BİR nehir gibi akıyordu gözlerinden yaş. Hiç biteceği yok gibiydi. Önüne ne gelirse alıp sürükleyecek bir kudretteydi sel. Yıllardır önünde aşılmaz bentler kurulmuş bir baraj gibi hissediyordu kendini. Biriktirmişti suları. Hangi dağdan veya nereden gelirse gelsin hepsini kabul etmişti.

BİR nehir gibi akıyordu gözlerinden yaş.

Hiç biteceği yok gibiydi. Önüne ne gelirse alıp sürükleyecek bir kudretteydi sel.

Yıllardır önünde aşılmaz bentler kurulmuş bir baraj gibi hissediyordu kendini. Biriktirmişti suları. Hangi dağdan veya nereden gelirse gelsin hepsini kabul etmişti.

Başkalarına ait tüm dertleri, tasaları kendine akıtmıştı.

Kimseye hayır demezdi, yok diyemezdi. Olumsuz cümle kurduğunu başkalarını bırakın kendisi bile hatırlamazdı.

Onun için kendisini herkes 'Cennet Ana' olarak anardı.

O, onarandı.

Biriktirendi.

Barıştı. Kavgasız olmaktı.

Huzurdu.

Mutluluğu onda bulurlardı.

Dalına salıncaklar kurulurdu. O salıncaklardan ne çocuklar ne de yetişkinler inmek istemezdi.

İnmezdi de.

Kimse 'Bu dal bu kadar yükü çeker mi?' diye düşünmeyi akıl etmezdi. Biteviye binerlerdi.

'Dalın dinlendirilmesi gerekir' diye düşünen bir tek insan çıkmadı yıllar yılı. Şaşılası bir şey olsa da gerçek tamı tamına buydu.

Herkes ona, Cennet Anaya tutundu, cennete tutunur gibi.

Onunsa nereye tutunacağını ne düşünen ne de soran olmamıştı.

'Kaderim, kederim' derdi kimseler yokken kendine seslenmek istediğinde.

Evet, onun da incinebileceği hiç hesap edilmedi. Kırılabileceği varsayılmadı.

Cennet Ana giydiği çiçekli pazenden vazgeçmediği gibi insanlara çiçekten tebessümler sunmaktan da geri durmadı. Ağır indi hayat merdivenlerinden. Telaşa kapılmadı. Öfkeye yenilmedi. Hırsa yüz vermedi.

Kırmızı yazmasının ucunun hafifçe ıslandığı nadiren görülmüş olsa bile o hep tevekkül etti.

Sığındı.

Çünkü o Cennet Anaydı.

Ama bak işte o da bendini yıkmıştı. Çağlıyordu gözleri.

'Kırılmak yok' diyordu kendine, yok. 'Yaraşmaz ben yaştaki birine.'

'Güngörmüş, umur sürmüş kişiye hiç yakışık alır mı?' diyordu? Ona göre insana kırılmak aslında biraz da Hakka kırılmak manasına geliyordu.

Hep böyle düşünmüş, böyle hissetmişti. O sebeple bugüne kadar kimselere gönül koymamış tersine herkesi gönlüne koymuştu.

Gözlerinin çağlamasına inanamıyordu. 'Demek ki, oluyormuş Kevser' diyordu, oluyormuş.

Adı Kevser'di.

İsmini başkasından duymadığı yıllar olmuştu. Kendi sesinden duyması da bugünün bir tuhaflığıydı. Çünkü böyle bir adeti yoktu. Kendini motive etmek istediği zamanlar söylediği 'Haydi imanım haydi' olurdu.

Durmadı çağlaması gözlerinin.

Baraj tüm suyunu boşaltınca bir sessizlik hakim oldu. İç çekişleri azaldı. Eliyle yazmasını çekti. Saçlarını lastikten parmağıyla kurtararak serbest bıraktı. İlk gençlik yılları gibi öne eğilip bir sağa bir sola salladı. Sevmeye başladı. Okşadı onları.

Pencereden giren rüzgar uçuşturdu saçlarını. Bir ferahlık hissetti. İçine bir sekine geldi.

Parmaklarıyla uzunca bir süre taradı o bembeyaz saçlarını. İlk kez görüyor gibiydi sanki. Uçlarına baktı ve 'Nasıl da kırılmışlar' dedi.

Aklına bir şey takılmıştı. Önce kırılan gönlü müydü, yoksa saçları mı?

Karar veremedi ama üstünde de durmadı fazlaca.

'Haydi imanım haydi' dedi yine ve oturduğu yerken kalktı Cennet Ana.

'Hayatı bekletmeyelim!'