DİRİLİŞ Mİ? DOĞUŞ MU?

Muhafazakar toplumların sürekli eskinin devamından yana olması, nostalji tutkunluğu, yeniliğe, güncel olana ve gelişmeye kapalı bir zaman algısına sahip olması, çağı yakalamakta ve yeni bir medeniyet inşa etme yolunda en bariz engellerin başında geliyor.

Her fırsatta sızlandığımız, kırık plak gibi sürekli dile getirdiğimiz; iyi, güzel, doğru ne varsa!..

Geçmişte yaşandığını ve geçmişte kaldığını sayıklayıp duruyoruz.

Mazi özlemi ve ezeli değerlerin bekçiliği en önemli ideolojimiz oldu.

Eğer bu bizi hikmetten uzaklaştırmadan hakikate götürecekse, karanlığa gömülmeden aydınlığa çıkaracaksa, madden ve manen zenginleştirecekse, imkanları ziyadeleştirecekse ne âlâ ne güzel!..

Aksi taktirde esas duruş, çapraz tutuş yerinde saymaya devam!..

Teknolojide, eğitimde, ekonomide ve toplumsal yapıda sürekli yeniliklerin olduğu bir dünyada bu sürece ayak uyduramayanların modern sömürüye maruz kalıp modern köle olarak yaşaması kaçınılmazdır.

Dindar, muhafazakâr, sağ görüşlü toplumların ve oluşumların eğilimlerini analiz ederken, kafasındaki dünya tasavvurunu anlamaya ve yorumlamaya çalışırken, eksikliklerini ve eleştirilebilecek yönlerini doğru tespit etmek gerekir.

Eğer, iyi, güzel, doğru olan ne varsa geçmişte kaldıysa onu istikbalde değil mazide aramamız gerek. Bu yüzden sürekli dirilişten dem vuruyoruz. Oysa ki!.. Bizim dirilişe değil yeniden doğuşa ihtiyacımız var.

Diriliş, hayatta olmayanın uyanışını beklemek… Doğuş ise yeni iddialarla yoluna devam etmek.

Yeniden küresel bir aktör olmamız için hakikatlerle yüzleşmemiz gerekiyor. Şanlı geçmişimizin mazide kaldığını, bugün ne yapılacaksa yaşayanlar tarafından yapılacağını, tarihi mirasını reddetmeden, ilhamını inancından alan bir anlayışla dirilişe değil yeniden doğuşa ihtiyaç var.

İslam dünyasının ilkeli liderlere, evrensel değerlerin İslami değerler olduğunu bilen entelektüellere ihtiyacı var. Yaşanan bir medeniyet krizi var. Sömürülen bir İslam Coğrafyası var. İki yüz yıllık geri kalmışlık var.

Var oğlu var!..

Ama bizim gündemimizde “Türkçe ezan” var…

“İlah” tartışması var…

Ha gayret “muasır medeniyet” seviyesine az kaldı(!)

Yıllarca “irtica geliyor” ile “din elden gidiyor” çapraz ateşi arasında kaldık.

Ne gelen oldu ne giden!..

Hiç olmazsa bir medeniyet tasavvurumuz olsun.

Çünkü dünyanın medeniyet merkezi değişmeye mahkûm.

Zamanın değişmesiyle hükümlerde değişir ifadesiyle, dünyadaki değişime ayak uydurmak, başkalaşmadan değişmek mümkün.

Bunu, bedenin fânî ruhun bâkî olduğu âlemde “Her nefis ölümü tadacaktır” ayetini camii avlusuna, cenaze arabasına, musalla taşına değil, sorumluluk sahibi olanların makam odasına, her şeyin paradan ibaret olmadığını bilmemiz için banka koridorlarına yazarak başlayabiliriz.

Realist olmalıyız.

Evimize güneş resmi asarak ısınamayız.

Kalın sağlıcakla…