SIRADAN bir mesele sanmayın. Ciddi bir husustur. O kadar ki, uzmanlar bu konu üzerinde esaslı bir tarzda durmuşlardır. Ve vardıkları sonuçlar da yabana atılır cinsten değildir.

SIRADAN bir mesele sanmayın.

Ciddi bir husustur.

O kadar ki, uzmanlar bu konu üzerinde esaslı bir tarzda durmuşlardır.

Ve vardıkları sonuçlar da yabana atılır cinsten değildir.

İnsan dokunma duygusunu doyuramadığında hem fizyolojik hem de duygusal bakımdan ciddi badirelerle yüz yüze gelmiş demektir.

Aslında bu konu yaşadığımız şu pandemi günlerinde kendini iyiden iyiye ortaya koymuş bulunmaktadır.

Sarılma dokunuşunda yaşanan açlık nice problemlerin açığa çıkmasına sebep olmuş ve bu ihtiyacın bilincimizin ufkunda başladığı sonucuna varılmıştır.

Bir bebeğin annesi tarafından sarılmadığında onun hayatı boyunca yaşayacağı 'Dokunma açlığı' ne yazık ki, başka hiçbir şeyle doldurulamamaktadır.

Bu sorun sadece çocuklar için mi geçerlidir derseniz, hayır.

Yetişkinler için de aynı derecede hayatî öneme sahiptir.

Biraz daha iz sürecek olursak hayvanlarda da bunu rahatlıkla gözleriz.

Fiziksel temasın, dokunmanın, sarılmanın olmamasının verdiği açlık ruhumuzda izi silinmeyecek derin yaralar açmaktadır.

'DOKUNMA açlığının' varlığı demek aynı zamanda 'Sevme açlığı' da demektir.

'Sevilme açlığı'dır.

Sevme ve sevilme açlığının hüküm sürdüğü bir dünyada sebebi her ne olursa olsun başkaca pek çok açlık meydana gelecek ve nice güzellikler ise ketlenecek, mutluluklar bir gülün solup kuruması gibi kuruyacaktır.

Kısırlaşmış bir dünyadır bunun sonucu…

Gönül darlığıdır.

Stres yoğunluğudur.

Yorgunluktur.

Hayatın motive eden enerjisinin çekilmesidir.

AÇLIK, yoksulluktur.

Sefalettir.

Hatta mahşerin dört atlısı şöyle sıralanır: Açlık, yoksulluk, sefalet ve ölüm.

'Dokunma açlığı'nın varlığı diğerlerini de peşine takar.

İşte bu sebeple görmezden gelinip geçiştirilecek bir konu değildir.

Hakikatli sohbetlerin azaldığı, aile buluşmalarının neredeyse yok olduğu, dost meclislerinin tarihe karıştığı dönemlerde sosyal patlamalar hiç sürpriz olmayacaktır.

Hazreti Peygamberin namazlardan sonra ashabıyla musafaha etmesi, yani tokalaşmasını bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Başarı gösteren veya takdir edilmesi icap eden bir iş yapanlarının sırtının sıvazlanması kendiliğinden ortaya çıkan bir eylem değildir.

Yine zaman zaman muhabbet sırasında dostlarımızın omuzuna veya dizlerine dokunmak o kişileri tarifi imkansız bir güven hissi ile doldurur.

Tüm bunlar 'Dokunma açlığı'nı gideren ve hayata insanı bağlayan önemli bağlaçlardır.

TAM bir bağlantısı olmasa bile burada söylemek istediğim bir de 'HAKİKAT açlığı' hususu da var ki, başlı başına üzerinde kafa yormamız gereken bir durumdur.

Hakikate aç olduğumuzda başka şeylerle doymamız nasıl mümkün olabilir ki?

Gerçeği arama eylemi bu bakımdan üzerimize yazgılı olan bir insanlık borcudur.

Bunu ödemeyenler her hususta yaşamını borçlu olarak sürdürürler ki, sefaletin en kötüsüdür.

'YAŞAMA açlığımız' yani açgözlülüğümüz var diğer yandan bir türlü teskin edemediğimiz.

Her şeyimiz olmasına rağmen bitmeyen arzularımız, tükenmeyen emellerimiz, ayakları yere basmayan uçuk hayallerimizin bizi sürüklediği doyurulamayan iştihalarımız.

Anlaşılan şu ki, türlü açlıklarımız var.

Ve her biri kendisinin dengeli bir biçimde doyurulmasını bekliyor ancak ayağımızın kaydığı nokta doymayan azgın hırslarımızı doğru yanlış demeden doyurmanın peşine düşerek diğer açlıklarımızı yok saymamız.

Kütahyalı Sunullah Gaybi Hazretleri 'Taklit ile tok olanın hakikatte aç olduğunu' gönül kulağımıza fısıldıyor.

Konunun dallanıp budaklandığının farkındayım.

Bugünlük böyle olsun.

Başta hakikat açlığımız olmak üzere aç gözlülüğe düşmeden tüm açlıklarımızı giderebilme niyazıyla…

Ya Selam!