Büyük Ortadoğu Yanılgısı

Türkiye, son15 yıllık tek parti iktidarı döneminde haklı olarak dış politikada yeni arayışlara girdi.

Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve kurulan Cumhuriyetle birlikte tarihin akışı içinde kendine yeni bir rota tayin etmeye çalıştı. Daha Mustafa Kemal Atatürk hayatta iken devlete adım adım hâkim olan İnönü ve ekibi, ülkeyi içine hapsetmeyi başardı. Türkiye, dışarıya karşı kuzu kesilirken, kendi vatandaşına aslan oldu.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru İtalyanlar Ege’den çekilirken, bütün adaları Türkiye’ye bırakıyorlar. Hatta Türkiye’nin bu adaları devralması için açık teklifte de bulunuyorlar. Ne var ki aşırı içe kapanık bir politika izleyen İsmet İnönü ve kadrosu, İtalyanların bu teklifini geri çevirirler.

İtalyanların çekildiğini duyan ve bir zamanlar Türkiyesinin vatandaşına karşı çelik yumruk görevini ifa eden Şükrü Kaya, kayıklar kiralayarak ulaşabildiği adalara bizzat Türk bayrağı dikiyor. Eski İçişleri Bakanı Kaya, kayıkların kirasını bile kendi cebinden öder. Bu gün eğer Ege’de birkaç adaya sahipsek, bunu Şükrü Kaya’ya borçluyuz.

Atatürk’ün oluşturduğu bürokrat kadronun teslim olmayanı farklı yöntemlerle pasifize edilip yerine halka karşı ceberut bürokratlar getirildi. Ve Türkiye halkı, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli Selamet ve Milliyetçi Hareket partileri ile yeni çıkış yolları ararken her seferinde ya darbe ya da türlü desiselerle, “kardeş ihaneti”ne uğradı hep.

Ancak 2002’de kurulan AK Parti hükümeti, liderinin sayesinde halkın kendi oyuna ve tercih ettiği siyasi partiye sahip çıkmasını sağladı. Erdoğan’ın içten söylemi, kitleleri Başta 27 Nisan e-Muhtıra olmak üzere Fetullahçı terör örgütü (FETÖ)’nün bütün darbe teşebbüslerine karşı dimdik durmalarını sağladı.

Türkiye, AK Parti hükümetleri döneminde dış politikada da yeni arayışlarına girdi. Bütün komşularla geliştirilen “Sıfır problem” politikası gereği ilişkiler geliştirildi. Ne var ki Ahmet Davutoğlu’nun Dış İşleri’nde egemen olmaya başlaması ile birlikte Türkiye, dış politikada Osmanlı’nın batış dönemindeki krizlerin benzerini yaşamaya başladı.

Bu satırların yazarı fakir, Ahmet Davutoğlu’nun 2003’te “Stratejik Derinlik” isimli kitabını okuduğunda “Türkiye’nin dış politikasının ‘Davutoğlu anlayışı’na teslim edilmesi bir intihar olur. Davutoğlu anlayışı Türkiye’yi yıkıma götürecektir” diye karşı çıkmıştı.

Çünkü Stratejik Derinlik’in sadece ilk 100 sayfası okunabiliyordu. Bu ilk bölüm teori olduğu için okunabilirdi. Ama geriye kalanı sonu felaketle bitecek hamasetle doludur.

Yarbay rütbesinde iken Genel Kurmay Başkanlığı’na getirilen Enver Paşa’nın Osmanlıyı batırması gibi, Türkiye’nin Davutoğlu’nun uçuk kaçık fantezilerinin peşine takılması aynı sonucu mukadder kılacaktı.

İşte bunlara itiraz edince ne Ergenekonculuğumuz, Ne “hain”liğimiz kalmıştı.

