Efendimiz’in (s.a.v.) İşaretiyle Tefsir Yazdı

İsmail Hakkı Bursevî (k.s.) Hazretleri, Efendimiz (s.a.v.) hazretleri ile müşerref olan zatlardandır.

İsmail Hakkı Bursevî (k.s.) Hazretleri’nin, 200 kadar kitab yazdığı bilinmektedir.

Fakat bu kitablarının içinde en meşhûru ve en kıymetlisi hiç şüphesiz Ruh’ul-Beyân tefsiridir.

İsmâil Hakkı Hazretleri bu tefsîrinde şöyle buyurur:

-"Mânevî pederim, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin delâleti ile bir gün rüyâmda Resûlullah efendimiz bana lütfedip arkamı sığadılar.

Tatlı bir ifâde ile

-"Ümmetim için bir tefsîr yaz!" diye emir buyurdular. Bunun üzerine Allâhü Teâlâ'dan ve Resûlullah efendimizin rûhâniyetinden yardım isteyerek üç cildlik bir tefsîr yazdım."

Ruhu’l-Beyân Tefsiri en çok okunan ve başvurulan kaynak eserlerden biridir.

İsmail Hakkı Hazretleri bu tefsirini Bursa Ulucamide takrir etmiştir.

Yani İsmail Hakkı hazretleri bu tefsiri bir taraftan evinde yazmış, sonra da gelip, yazdığı bu tefsirini Bursa Ulucami’de halka anlatarak nasihatlarda bulunmuştur.

Yaklaşık 12 sene gibi bir zaman içinde tefsirini tamamladı.

1707 senesinde tefsir dersi camide bittiğinde büyük bir hatim duası yapılmış, Cami yapıldığından o zamana kadar Ulucami öyle bir kalabalık görmemiştir.

Bu mübârek tefsîr hem İstanbul'da hem de Mısır'da basıldı.

Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin Huzurunda Tîn Sûresinin Tefsirini Yaptı

Merkez Efendi (k.s.) hazretleri, Manisa'da iken, Hocası Sünbül Sinân hazretleri 1529 (H. 936) da hastalandı.

Vefâtından önce talebeleri;

-"Efendim! Sizden sonra kime tâbi olalım?" diye sordular.

Sünbül Sinan (k.s.) hazretleri, onlara;

-"Taşradan ilk gelecek dostumuz yerimize geçecek." buyurdu.

Sünbül Sinân'ın vefâtından sonra, talebeler, merakla taşradan gelecek olan dostu beklediler.

Bu sırada Manisa'da bulunan Merkez Efendi (k.s.) hazretlerinin gönlüne bir kor düşüp yollara düştü.

Hocasının vefâtından on gün sonra İstanbul'a geldi.

Sünbül Sinân'ın çok sevdiği talebelerinden Yâkub Germi-yanoğlu, Sünbül Efendinin yerine geçmiş, talebeleri okutmağa başlamıştı. Merkez Efendi (k.s.) hazretleri, hocasının Koca Mustafa Paşa'daki dergâhına gitti.

Dergâhta bulunan yeni talebeler Merkez Efendiyi tanımıyorlardı. Yâkûb Germiyanoğlu, Merkez Efendiyi kendi odasına dâvet etti.

O gece Yâkûb Efendi, Sünbül Efendinin yerine kimin geçmesi lâzım geldiğini anlamak için istihâre namazı kılıp duâ etti.

Rüyâsında, büyük bir meydana kalabalık bir meclis kurulmuş. Peygamber efendimiz de hazır bulunmaktaydı. Peygamber efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin karşılarında bir kürsî vardı.

Kürsînin üzerinde de Merkez Efendi (k.s.) hazretleri oturmakta ve "Tîn" sûresinin tefsîrini yapmaktaydı.

Tefsîri yaparken, başındaki sarığın bâzan yeşil, bâzan siyah olduğunu gördü. Yanındakilere bunun mânâsını sorduğunda;

"Yeşil renk, dînin zâhirî ilimlerinde, siyah renk de dînin bâtınî ilimlerinde kemâl mertebesindeki olgunluğa işârettir." cevâbını verdiler.

Ertesi gün Yâkûb Germiyanoğlu, talebeleri toplayarak rüyâsını olduğu gibi anlatınca, hepsi Merkez Efendiye tâbi olup, hocaları Sünbül Sinân hazretlerinin halîfesi kabûl ettiler.

O günden sonra, talebeleri Merkez Efendi yetiştirmeğe başladı.

Merkez Efendi bir gün dergâhın bahçesinde namaz kılarken, secdeye vardığı bir sırada, yerden bir ses işitti.

Diyordu ki:

-"Ey Merkez Efendi! Yedi senedir yeryüzüne çıkmak için emrini bekliyorum. Beni bu hapishâneden kurtar. Zîrâ Allahü teâlâ, beni sıtma hastalığına şifâ olarak yarattı."

Merkez Efendi namazdan sonra talebelerine;

-"Burayı kazınız. Sıtmalılara şifâ olacak bir su çıkacak" buyurdu.

Kazdılar, kırmızımtrak bir su çıktı.

Kuyu hâline getirdiler.

