DOĞAN GÜNEŞİN ÜLKESİ KİMİ ÖRNEK ALDI?

Nüfusu hemen hemen Türkiye’nin iki katı olan, yüzölçümü yarısı kadar olan, 2. Dünya savaşında yerle bir olmuş, ilk atom bombasına maruz kalmış bir ülke…

Nüfus bakımından dünyanın 10. Büyük ülkesi.

Dünyanın 3. Büyük ekonomisine sahip.

Enflasyon oranı 2,4

İşsizlik oranı3,4

Dünyanın en çok kitap ve gazete okunan ülkesi,

Türkiye’de bütün gazetelerin toplam tirajı 3 milyon civarında.

Japonya’da bir gazetenin 14 milyon okuyucusu var.

Toplam gazete tirajı 70 milyon.

Yani Japonya’da 2 kişi 1 gazete okurken, bizde 23 kişi bir gazete okuyor.

Demek ki neymiş…

Dinimizin ilk emri olan “OKU” emriyle, refah düzeyi yükseek bir devletin, müreffeh bir hayatın doğru orantılı olduğu...

Demek ki neymiş.

Din bir milletin terakkisine mani değilmiş.

Demek ki neymiş.

Dini insandan ve dünyadan ayırırsanız, yalnız öbür dünyaya hazırlık olarak alırsanız o toplumun ilerlemesine fayda sağlamıyormuş.

Japonya’yı yakından takip eden; örf, adet, gelenek ve göreneklerini inceleyenler Japonya’yı “Hüner ve Ahlak Diyarı” olarak tarif ederler.

Mehmet Akif’in deyimiyle;

“İşleri dinimiz gibi, dinleri işimiz gibi.”

Japonların güvenilir, vazifesine sadık, sorumlu, ciddi, insani değerlere bağlı, sevgi, saygı numunesi imrenilecek bir millet olduğu dile getirilir.

Japonlar bu güce “Çağın Batı Tekniği ve Japon Ruhu” formülüyle ulaşmışlar.

Yani Batı’nın ilim ve tekniğini, kendine lazım olan kısmını alarak teknolojide muvaffak olmuşlar. Batıyı geride bırakmışlar, birçok noktada geçmişler ve öncü olmuşlar.

Ama milli ruhlarını muhafaza edip, ipotek altına aldırmamışlar.

Kendi öz değerlerinden vazgeçmemişler.

Bizde ise bu serüven; “Batılılaşmak, Çağdaşlaşmak, Modernleşmek, Medenileşmek” olarak görülüp “Batıyı olduğu gibi alalım” mantığı ile hareket edilmiş. Tanzimatçılar böyle düşünmüş, Meşrutiyetçiler aynı şekilde ve maalesef Cumhuriyetçilerde böyle düşünüp öyle hareket etmişler.

Bir milletin tarihi şartları düşünüldüğünde; doğulu bir milletin batılılaşmasına imkan yoktur. Kendi kültüründen uzaklaşmak bir millet için talihsizlik olur. Ne başkası olabilir, nede kendisi olarak kalabilir. Kendi kültür katliamını kendi eliyle yapmış olur.

1870’lerde daha o zaman Batılılaşmanın bizi kendimizden çıkaracağını tespit etmiş Ziya Paşa;

“Eyvah bu badirede bizler yine yandık,

Zira ki ziyan ortada, bilmem ne kazandık?”

Bir başka serzeniş, bir başka feryat

Ziya Gökalp;

“Ne şark olsun, ne garp olsun. Bir medeniyet inşa edelim. Kendi medeniyetimiz olsun” diye feryat etmiş ama nafile.

Mazisi şarka, pusulası batıya ayarlı manzarayı değiştirememişler.

Yaklaşık iki yüz yıldır “Arap kültürünü İslamiyet sanmakla, batı kültürünü medeniyet sanmak” arasında gidip gelmişiz.

Bizim gibi Japonlarda Avrupa’ya Amerika’ya öğrenci göndermiş. Onlar ne alacaklarına kendileri karar vermiş. Biz ne verdilerse onu almışız.

Onlar beyinlerinde ilimle teknikle dönmüşler.

Bizimkiler başında fötr şapka, boğazında frakla dönmüşler. Dans etmesini, bonjur, mersi, pardon demesini öğrenmişler.

Dekolte kıyafet, fırfırlı mini etek, tavus kuşundan deve kuşuna kadar değişik kuşların kanadından takılı olan “Alaaddin’in Sihirli Lambası” na benzeyen şapkalarla, elinde yelpazeyle dönmüşler.

Medeniyetin gözünü seveyim..

Tekrar Japonya’ ya dönecek olursak;

Ülkede kesinlikle yabancı okul yok.

100 yaş ve üzeri 50.000 insan yaşıyor.

Ayrıca son bir bilgi daha

Biraz da tebessüm ettirici…

Yemeği şapırdatarak yemek aşçıya iltifat sayılıyor.

Kalın sağlıcakla…