Densizler! Kimlere mi diyorum? Üzerine alınanlara, yarası olanlara, gocunanlara…

Densizler! Kimlere mi diyorum? Üzerine alınanlara, yarası olanlara, gocunanlara… Kendini denli sanıp da en iyisini ben bilirim, benim doğrularım en doğru deyip böbürlenenlere; kraldan çok kralcı kesilenlere… Haddini bilmeyenlere. Bir şeyler söylemeden yahut yapmadan önce doğru mu yapıyorum yanlış mı yapıyorum, bu yaptıklarımın sonucu ne olur diye hesaplamayanlara. Yaptıklarının hatalarla dolu olduğunu görünce de bedelini ödememek için yanıldım diyen pişkin kellere. Uygunsuz, yersiz, isabetsiz, yakışıksız konuşanlara; düşüncesiz davrananlara…

Densizlik hastalık mıdır? Gerçi şimdi hastalıktır hatta kalıtsal özelliklere sahip mikrobik bir hastalıktır diyenleriniz olacak; ama ben gayet rahatlıkla söyleyebilirim ki densizlik, bedensel bir hastalık değildir. Ancak bulaşıcı bir hastalık olduğu, tepeden başlayarak ayaklara sirayet eden ruhsal bir hastalık olduğu gerçektir. Benim bildiğim cahillik kadar densizlik de üzerinde durulması gereken psikolojik ve sosyal vakıadır.

Ne demiş atalar: “Densize borçlanma bekler, bekler; gelir ya düğünde ya da bayramda borcunu ister. Karacaoğlan’ın canı çok yanmış olacak ki densizlerden bakın o ne demiş: “Yoldaş olma yolun bilmez yolsuza / Komşu olma sözün bilmez densize/ Meyil verme edepsize arsıza/ Akıbet ırzına halel getirir.” Unutulmayan, anlatıldığında da insanların yüzlerinde tebessüm bırakan bu olgunun tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. Yakışıksız, yersiz, düşüncesiz davranan; kendini bilmeyen, ölçüyü kaçıran, patavatsız, saygısız insanlar dün vardı, bugün de var; yarın da var olacaktır.

Densizlikle derinlik arasında bir ilgi var mıdır? Yok canım daha neler! Densizliğin ilmi tabanı yok ki derinliği de olsun. Çoğu zaman söylenen ve yaşanan zaman diliminin bu yüzeysel söz ve eylem bozukluğunun en önemli özelliği zıpçıktılığıdır. İsterseniz gelin bunu Osmanlı tarihine uzanarak somutlaştıralım. Malum Osmanlıda densize münasebetsiz denilirdi. İşte saray görevlilerinden Mehmet Efendi'ye neden "münasebetsiz" lakabının takıldığını merak eden Padişah II. Mahmut, onu huzura alır; konuşturmaya çalışır. Mehmet Efendi ezilip sıkılmasına rağmen padişahın sorduğu sorulara gayet makul ve mantıklı cevaplar verir. Padişah kendi kendine bu adamın neresi münasebetsiz deyip de Mehmet Efendi’yi gönderecekken Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın ayaklandığı haberi padişaha ulaşır. II. Mahmut beklemediği bu haberle sarsılır. Ne yapmam gerekir, nasıl edeyim de bu isyanı bastırayım diye derin düşüncelere dalar. Mehmet Efendi'yi de oracıkta unutuverir. İşte tam bu sırada padişahın huzurunda iki büklüm duran Mehmet Efendi’ye gözü takılır. “Sen”, Mehmet Efendi gayet pişkin; “Padişahım, siz bana sordunuz ben cevap verdim; ama kafama bir soru takıldı pederiniz merhum zurna çalmayı biliyor muydu?" der.

İşte böyle! Densizlik, parası ile değil ya! O halde ben öyle büyük bir densizlik yapayım ki benim densizliğim diğer bütün densizlikleri gölgede bıraksın diyen insanlardan toplumları arındırmak elbette mümkün değildir. Toplumlarda densizliği ile dikkat çekmek, gündemde kalmak isteyenler olacaktır. Densizliği kendine meslek edinerek bu yolla para ve şöhret kazananlar olduğu gibi.

Hiç kimse kalkıp da densizliğin komedi dünyasına kazandırdıklarını inkâr edemez. Söyleyeni gülünçleştiren bu arızi durum ferdi boyutta kaldığı sürece zararsızdır. Ancak, bir toplumda bu türden insanlar çoğalırsa hele de yaptıkları densizliklere toplumun aklı başında olan fertleri gülüp geçeceği yerde alkış tutmaya, yapanı övmeye, yapılan densizlikleri savunmaya başlarsa; kısaca densizlik tavan yaparsa işte o zaman o toplum için felaket zilleri çalmaya başlar. Densizliğin cehaletle birleşerek devleşmesi hele hele de kurumsallaşması affedilmeyecek büyüklükte belaları beraberinde getirir. İşte o zaman gülüp geçilmesi gereken bu arızi durum canavarlaşır toplumu felaketten felakete sürükler. Böylesi bir durumla karşılaşan toplumun akıbeti için pek de hayır düşünülemez.

Allah, Türk toplumunu densizlerden ve densizliklerinden korusun.