Geçen hafta sonu uygulanan sokağa çıkma yasağı öncesi hareketli günler yaşanmıştı. İnsanlar panik içerisinde market ve fırınlara yığılınca sosyal mesafe ihlalleri skandala dönüşüverdi.

Geçen hafta sonu uygulanan sokağa çıkma yasağı öncesi hareketli günler yaşanmıştı. İnsanlar panik içerisinde market ve fırınlara yığılınca sosyal mesafe ihlalleri skandala dönüşüverdi. Alınan bu karar; bir şekilde bağlamından çıkmış, İç işleri Bakanı'nın istifasına kadar gitmişti. Neyse ki; Cumhurbaşkanı'ın devreye girmesiyle kriz telafi edilmişti. Kriz diyorum; çünkü, sayın Süleyman Soylu'yu herhangi bir siyasetçi gibi görmemeliyiz. Terörle mücadelede gösterdiği kararlılık, 15 Temmuz darbe kalkışmasında almış olduğu aksiyon, milletin zihninde onu ayrı bir yere koymuştu. Öyle ki; istifasının geri çevrilişi bile, adeta karnaval havasında karşılandı. Sevinç, çoşku, kutlama. Sonuç; yeni bir etkileşim, tekrar sosyal mesafe hatırlatması…

Zor günler geçiriyoruz. Bireysel ve toplumsal olarak eksikliklerimiz olabileceği gibi yöneticilerimizin de aynı koşulları fazlasıyla yaşadığı gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bizler de gördüğümüz eksiklikleri yazacağız. Gerektiğinde, hoşa gitmeyen eleştiriler de yapabiliriz. Bunu da bizlerin kusuru varsayalım. Sonuç olarak hepimiz kusurlu insanlarız. Kimse mükemmel değil ve birbirimize ihtiyacımız var. Bizler elimizde olanı en iyi şekilde değerlendirmek durumundayız. Devlet, millet el ele 'BizBizeYeteriz'den de bunu anlıyoruz.

Yaşadıklarımızdan ders almalı, tecrübelerimizi çeşitlendirmeliyiz. Binlerce yıllık müktesebata sahip bir devletin buna fazlaca ihtiyacı olmamasına rağmen…

Millet olarak arkamızda köklü bir devlet geleneği var. Devletimiz de; her daim yanında olan necip bir millete sahip. İcap ettiği her an devletini, askerini, siyasetini sırtlamış bir millet. Üstelik, zihnimizden kolay kolay silinmeyecek 15 Temmuz darbe teşebbüsünün üzerinden 4 yıl geçmemişti bile.

Cumhurbaşkanımız'ın 'Tekalifi Milliye' hatırlatmasını, taktirle karşılayan bir millet…

Bugün de; Sağlık bakanı Fahrettin Koca'nın alışageldiğimiz basın açıklamasını izledik. Yüksek sorumluluk bilinci ve samimiyetiyle vaka bilgilerini üzülerek paylaşıyor, yaşadığı sıkıntıyı topluma hissettiriyordu.

Fakat bu virüs, mevcut sosyal tedbirler ve tıbbi kontrol mekanizmalarıyla durdurulacak gibi görünmüyor. Elbette; elimizden geleni maksimum düzeyde kullanmakla mükellefiz. Yönlendirmeleri bu doğrultuda yapmalıyız.

Yasağın bitiminde, '13 Nisan Pazartesi' sabahı itibariyle insanlar korona salgınını unutmuş gibiydiler. Belli başlı duyarsız, kısmi bir kalabalık, yine dışarı atılarak, sokakları, caddeleri doldurmuşlardı. Yani; normal korona günlerinin çok üzerinde bir kalabalıktı. Artık; bu duygusallıkları bir tarafa bırakmalıyız. Coşkunun, nefretin, üzüntünün zamanı değil. Kutlama, tartışma, siyasi çekişme zamanları hiç değil.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hafta sonu için ilan ettiği, sokağa çıkma yasağı'nın da; nasıl karşılanacağını bekleyip göreceğiz. Yasak biter bitmez, insanlar sokaklara yine öyle dökülürler mi dersiniz? Eğer; zihnimizin bir köşesinde bu endişeleri taşıyorsak, yaşananlardan ders alındığını söyleyemeyiz. Yetkililer, hiçbir ek önlem almadan süreci idare etmeyi düşünüyorlarsa; o da ayrı bir sıkıntı tabi.

