DÜNYA BU KADAR DA DEĞİLMİŞ

Daha önce Yalova Devlet Hastanesi’nde iki kez tarihi değişen, sonrasında bir gün kala da iptal edilen guatr ameliyatını Kocaeli Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde olmak durumunda kaldım.

Tarih yaklaştıkça daha önce ameliyat tecrübesi olmasına rağmen insanda yine de bir tedirginlik hasıl oluyor. Servise teslim olup sayısız sorular ve imza faslı başlayınca tedirginlik yerini heyecana bırakıyor.

Yaşınız, boyunuz, kilonuz kaç?

Daha önce ameliyat oldunuz mu?

Sürekli kullandığınız bir ilaç var mı?

Her hangi bir şeye alerjininiz var mı?

Daha önce geçirdiğiniz bir hastalık var mı?

Sigara, alkol kullanıyor musunuz?...

Bu ve buna benzer onlarca soru. “Gece 24:00’’den sonra kesinlikle hiç bir şey yiyip içmiyorsunuz" ikazından sonra yer olmadığı için yatışın sabah yapılacağı söyleniyor.

Ertesi gün erken saatlerde Genel Cerrahi servisine teslim oluyoruz ikinci kez. Evlâd ü Iyâl'le vedalaşıp yarı deli gömleğine yarı kefene benzeyen ameliyat gömleğini giyinip tekerlekli tabutu anımsatan sedyeye biniyoruz. Sürekli açılıp kapanan otomatik kapılar, voltajı yerine göre değişen ışıklar, asansörler ve sabah selamlaşmaları eşliğinde giriyoruz ameliyathaneye. Belki de yirmi-yirmi beş tane sedye daha var girişte. Uzun bir koridorda sağlı sollu bulunan odaların önünde birer görevli, hastalarını bekliyor. Daha beş dakika oldu ki on kişiye yaklaştı hastaların sayısı. Hele zihinsel engelli artı kas gerilmesi olan bir gencin feryadı derdimizi unutturup yüreklerimizi dağlıyor. Tabi bundan rahatsız olup homurdananlar da oluyor.

Tüm bu duygu yoğunluğu içerisinde, dünyaya niçin geldiğimizi, ne olacağımızı, bu dünyaya gönderiliş hikmetini, yaradılış gayesini anlamadan, kavramadan yine de ölmek istemiyor insan. Aklında biriken bu sorulara olumlu cevap verebilmek ve ona göre bir yaşam sürmek isteği beliriyor ruhunuzun derinliklerinde. Kaldı ki “dünya denen değirmen” kimleri öğütmemiş ki, seni öğütmesin? Gönlünüz yarı derviş, yarı dertli yarı deli bir hâl alıyor.

Bir önceki gün sorulan onlarca soru, ayrı ayrı kişiler tarafından bir kaç kez daha soruluyor. Açıkçası hastanenin bu titizliği ve herkesin işinin ehli olduğu her halinden belli oluyor. Bir kaç yere daha imza attıktan sonra ameliyata ilk bizi alıyorlar. Temizlik görevlisi, hemşireler, asistan doktorlar, anestezi doktoru, müdahale ve dikiş setleri, bandaj makası, tam tepemde ameliyat lambaları...

Herkes hazır!

Ve Prf.Dr. Murat Burç Yazıcıoğlu

......

-Mustafa bey, Mustafa bey sesimi duyabiliyor musunuz?

-Ameliyatınız başarılı geçti.

-Geçmiş olsun.

Tekrar servise çıkıyoruz sesim soluğum zor çıkıyor, yutkunamıyorum. Sahneden inen sanatçı yada hatip gibi herkes bize bakıyor. Ama kimse alkışlamıyor(!)

Dört saat bevil yapamıyorum, plastik ördek yanı başında. Ağrısı sızısı boğazımı unutturuyor bana. O an insan, sağlığın ne kadar önemli olduğunu, insanın ne kadar mükemmel yaratıldığını anlayabiliyor. 24 saat sonra yeme içme izni çıkıyor. Çay kaşığı ile ancak içebiliyorum suyu. Geri geliyor, boğulacak gibi oluyorum. Gün içerisinde bardak bardak, önemsemeden litre litre içtiğimiz su, ne kadar tatlı ne kadar güzelmiş ne kadar kıymetliymiş meğer.

Kesîr-ül-ıyal pervane olmuş başımda. Yıllarca “hemşire” diye hitap ettiğim ablama terfi ettirip “başhekim” diye sesleniyoruz. Uzun süre gülüyoruz bu terfi işine.

Kanuni Sultan Süleyman’ın hasta yatağında söylediği söz geliyor aklıma...

“Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi"

İdeallerimiz, menfaatlerimiz, arzu ve heveslerimiz uğruna ihmâl ettiğimiz sağlığımız vazgeçilmez olduğunu zannettiğimiz dünyanın keşmekeşi içerisinde, kıymetini bilmediğimiz, şükrünü edâ edemediğimiz meğer ne çok şey varmış!

Şimdilik konuşmada biraz problem olsa da şükür Yaradan'a yazabiliyorum.

Hayli varlıklı biri ölmeden evvel, oğlunu karşısına alıyor ve başparmağı ile işaret parmağını birleştirerek oğluna gösteriyor ve kısık sesiyle ona şunları söylüyor: “Oğlum, dünya bu kadar da değilmiş!”

Kalın Sağlıcakla...