Ölüm geliyor aklıma bazen. Daha doğrusu, bazen daha çok geliyor aklıma. Ama aklıma geldiğinde gitmemesi kadar sinirlerimi altüst edici bir şey yok. Ölüm… Ne zaman ensemden tutup çekecek beni bilmiyorum...

Ölüm geliyor aklıma bazen. Daha doğrusu, bazen daha çok geliyor aklıma. Ama aklıma geldiğinde gitmemesi kadar sinirlerimi altüst edici bir şey yok.

Ölüm… Ne zaman ensemden tutup çekecek beni bilmiyorum. Bildiğim şu: Ameller defolu ve ölüm geldiğinde (ki geldiğinde de depo defolu mallarla dolu olmaya devam ederse) yandık! Lamsız cimsiz yandık.

Ama beni asıl rahatsız eden şey sadece ölmek değil. Öldüğünde arkandan kaç kişinin gözyaşı dökeceği veya dünyada neyin eksik kalacağı ya da kalmayacağı meselesi. Mesela ben öldüğümde kaç kişi 'iyi bilirdik' diyecek tüm hücreleriyle? Kaç kişi iyi eylemlerimi hatırlayacak hasretle şayet varsa?

Ölüm ensemizden inmiyor ama biz o yokmuş gibi davranıyoruz. Belki de bu sebeple sahillere vuran çocuklar kaçırmıyor uykularımızı. Bu sebeple -kim bilir- açlık ve kıtlık çekenler boğazımıza takılmıyor? Bu sebeple değil mi, üç kuruşluk katarakt ameliyatına gücü ve teknolojisi yetmeyenlerin kör oluşuna/kalışına etkisizliğimiz?

Bu sebeple değil mi, an itibariyle sopalarla, kezzaplarla sokak ortasında katledilen Hindistan Müslümanlarına hiçbir şey yapmıyor oluşumuz? Arakan'da yaşanan katliama, sadece ölümlerini tok karnına karşılamaları için gayret(!) ediyor oluşumuzun sebebi bu değil mi?

Çeçenistan'da tam olarak neyin yaşandığını bilmeyişimiz peki? Doğu Türkistan'da yaşanan ve zihnimize 'error' verdiren hadiselerden dolayı kusmuyor oluşumuz mesela?

İman ve Hayat kitabımızın 'Harem' olarak ifade buyurduğu Kudüs'ün çiğnenmenin çok daha ötesinde bir taciz ve tecavüze maruz bırakılması/kalmasını nasıl sindirdik acaba?

Ben diyorum ki eğer ölümü anlasaydık ağlardık! Necip Fazıl'dan çalıntı gibi oldu bu cümle... Şöyle söyleyelim o zaman: Ölümü hissetseydik, sonrasına ciddi yatırımlar yapardık. Hem mikro ölçekte hem makro ölçekte…

Eğer ölümü hakikaten hissetseydik günlük sosyo-politik saçmalıklara kurban verir miydik dostluklarımızı? Herkesin her şeyi rahatlıkla çiğneyebildiği ve bizim de bundan midemizin bulanmadığı bir ortam mümkün olur muydu? Veya biz buna asgaride bugün yaptığımız gibi sessiz ve tepkisiz mi kalırdık?

Ölümden korkuyorum, evet. Ölüm anının sıkıntılarından… Sonrası hakkında hiç yorum yapamıyorum. Varsa güzel bir eylemimiz, samimi ibadetimiz, yırtarız gibi sanki... Ya yoksa?

Kalp temizliği geyiğinin tek başına hiçbir anlam ifade etmediğinin farkındayım. O tip Müslümanlığa vaktiyle kitaplarından çok istifade ettiğim Abdurrahman Dilipak'ın dehşet bir isim vermişliği var ama ben yazmak istemiyorum buraya.

Ölüm…

Neyse… 'Ben cenneti yüreğimde taşıyorum!' karizmasında bir iman diliyor ve satırlarımı sizlere emanet ediyorum, sizi ise hep muhtaç olduğumuz değişmez merci olan Allah'a…