Kuran’da şaibe oluşturmak için ortaya asılsız iddialar atan M. Öztürk’ün o iddialarından biri de şudur: “Kur’ân öğretisi, inanç ve ahlâk konusunda idealist, ahkâm konusunda ise realist ve pragmatist bir hüviyete sahiptir. Dinî hükümler, en temel iki kaynağında bile pür ilahî orijinli değildir.”

'Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Resûlünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.' (Fetih: 28.)

Kuran'da şaibe oluşturmak için ortaya asılsız iddialar atan M. Öztürk'ün o iddialarından biri de şudur:

'Kur'an öğretisi, inanç ve ahlak konusunda idealist, ahkam konusunda ise realist ve pragmatist bir hüviyete sahiptir. Dinî hükümler, en temel iki kaynağında bile pür ilahî orijinli değildir.' [1]

I - ALAFRANGA TABİR VE KAVRAMLARLA KONUŞMAK

Bu iddianın muhtevasına girmeden evvel şunu söylemek isteriz:

Bu cümleler hem asılsız ve mesnetsizdir. Hem de Kuran'ın 'idealist', 'realist' ve 'pragmatist' gibi batı kültürünün terim ve kavramlarıyla anlatılması çok büyük bir haddini bilmezliktir. Çünkü bu kavramlar materyalist hüviyetli batı kültüründe, bu kültürün dağarcığına göre manalar yüklenmişlerdir. Bu tarz kavramlar Kuran'ın keyfiyetini ve kuşatıcılığını anlatamaz. Kuran böyle alafranga kavramlarla değil, İslamî terim ve kavramlarla tanıtılmalıdır.

Ehli olan bilir ki, her kültürün bağlı olduğu bir dünya görüşü, bir doktrin yahut bir itikat sistemi vardır. Kelimeler çoğu kez kökünü ve manasını buralardan alırlar.

Bu alafranga tabirler, sadece Kuran'ı bir batılıya anlatırken kullanılabilir. Ne var ki o şartlarda bile muhataba uzun izahlar yapmak mecburiyeti vardır.

Halbuki M. Öztürk'e ait bu satırların muhatabı, evveliyetle Müslümanlardır. Ne hazindir ki bir aşağılık kompleksi içindeki, batı hayranı yazar çizerlerde batı kültürünün kavramlarıyla konuşmak ilmî bir derinlik, bir entellektüelite gibi algılanıyor…

II – DİLİNİ EĞİP BÜKEREK BÂTILI SÜSLÜ AMBALAJLARLA SUNMAK

Evet, Öztürk'ün yaptığı aynen budur: Dilini eğip bükerek batılı süslü ambalajlarla sunmaktır.

Böyle yapmasının sebebi de, maksadını net ifadelerle seslendirdiğinde alacağı tepkiden çekinmesidir. İslam'a aykırı fikirleri, ekseriye insanımızın anlamayacağı, 'Hoca ilim diliyle konuşuyor, bizi aşar' diyerek kendini geri çekeceği bir üslupla anlatıyorlar ki hareket sahaları genişlesin, istedikleri gibi tahrifatta bulunabilsinler… (Haşa) Kuran'ın Allah kelamı olamayacağından bahsederken 'Hermes'i örnek vermesi, Kuran kıssalarını 'mitoloji'yle ilişkilendirmesi gibi…

Şu cümleye bir daha bakalım:

'Dinî hükümler, en temel iki kaynağında bile pür ilahî orijinli değildir.'

Şimdi bu cümlede verilmek istenen mesajı daha açık hale getirelim:

'Pür' tamamen dolu; 'ilahî' Allah'a ait, Allah'tan gelen; 'orijin' de merkezli demek olduğuna göre, mana şu oluyor:

'Dini hükümler en temel iki kaynağında bile tam olarak ilahî merkezli (kaynaklı) değildir.'

Bu söz ne demektir?

Haşa 'Bazı dinî hükümler Allah'tan gelmiyor' demek değil midir?

Peki, (haşa) dinî hükümler tam olarak ilahî kaynaklı değilse, o zaman sen onları 'ilahî kaynaklı olanlar ve olmayanlar' şeklinde ikiye ayırmış ve böylece de ayet-i kerimede haber verildiği gibi 'dini parçalamış' (En'am: 159, Rum: 32.) olmuyor musun?

