Cuma vaazı: “Nâbî gibi, Hamîdimiz gibi..”

Halk çok etkilenmiş.. Etkilenmez mi? Şu lâikçi necis düzene rağmen bu necip millet, Peygamber (s.a.v) sevgisini kaybetmemiştir, şükürler olsun...

Cuma günleri yayınlanmakta olan “Payitaht AbdülHamîd” dizisinde bir esnaf huzura çıkıyor ve sultana “bana borcunuz var Hünkârım” diyiveriyor..

AbdülHamîd Han (rahmetullahi aleyh) “nereden borcum var size?” diye sorunca “Hünkârım, ben her gece duâ etmeden yatmam, gırtlağıma kadar borca battım durumum kötü. Dün gece yine duâlar ederek yattım. Rü’yâmda Peygamberimizi (salat’u selâm olsun ona) gördüm...” der. Sağ elini göğsüne koyup salavat çeken Abdülhamîd Han, heyecanlanır...

Adam devam eder: “rü’yâmda Peygamberimiz bana, “Hamîdimize söyle dün akşam mutadı olan salavatlarıı unuttu, ihtiyacını da o görecek dedi..” Abdülhamîd Han, artık şoktadır, rü’yânın hakikat olduğunu bilir ve sendeler. “Hamîdimiz” hitabı onu sarhoş etmiştir.

Adama bir kese altın uzatır ve “bir daha söyleyiniz, ne dedi?” der ve fakat “Hamîdimiz”den sonrasını söyletmez bir kese altın daha uzatır suali yeniler: “Bir daha söyleyiniz, ne dedi?”

Adam tam dört kese altın almıştır, Tahsin Paşa artık müdahale eder ve “evlâdım, borcunuzu karşılamaz mı yetmez mi?” der. Adam “elbette yeter, borçlarımı kapatacağım, işime devam edeceğim” der. AbdülHamîd Han “selâmetle” der esnaf huzurdan çekilir..

Tahsin Paşa, “hünkârım adam neredeyse servetinizi alacaktı?” deyince de “paşa paşa, sen ne diyorsun? Valahi ve billahi değil servetimi saltanatımı istese verirdim” der. Ulu Hakan, Allah için, devletin selâmeti için çalışırken uyuya kalmıştır.. “Halt ettik paşa, salavatı unuttuk” diye ilâve eder... İşte Peygamber sevgisi böyle olur.

* * *

Benzer bir vaka daha var tarihimizde. Büyük şairlerimizden, Urfalı Yusuf Nâbî (rhm.alyh), 1678 yılında bir kafile ile hac yolculuğuna çıkar. Kafilede devlet adamlaı, paşalar da vardı. Kervan Medine’ye yaklaştıkça heyecanı arttı...

Bir yerde mola verip istirahate çekildiler. Nâbî, gece yarısı kalktı abdest alıp teheccüd namazı kıldı.. Dolaşırken Eyüplu Râmi Mehmed Paşa’yı ayaklarını Medine yönüne uzatmış yatıyor gördü. Ve yüksek bir sesle tamamı 5 beyit olan ünlü Na’t-ı Şerîfinin ilk beytini söyledi:

Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!

Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu...

“Edebi terk etmekten, sakının! Bu, Allah’u Tealâ'nın «habibim» dediği Resûlünün (s.a.v) muhitdir. O’nun (c.c) gözetlediği mübarek, pâk ve nurlu beldedir... Muhammed Mustafa’nın (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah tarafından yüceltilmiş makamı burasıdır...”

Sabah ezanına yakın Medine’ye vardılar. Minârelerden o devirlerde adet olan kasideler okunuyordu fakat bu okunan Nâbî’nin “Sakın terk-i edepden” beyti idi. Olayın yakın şahidi kafile heyecanlandı.. Mescid-i Nebevî’ye girip sordular: “ALLAH aşkına söyleyin, bu beyitleri kimden, öğrendiniz?”.

Cevap, “Efendimiz (s.a.v), müezzinlerin rü’yâsını şereflendirip, “Ümmetimden Nâbî isimli bir güzel kişi geliyor. Kalkın, beyitlerini okuyarak karşılayınız..” buyurdu. Biz de emrini yerine getirdik” oldu...

Nâbî, “Hamîdimiz” gibi bir daha sordu: “Allah aşkına, bir daha söyleyiniz, «Nâbî» dedi mi? «Ümmetimden» dedi mi?” Müezzinler “doğrudur, ey Nâbî, müjdeler sana..” dediklerinde ise, secdeye kapandı, ağladı, ağladı ve bayıldı.. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sevgisi işte böyle, Nâbî gibi, “Hamîdimiz” gibi olmalı... Cumanız mübarek olsun...