Niyet kuyusu ismi verilen bu kuyudan, sıtma hastaları su alır içerlerdi.

Bu suyu içen hastalar, Allahü teâlânın izniyle şifâ bulurlardı.

Merkez Efendi, senelerce o dergâhta talebelere ders vererek, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi.

Merkez Efendi (k.s.) hazretleri, zaman zaman İstanbul'un çeşitli câmilerinde halka vâz ve nasîhatlerde bulundu.

Onun vâzında câmiler dolar taşar, oturulacak yer kalmazdı.

Nazîre Yoluyla Tercüme

Ünlü Türk şairi rahmetli Fuzûlî, güzel sözleri yanlış yazı ile bozan kimselere beddua ederek divânın mukaddimesinde önce şu Arapça beyti söyledi:

Bunun nesir olarak meâli şöyledir:

Elleri kurusun o kâtibin ki eğer o olmasaydı; ilim ve edebiyatla kurulan hiçbir mamur yer harab olmazdı. Yazdığını bozmakla şaraptan daha kötüdür. ‘İnabi) (kuru üzüm) kelimesinde bir değiştirme yaparak ‘Ayni’ (ayıp ve kusur) ortaya çıkarmak ister.

Görüldüğü gibi bu anlam harfiyen terceme olduğu halde; aslının dengi olamıyor

Nazm ahendi olmadığı için aslı gibi, yerine göre bir örnek halinde söylenebilmeketn uzaktır. Onun için Fuzûlî bunu kendisi Türkçeye şu şekilde terceme etmiş ve güzel bir yâdigâr bırakmıştır:

Kalem olsun eli ol kâtib-i bedtahrirîn

Ki fesad-i rakamı sûrurumuzu şûr eyler

Gâh bir harf sukûtiyle kılar, nâdiri, nâr;

Gah bir nokta sukûtiyle gözü kör eyler.

Çirkin yazı yazan kâtibin eli kalem gibi kurusun,

Ki yanlış yazması sûr (düğünü) müzü şûr (kavga) eyler

Bazen bir harf eksiğiyle nâdiri (az olan değerli şeyi) nâr (ateş) yapar.

Bazende bir nokta kusuru ile gözü kör eyler…"

İşte bu kıt'a önceki kıt'anın bütünüyle aynı değild, fakat benzeri bir ifade ile söylenmesidir. Bundan dolayı edebî bir tercemedir. Asıl mana itibariyle edebî değerine göre onun yerine konulabilir.

İlk kıt'adaki noksan yönleri, diğer bir yönden tamamlamıştır.

İneb (üzüm)'i ayb (kusur), sûr (düğün)'u şûr (kavga), nadir (az bulunan)'i nâr (ateş), gözü kör etmek; bunların hepsi mânâyı aynı şekilde bozma ve değiştirmenin misalleridir.

Bununla beraber tam değil, benzer bir tercemesidir.

Nazîre şeklinde söylendiği için denk bir terceme olabilmiştir.

Edebî eserlerin terceme edilmesi için de bundan başka bir yol yoktur.

İlmî ve Hukûkî Eserlerin Tercümeleri

Fakat böyle edebî tarzda belîğ bir eser, şiirden ibaret olmayıp aynı zamanda ilmî, hukukî ve diğer bir şekilde hükmü de kapsıyorsa o vakit bu yolla yapılan bir terceme, terceme değil, bozma olur.

Çünkü önceki kıt'ada asıl maksat, şarabın şer'î cezasını açıklamak veya üzümü bozup şarap yapmanın İslâm hukukundaki cezasını anlatmak olsaydı, gözü kör etmek cinayeti asla onun tercemesi olamazdı. Çünkü hüküm ifade eden belgelerdeki sözlerin, kanunların, sözleşmelerin, anlaşmaların, vazifeleri belirleyen emirlerin, yasakların çerçeveleri metinleridir. Onun için hukuka uygun bir sözleşme ve anlaşma hakkında verilen hükümde yalnız resmî ibaresi geçerli olur.

Tercemesi, olsa olsa anlamak için bir vesile olabilir, hukukî değeri olan bir belge olamaz.

HİKMETLER

Mal

Ahmed Yesevî (k.s.) hazretleri buyurdu:

"Malının çokluğu dillere destan olan Kârûn bile, malının hayrını, fâidesini göremedi. Nihayet toprak altında yok olup gitti."

Tam ehliyet

İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri buyurdu:

“Tam bir ehliyete ve ilme dirayete sahip olmadan, kendi başına Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarmak ve onunla amel etmek caiz değildir”

Allah’ı hatırlatan arkadaş

İmam Gazali (k.s.) hazretleri buyurdu:

“Sana Allah’ı hatırlatacak bir arkadaş bulunca ona sımsıkı sarıl, ondan ayrılma, onu küçümseme“

Nimet

Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.) hazretleri buyurdu:

“Mümin kardeşlerinin aç ve muhtaç iken, sen keyfin için bolca harcama yaparak lezzetlenme. Elindeki nimetten onlara da tattır”

Nefsin için bir şey isteme

Abdülhalik-i Gucdavani (k.s.) hazretleri buyurdu:

“Halkla çekişme. Kimseden nefsin için bir şey isteme. Kimseyi kendine hizmet için çağırma”