Bu takdirde sana sorarlar:

(Yine haşa!) Dini hükümlerden ilahî kaynaklı olanlar hangileridir, olmayanlar hangileridir?

Kainatı başına yıkacak kadar korkunç böyle bir isyanın altından kalkabilir misin?

Evet, Öztürk burada açıkça 'dinî hükümlere insan eli karışmıştır, yani bazısı uydurulmuştur' demek istiyor.

Bu elbette ki batıl bir iddiadır, asılsızdır, temelsizdir.

Hem, her müddei iddiasını ispatla mükelleftir.

Yine soruyoruz kendisine:

'İlahî olmayan'a 'batıl' demek icap ettiğine göre, hakla batılın karışımından ortaya çıkan sonuç yine batıl olmaz mı?

Bu şahsın hakla batılı birbirine karıştırma temayülü, batılı ilahiyatçıların kendi kitapları hakkındaki inançlarını aynen Kuran'a tatbik etme taklitçiliğinden başka bir şey değildir.

Ne var ki, batılı ilahiyatçılar dinleri tahrif edildiği için bu tahrifatı, yani kutsal kabul ettikleri kitaplarındaki 'insan elini' kabul etmeye mecburdular. Aksini söyleseler kimse onlara inanmaz; bu, gün gibi ortada olan bir gerçektir.

Kaldı ki bu onları rahatsız da etmez.

Dolayısıyla kendi muharref kitapları içinde hakla batılın birbirine karışmış olmasının onlara kaybettireceği bir şey yoktur.

Ama bu, yani hak ve batılın birbirine karışması, İslam açısından varlık yokluk meselesidir. Bir Müslüman buna asla cüret edemez.

Peki, bu şahıs kendince güya Müslüman kimliğiyle konuştuğuna göre, nasıl batılıların zihniyetiyle hareket edebiliyor? Bu, kör bir taklitçilikten başka nedir? Bunlar 'ilim adamı' olmaktan bunu mu anlıyorlar acaba?

Tam da şu hadisi hatırlamanın sırası:

Ebu Saîd el-Hudrî (r.a.) anlatıyor:

Allah'ın Resûlü (s.a.v.) şöyle buyurdu:

'Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz / onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir keler deliğine girecek olsalar, siz de onları takip edeceksiniz.'

Sorduk:

'Ya Resûlellah! (İzlerini takip edeceğimiz bu topluluklar) Yahudiler ve Hıristiyanlar mı olacak?'

Şöyle buyurdu:

'Ya başka kimler olacaktı?' [2]

Görüldüğü üzere bu hadis-i şerif, yaşadığımız bu itikadî felaketi on dört asır öncesinden bir mucize olarak haber vermektedir.

Fakat ne hazindir ki, gözlerinin içine girse de tahrifatçılar hadislerde geçen bunca mucizeyi görmek istemiyorlar…

Konumuza dönecek olursak, bu şahsın kalbindeki itikadî marazdan kaynaklanan yukarıdaki iddiası, bir laf u güzaftan ibarettir, hiçbir geçerliği yoktur. Dahası bu iddiasıyla Kuran'daki şu ayetlerin tehdidine girmektedir:

'… İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışır ve her asi şeytanın peşine takılır.' (Hac: 3.)

'İnsanlar içinde öyleleri vardır ki bilgisi, kılavuzu ve aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde, büyüklük taslayarak, başkalarını Allah yolundan saptırmak için Allah hakkında tartışır durur. Onun dünyadaki payı rezil rüsva olmaktır; kıyamet gününde ise ona yakıcı ateşin azabını tattıracağız.' (Hac: 8 – 9.)

BİR BÜYÜK ÇELİŞKİ DAHA!

Burada onun önceki yazılarımızda cevaplandırdığımız bir iddiasını daha hatırlatıp, bu iki iddia arasındaki tutarsızlığa da dikkat çekelim:

O, Kuran'ın lafzının Hz. Peygambere (s.a.v.) ait olduğunu, 'Hz. Peygamber tarafından formüle edildiğini' iddia ediyordu. Bu iddianın manası, Kuran'ın tamamının (haşa) beşerî olduğudur.

Burada ise 'Dinî hükümler en temel kaynağında bile pür ilahî orijinli değildir' diyerek, Kuran'ın en azından bir kısmının ilahî olduğunu söylemiş oluyor.

Burada büyük bir çelişki olduğu açıktır.

