Bir önceki yazımızda son birkaç yılda ateist ve deist oranının çok yüksek seviyelere ulaştığına dair ciddi istatistiklerin olduğundan bahsetmiştik. Bu konu gece modunda tartışıldı konuşuldu, yazıldı çizildi...

Bir önceki yazımızda son birkaç yılda ateist ve deist oranının çok yüksek seviyelere ulaştığına dair ciddi istatistiklerin olduğundan bahsetmiştik. Bu konu gece modunda tartışıldı konuşuldu, yazıldı çizildi. Yalnız nedenleri ve sonuçları üzerine pek kafa yoran olmadı. Moda olan, suya sabuna dokunmadan sorunun saptanması, problemin köpürtülmesi ya da faturanın karşıt görüşe kesilmesi şeklinde. Sebep ve sonuç tespitinin mayınlı bölge, konunun kızgın kestane ilan edilmesi gibi…

Geçtiğimiz Pazar günü 'tvnet' televizyon kanalında 'Düşünen Ekran' programında Türkiye'nin en yetkin tasavvuf tarihçisi Prf. Dr. Mustafa Kara ve yazılarını büyük bir titizlikle okuduğum, takip ettiğim, tefekküre sevk eden yazıları ile düşünce hayatımı derinleştiren yazar Yusuf Kaplan'ın: Tasavvuf, Modernite, Kapitalizm, Popüler Kültür ve Dijital Uygarlık üzerine yaptıkları yorum ve tespitler ufuk açıcı nitelikteydi.

Bu iki önemli ismin bile, meselenin merkezinden ziyade etrafından dolaşmayı tercih etmeleri, sorunu ve çözümü çok dikkatli bir üslupla izah etmeye çalışmaları yanlış anlaşılma riskinden kaynaklanıyordu kanımca.

Mevzunun önemine vakıf, mahiyetine mahir, yazın hayatının iki önemli kalemi sözlerini özenle seçerek konuşuyorlardı. Toy bir kalem için ateizm ve deizm gerçeğine, sebep ve sonuçlarına dair tespitlerinde ve yorumlarında ne kadar çok dikkatli olması gerektiğini tembihliyordu sanki.

Bu riske binaen gençliğin önce deizme sonra ateizme kayma sebep ve sonuçlarını ana caddeye çıkmadan ara caddelerden yorumlamaya çalışalım.

Malumunuz inanç bunalımı ekseninde ateizmin bir önceki evresi, bir önceki istasyonu olan, güncel tabirle somptomu olan deizme yöneldiğine dair saptamaların olduğu ve daha ilginci bunun laik kesimden ziyade, muhafazakar kesimlerden olduğu yönündeydi. Daha ilginci bunun bazı ilahiyatçılar ve iktidara yakın yazarlar tarafından dile getiriliyor olmasıydı. Siyasal İslam'ın iktidarda olduğu bir dönemde, inanç ve ibadet özgürlüğünün, dini öğrenme ve öğretme yelpazesinin genişliğine rağmen böyle bir tartışmanın fitilini ateşlemekte neyin nesiydi? Ve sonunda mesele yeterince konuşulmadan sebep ve sonuçlarına değinilmeden bu konuda mesuliyeti olan kimler varsa onlar tarafından konunun üzeri kapatıldı. STK'lar ve inanç grupları tarafından da yeterince tartışılmadı.

Öyle ya ayet beğenmeyen, hadis ayıklayıcı, din mıncıklayıcı, dini rasyonellikten uzak keramet hikayeleri ve menkıbeleriyle anlatmaya çalışan, edebiyatını yapan, Kur'an'sız İslam, Peygambersiz Kur'an tezini savunan, konumunu ve konforunu korumak için sessiz kalıp takla atanların, İslam'ın evrensel ilkelerinden ziyade kendi propagandasını yapmak gibi mühim işleri vardı. Kimin umurunda 'gençlik deizme kayıyormuş'. Varsın kaysın onlara göre. Yeter ki saadet zinciri bozulmasın, bize dokunmayan yılan bin yaşasın.

Peki, gençlik neden deizme kayıyor?

Devletin en güçlü kurumlarından Diyanet İşleri Başkanlığı'na rağmen, binlerce cami, binlerce imam, onlarca ilahiyat fakülteleri, binlerce ilahiyatçıya rağmen… Bir o kadar da inanç gruplarına ait Kur'an Kursu, yurtlar ve medreselere rağmen, özellikle muhafazakar kesimin gençleri neden deizme kayıyor?

Gelecek hafta bunun cevaplarını aramaya çalışalım. Yazıdan rahatsızlık duyan, sebeplerine, sonuçlarına ve çözüm önerilerine dair fikri olan herkesi katkı sunmaya davet ediyorum. [email protected] E-posta adresinden görüşlerinizi yazarak bir sonraki yazımızda fikirlerinize yer verelim hep beraber manifesto niteliğinde soruna ve çözüme dair güzel bir metin oluşturalım.

Kalın Sağlıcakla…