacaktır.

Yunanlı şair Menandros’un “Eziyet çekmemiş bir ruh eğitilemez” sözüne büyük Alman şairi Goethe Yaşamımdan Şiir ve Hakikat isimli eserinin başında epigraf olarak yer vermiştir. Hayatın zorluklarıyla muhatab olmamış insanların öğrenmeleri ve eğitilmeleri her zaman daha zor olmuştur. Bu sebeple gençlerimizin hayattan kopuk bir şekilde eğitilmeleri mümkün değildir. Eğitim-öğretim hayatla her an iç içe yürütülen bir faaliyet olmalıdır.

Toplumun içinde birçok insana rast geliriz ki gelişigüzel her şeyi bilirler. Eğitilmiş bir ferdin bunlardan farklı kılan kendine lazım olan şeyleri bilmesidir. Neyi bilip neyi bilmemesi gerektiğinin bilincinde olan gençler yetiştirmek eğitimdeki gayelerimizin bir diğeridir.

Milletimizin son birkaç asırda geçirdiği değişimler ve yaşadığı buhranlar sebebiyle bir aşağılık kompleksine kapıldığı su götürmez bir hakikattir. Bu aşağılık kompleksini taşıyan hasta ruhlardan “Bizde ne var ki?” “Bizden adam olmaz!” gibi cümleleri duymak vaka-yı âdiyedendir. Eğitim, taklitçi değil yaratıcı ve özgüven sahibi nesillerin yetişmesini sağlayacak hamleleri yapan, bu yolda adımlar atan bir eğitim olursa ancak o zaman millî vasfını taşıyabilir.

Emrullah AYDIN

Eğitimci-Yazar