Kalemler buradaki sefillik ve rezilliği anlamakta aciz kalır.

Bir yarışma açılsa, en kısa zamanda en çok yanlış yapan ve en fazla çelişkiye düşen birinci seçilecek dense, o 'birinci' herhalde M. Öztürk olurdu!

III- DİNÎ HÜKÜMLERİN HEPSİNİN İLAHÎ OLMADIĞI İDDİASININ İTİKADÎ SONUCU

Böyle bir anlayış açık bir akaid ihlalidir; sahih imanı ortadan kaldırır. Bu, ilmî bir tespittir. Akaid ilminin zaruri neticesidir. Ne ithamdır ne de iftiradır. Böyle inanan bir kimse mümin olarak kalamaz. Böyle bir kimsenin Kuran'ın Hz. Muhammed'in (s.a.v.) uydurması olduğunu söyleyen Mekke müşriklerinden veya batılı müsteşriklerden, gayrimüslimlerden ne farkı kalır?

Burada 'Kuran'a İmanı Ortadan Kaldıran ve Küfrü Gerektiren Söz ve Fiiller' başlıklı yazımız altında zikrettiğimiz şu akaid ölçüsünü bir kere daha hatırlayalım:

'… Müslümanlar arasında Kuran-ı Kerim'in Fatiha Suresi ile başlayıp Nas Suresi ile bittiğine, bu iki surenin arasındaki bütün surelerin Allah'ın kelamı olduğuna ve onun peygamberi Resulüllaha (s.a.v.) indiğine, bundan bir harf eksiltenin veya ona bir harf ilave edenin kafir olduğuna icma vaki olmuştur.' [3]

IV- BATILI ARAŞTIRMACILARDAN ÖZTÜRK'E CEVAP NİTELİĞİNDE TESPİTLER

Asılsız iddialarla Kuran'a iftira atan Öztürk ve onun gibilere, Kuran'dan delil getirmek beyhudedir.

Onların, batılı ilim kisvesi altında sunan oryantalistlere özendikleri tarihî ve fiilî bir vakıadır.

İyisi mi biz belki kendilerine ibret olur diye, vicdanının sesini dinleyen, Allah'ın verdiği aklı fıtrî özelliğiyle koruyan iki batılı araştırmacıdan daha Kuran ve İslam'la ilgili birkaç tespit aktaralım:

Arap Edebiyatına dair ciddi çalışmalar yapmış ve Kuran'ın kendi dilindeki mealini hazırlamış meşhur yazar Dr. Maurice şöyle der:

'Kur'an nedir? Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve belagat mucizesidir. Kuran'ın, 350 milyon Müslüman'ın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun, her manayı güzel ifade etmesi itibarıyla, nazil olan kitapların en mükemmeli ve ezelisi olmasıdır. Hayır, daha ileri gidebiliriz;

Kur'an, ezeli kudretin, lütuf ile insana bahşettiği semavi kitapların en güzelidir. Beşeriyetin refahı noktasından bakıldığında Kuran'ın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadelerinden pek ziyade ulvîdir.

Kur'an, arz ve semanın yaratıcısına hamd ve şükranla doludur. Kuran'ın her kelimesindeki mükemmellik, her şeyi yaratan ve her şeyi sahip olduğu kabiliyete göre sevk edip yol gösteren kudret sahibi Allah'ın azametinde gizlidir.

Edebiyatla alakadar olanlar için, Kur'an, bir edebiyat kitabıdır. Dil mütehassısları için Kur'an, bir kelimeler hazinesidir. Şairler için Kur'an, bir ahenk kaynağıdır. Bundan başka bu kitap, hüküm ve fıkıh namına her ilmi içine alır.

Bizans Hıristiyanlarını, içine düştükleri sahte inanç ve çıkmazlardan, ancak Arabistan'ın Hira Dağı'nda yükselen ses kurtarabilmiştir. İlahî kelimeyi en ulvî makama yükselten ses, bu ses idi. Fakat Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses, insanlara en temiz ve en doğru dini öğretiyordu.' [4]

Bir başka batılı araştırmacı Corselle ise Kuran'ın özelliklerini ve mucize tesirini şöyle anlatır:

'Kur'an Arapçanın en mükemmel ve pek sağlam bir eseridir. Bir insan kalemi, bu mucizevî eseri vücuda getiremez. Kur'an, zatıyla daimî bir mucizedir; hem öyle bir mucize ki, ölüleri diriltmekten daha yüksektir.