Sayın Davutoğlu, aslında bu uçuk kaçıklığını ta 1993’teki doktora tezinde ortaya koymuştu. O tez İngilizce yazıldığı için çok dar bir okur kitlesi ulaşabilmişti. Doktorası tuhaf temellere dayananın Profesörlük kitabı elbette uçuk kaçık olacaktı. Ne var ki Türkiye hala “Cilalı İmaj Devri”nden çıkmadığı için iki medya pohpohlaması ile Davutoğlu’nun kitabı baskı üstüne baskılar yaptı. Sanırım 100. baskıyı geçmişti. Ama kitabı imaj için alanların hiç biri okumadı. Masalarında, oturdukları koltukların arka fonunda kullandılar kitabı. Tıpkı bir zamanlar ergenlerin Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ını “imaj için” ellerinde taşıması gibi.

Davutoğlu’nun Şam’da öğlen namazı hayali, Türkiye’yi Suriye konusunda bir bataklığa sürükledi. Bırakın bataklığı, Türkiye’nin neredeyse önemli bir toprak parçası elden gidiyordu.

Tabi sadece Davutoğlu’nun bu uçuk kaçık fikirleri değildi Türkiye’yi bataklığa sürükleyen. Türk devlet bürokrasisinin en kılcal damarlarına kadar yerleşmiş olan ihanet ve casusluk şebekesi FETÖ terör örgütü elemanları da bu yangına körükle gitmiş ülkeyi Gayya Kuyusu’na yuvarlıyordu.

O Gün Türkiye’nin dış politikasına yön veren kadrolar, Şam’ın Moskova kadar Ruslar için değerli olduğunu bilmiyorlardı. Moskova’nın sadece Lazkiye’deki denizaltı sayısının Türkiye’nin tüm denizaltı sayısının iki buçuk katı olduğunu da bilmiyorlardı. Çünkü Doğu Akdeniz Ticaret Yolu, Rusya için hayati bir öneme sahipti. Bunun için gerekirse Rusya, milyonlarca insanın canına kıyabilirdi. Bunları söyleyen bizleri de korkaklıkla suçluyorlardı.

Allah’tan 15 Temmuz FETÖ ihanet darbe teşebbüsü oldu ve millet silkinip uyandı devletine sahip çıktı.

Ne var ki Türkiye hala ABD ve uzantılarının büyük tehdidi altında.

Hatırlarsanız ABD, Irak’ı işgal etmeden önce Irak liderini “diktatör”lükle suçladı ve bunu işgal için bahane etti. Arap Baharı adı altındaki yeni işgal harekâtlarında da “diktatör” temasını kullandı hep. Libya’ya “diktatör” bahanesi ile girdi. Suriye’ye de. (Burada Esad’ı diktatör olarak görmediğim düşünülmesin. Esad sadece diktatör değil, sapık bir katil ve soykırımcı Şebbiha’dır)

Amerikan medyası ve siyaseti bir yılı aşkındır Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı sıfatı yan yana getirmeye çalışıyor. Avrupa medyası ve siyaseti de öyle.

Türk insanı Batı’nın bu kara propagandasını önemsemedi ve kulağını tıkadı. Ne var ki aynı kan emici Batı, şimdi ülkemize ekonomik savaş açmış durumdu. Ve maalesef bu savaşta kısmen de olsa başarılı oldu.

Önümüzdeki gün ve aylardaki dış ödemeler dengesi sağlanamazsa Batı’nın ülkemizi karıştırma konusundaki çabaları daha da artacaktır. Ve diktatör kelimesini yeniden sıklıkla duyacağız.

Batı, ekonomik bunalımı, Doğu ve Güneydoğu illerimizde bir kargaşa ve kaosa tahvil etmeye çalışacaktır. Türkiye siyaset aklı bir an önce buna karşı bir formül bulup hayata geçirmelidir.

Güneydoğu ve Doğu’daki belediyelere “Kayyum formülü” Batılıların “diktatör” söylemi için inanılmaz bir mesnet olur. Ve ekonomik bunalım ile birleştirip hafazanallah bir kargaşa çıkaracakları mutlaktır. Türkiye, Bu oyunu bozmak için bir an önce Münbiç’e girmeli ve Batı’nın en büyük milis gücü ve silah deposu olan bu terör yuvasını temizlemelidir. Türk ordusunun Münbiç’e girmediği her gün bu ülkenin aleyhinedir.