Sosyal Bilimciler, sahaya inebildi mi?

Bu noktada, sosyal bilimcilerin hızla çalışmaların içerisine dahil edilmesinin önemini bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca; geçen hafta, sosyal bilimcilerle çalışmalar başlattığı konusunu gündeme getirmiş olsa da, onları sahada aktif biçimde göremiyoruz. Özellikle; sosyal bilimcilerden oluşmuş ayrı bir bilim kurulunun, inisiyatif alarak kendilerini göstermeleri, toplumun endişelerini giderici uygulamaları ortaya koyması gerekirdi. Krizin bütün ağırlığı, Sağlık Bakanlığı ve hekimlerden oluşan bilim kurulu üzerine yüklenmemeli. Hali hazırda, sahada yeterli etkinlikte olması beklenen sosyal bilimci kadrolara rastlamıyoruz. Nitekim; sosyal konularla ilgili uygulamalarda meydana gelen gecikme ve aksamalar da bunu gösteriyor. Medyada, sosyal bilimcilerin daha sık görünmesi, toplumun moral motivasyon değerleri açısından kaçınılmazdır. İçinde bulunduğumuz süreçte, sosyal yapıyı muhafaza edici, toplumu kuşatıcı, birlik beraberliği gözeten, toplumu rahatlatıcı ve ikna edici telkinlerde bulunulmalı…

Sorumluluklar paylaşılmalı:

Sayın Sağlık Bakanı başta olmak üzere, hekimlerden oluşan bilim kurulunun üzerindeki bu ağır yük, seri bir şekilde, diğer idari alanlar da devreye sokularak paylaştırılmalı. Krizin yönetimi rahatlatılmalı, birden çok alanda eşzamanlı çalışma gerektiren bir yönetişim sağlanmalı. Bundan sonraki süreçte, sayın Soylu'ya yaşatılan travmanın bir benzerini; bakanından, doktoruna, hemşiresinden hasta bakıcısına dek kimseye yaşatmamalıyız.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler, Gençlik ve Spor, Tarım ve Orman, Ticaret, Ulaştırma ve Altyapı, Enerji ve Tabii Kaynaklar gibi bakanlıklar inisiyatifler almalı. Sağlık Bakanlığı üzerinden yürütülen pandemi sürecine seyirci kalmamalılar. Sorun, sadece Sağlık Bakanlığı'nın çözeceği bir sorun değildir. Topyekün mücadeleyi gerektiren bir durumla karşı karşıyayız.

Yeni olaylara hazır olmalıyız:

Yaşadığımız süreç, çok özel bir süreçtir. Bu özel sürecin yükünü kaldırabilecek yetkililerin sorumluluk alması, ülkenin en az hasarla selamete çıkmasını sağlayacaktır. Zira; ülkelerin bildirdikleri korona vakası rakamları dikkate alındığında, verilerin birbiriyle pek örtüşmediğini görüyoruz. Çarprazlama yapıldığında hastalığın konum, yayılım ve etki dereceleri hakkında, sağlıklı bir fikre sahip olunamıyor.

Çoğu ülkenin bilgi paylaşımı konusunda şeffaf davranmadığını görüyoruz. Dolayısıyla, ciddi bir bilgi kirliğinin var olduğunu da göz ardı edemeyiz. Bu belirsizlikler sebebiyle, zaman içinde farklı vaka ve gündemlerle karşılaşabiliriz. Gerek toplum, gerekse yöneticilerimiz, önümüzdeki aylarda alınması olası ani/sürpriz kararlara da hazır olmalı.