Bu mukaddes kitabın ta kendisi, kaynağının semavî olduğunu ispata kafidir. Arabistan'ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şair ve hatiplere meydan okuyan Kur'an, bir ayetine bir benzer istemiş; hiçbir kimse bu meydan okumaya karşı gelememişti.'[5]

İki batılının hayret verici bu tespitleri karşısında Öztürk ve onun gibilerin vicdanları harekete geçmiyor, içlerinde biraz olsun ar hissetmiyorlarsa, bizim de 'Allah hidayet versin!' demekten başka çaremiz kalmamış demektir.

V– KURAN'IN 'ALLAH KELAMI', DİNÎ HÜKÜMLERİN DE 'KURAN VE SÜNNET' KAYNAKLI OLDUĞUNA DAİR KURAN'DAN BAZI MESAJLAR

Öztürk ve onun gibiler dinlemek ve anlamak istemese de, Kuran ulvî mesajlarını, fıtratı ve aklı bozulmamış bütün insanlara, hususiyle de müminlere, en vurucu şekilde bildirmektedir.

Dinî hükümlerin tamamen Kuran ve Sünnet kaynaklı olduğu, Kuran'ın 'vahy-i metlüv / tilavet edilen vahiy', Sünnet ve hadislerinse 'vahy-i gayrimetlüv / tilavet edilmeyen vahiy' olduğu gerçeği pek çok delille sabittir.

Bütün İslamî hükümler bu iki kaynaktan gelir. Bu meyanda Kuran'dan bazı mesajlar aktaralım:

'(O), alemlerin Rabbinden indirilmiştir.' (Vakıa: 80.)

'Şüphesiz bu Kuran, alemlerin Rabbi'nin indirmesidir.' (Şu'ara: 192.)

'Bu Kur'an, Rahman ve Rahîm olan Allah'ın katından indirilmiştir. Bilmek isteyenler için ayetleri apaçık hale getirilmiş Arapça okunan bir kitaptır. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak indirilmiştir ama çokları yüz çevirdi, artık onu işitmezler.' (Fussilet: 2 – 4)

'Kulumuza indirdiğimiz kitaptan dolayı bir şüphe içinde iseniz onun benzeri bir sure de siz getirin, Allah'tan başka taptıklarınızı da yardıma çağırın; eğer iddianızda samimi iseniz! Bunu yapamazsanız –ki asla yapamayacaksınız– yakıtı insanlar ve taş olan ateşten sakının; o, inkarcılar için hazırlanmıştır.' (Bakara: 23 - 24.)

'De ki: Yemin ederim, bu Kuran'ın bir benzerini ortaya koymak için insanlar ve cinler bir araya gelip birbirine destek olsa dahi onun benzerini ortaya koyamazlar.' (İsra: 88.)

'Yoksa 'Kuran'ı kendisi uydurdu' mu diyorlar? De ki: 'Eğer doğru söylüyorsanız Allah'tan başka çağırabildiğiniz herkesi yardıma çağırın da, siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin!' Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin ki, bu Kuran ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. Ondan başka ilah yoktur. Artık müslüman oluyorsunuz, değil mi?' (Hud: 13 – 14.)

'Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Resûlünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter.' (Fetih: 28.)

Bu kadar net ve uyarıcı mesajlar karşısında hala kulaklarını tıkayanların şu ayetlerin tehdidine girdiğinde şüphe yoktur:

'Kim de beni anmaktan yüz çevirirse mutlaka sıkıntılı bir hayatı olacaktır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz. O der ki: 'Ey Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki daha önce gören biriydim.' Allah buyurur: 'İşte böyle! Sana ayetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun, bugün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!' Haktan sapan ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Hiç şüphesiz ahiretteki ceza daha şiddetli ve daha kalıcıdır.' (Taha: 124 – 127.)

Devam edecek…

[1] M. Öztürk, Kur'an Tefsir ve Usûlü Üzerine, Ankara Okulu Yayınları, s: 92, 98.

[2] Buharî, Enbiya 50; Müslim, İlim 6.

[3] Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî, Ehl-i Sünnet İ'tikadı (Camiu'l-Mütûn Tercümesi), Tercüme Edenler: Abdülkadir Kabakçı, Fuad Günel, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1996, s: 131-133.

[4]

[5]