Çanlar kimin için çalıyor?

Onaltıncı yüzyıl şairlerinden (1572-1631) ve değeri geç anlaşılan (1940’lara gelindiğinde Shakespeare’den (1564-1616) sonra İngilizlerin en büyük şairi olduğuna inanılmaya başlanılan) John Donne’a ait bir şiirin son mısraında geçer “Çanlar kimin için çalıyor?” sözü..

O son mısraın orjinali de, “... and therefore never send to know for whom the bells tolls; it tolls for thee..” şeklindedir..

Ernest Hemingway bu şiire bir roman dahi yazmıştır...

“Çanlar Kimin İçin Çalıyor” yaklaşmakta olan bir tehlikeyi anlatır.. Zira hristiyan dünyasında Pazar günleri mutadı dışında köyde yahut kasabada biri öldüğünde çalınır çanlar. Bizim selâlarımız da öyledir..

Bu yüzden bu dünyaca ünlü lafı yerlileştirecek olsak belki “selâlar kimin için okunuyor?” diyecektik. Lâkin artık söz bu şekilde geçmiştir lügatlere..

Edebiyat nelere kadir görüyor musunuz?

Dillere pelesenk olmuş bir söz.. Anlamlı mı? Hem de çok anlamlı... Hikmetli mi hikmetli bir sözdür bu...

İyi edebiyatçıları olmayan, edebiyatı ölmüş bir toplumun iyi felsefecileri, düşünürleri de olmaz...

İşte Kadir Mısıroğlu, Mehmet Şevket Eygi ve dahi yüzlerce edip, yazar ve tarihçinin Türk milleti tarihindeki en büyük talihsizlik olan YAZI İNKILÂBI üzerinde hassasiyet göstermelerinin sebebi budur.

Bin yıllık öztürkçe yazımızı attık, gâvurun latince hurufatını aldık... Okur yazarı çok ama çok olan tahsilli bir toplum idik, bir anda zır câhil olduk...

Artık arşivlerimizde (hurda kâğıt olarak satılmaktan kurtulmuş) evrâk-ı metrukeleri bırak, dedelerimizin (helâ taşı olmaktan kurtulabilmiş) mezar taşlarını dahi okuyamıyorduk..

Bu konuya girdiğimde o kadar kahroluyorum ki...

Yazma hevesim gidiyor, hıçkırıklarla ağlamak geliyor içimden...

O yüzden çanlar kimin için çalıyor diye ne zaman sorulsa bilâtereddüt, BİZİM İÇİN, BİZİM İÇİN diye bağırasım gelir..

Öyle ya tarihi ile irtibatı koparılmış... Millî hasletlerinin ve kültürel değerlerinin, hattâ dininin kendi içinden çıkan kişilerce hedef yapılarak hálâ saldırılmaya devam edildiği bir milletten daha ölmüş kimdir?

O dipdiri bir meyyittir. Yani nefes alan bir ölü...

Milletler sağlıklı olmak için köklere sahip olmalıdır. Köklerinden koparılmış ve bambaşka bir diyara atılmış tohumlar nasıl yeşerir?

Türk titre ve kendine dön diyenler beyhude ağlamasınlar...

Ağlayın su yükselsin belki kurtulur gemi... diyen şair de mecazen muhali ümid yapıyordu zaten...

Titremekle de ağlamakla da olmaz bu işler... Ya nasıl olur?

Kükremekle olur... Kükreyeceksin arslanlar gibi... Etrafını çakal sürüsü sarmış olsa da kükreyeceksin...

Ben ölmedim, o hâlde hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım diye kükreyip atılacaksın meydana...

Öyle bir mücadele vereceksin ki, dostların değil düşmanların bile gıbta edecek sana...

Plevne kahramanı Osman Paşa’ya “yeniksin ama galibsin” diyerek kılıcını verdikleri gibi sana da eski şanını iade edecekler o zaman...

Cesur ol, korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak..

Allah yâr ve yardımcımız olsun. Tehlikenin farkına varabiliyorsak, vakit hálâ geç değildir... Yeter ki uyanalım ve düşmanı doğru teşhis edelim. CUMANIZ MÜBERAK OLSUN.