Buna Nasıl Cüret Ediyorlar?

Merhum şairler sultanı Necip Fazıl Kısakürek üstad, “Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana... / Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana...” diyordu..

Ak Parti iktidarına kadar, öz yurdumuzda garip, öz vatanımızda parya idik..

Buna nasıl cüret ediyorlardı? Tá çocukluk, gençlik yıllarımdan bu yana hep bu menhus suale cevap aramış, ama tatmin olabileceğim bir şey de bulamamıştım..

Kahir ekseriyetimiz Müslümandı... Yoksa değil miydi? Ya da muhterem Cumhurbaşkanımızın başbakan olduğu yıllarda söylediği şekliyle; davul bizde lâkin tokmağı mı alamıyorduk?

Buna nasıl cüret ediyorlardı? Birisi Hindistan’a gidip rastladığı bir ineğe tekme atsa “şu hayvana nasıl taparsınız, sizde hiç mi beyin yok?” falan dese Hindulara... Oracıkta linç edilmez miydi?

Buna nasıl cüret ediyorlardı? Türkiye’de insanlar bir hayvana falan kudsiyet izafe etmiş de değil.. Kâinatı yoktan var eden, ortağı ve benzeri olmayan, beşeriyet aklının da evrensel mârûf olarak kabul ettiği Allah’a tapıyor, O’nun (c.c) kulu ve son elçisi Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem), tebliğ ettiği İslâmı din olarak yaşamak istiyorlardı..

Buna nasıl cüret ediyorlardı? Nasıl olmuş da silah zoruyla bin yıllık yazısı lağvedilmiş, diniyle, tarihi ile irtibatı bu rezil saldırılarla koparılmıştı...

Buna nasıl cüret ediyorlardı? Milletin «Peygamber Ocağı» diye sevdiği TSK’ni, milletin üzerine saldırtabiliyor, vesayeti ile sindirebiliyorlardı?

* * *

Yaşımız ilerledi. Geçtiğimiz Ramazan ile 64’ü, milâdî takvimle de 62 yaşını ikmal ettik... İstiklal Gazetesinin yeni, basının ise eski bir yazı adamı olarak kendimi kısaca tanıtmama izin veriniz. Sergüzeşt-i hayatım kısaca şöyle:

Bendeniz Diyarbakır doğumlu, evli ve beş çocuk babası emekli bir hava pilot subayım. Askerî ve sivil uçuşlarımı toplarsak, 30 yıla yakın bir süre tayyarecilik yaptım.

Kendimi bildim bileli okur yazar biriyim. Okumayı da yazmayı da severim. Fakat entellektüellik (münevverlik)... Öyle bir şey iddia etmem, edemem.

Askeriyedeki yıllarım hep kavga ile geçti. Askerî okula adımımı attığım andan itibaren duruşum nedeniyle haddinden fazla cedelleşmek zorunda kalmıştım. Yine de mezun olup muvazzaf subay olabilmiştim...

Lâkin kurmay olamadım!. Çünkü «Karım başını örtüyor, bense namaz kılıyordum» Modern dünyada hiç mahzuru ve yanlışı olmayan nedenlerle Harp Akademisi (kurmay mektebi) sınavlarına sokmadı, generallik yolumu kapadılar. Bu ve başka benzer faktörlerin de etkisiyle çok sevdiğim TSK’den erkenden (malülen) emekli olup ayrılmak zorunda kaldım.

* * *

Hep yakın takibe mâruz kalıyordum. Gerçi pes etmiyor, mücadeleme devam ediyordum. Hattâ öyle ki, 1980 askerî cuntası henüz hükümferma iken (1982 başı) Eskişehir Orduevinde; onuruna verilen bir yemekte Hava Kuvvetleri Komutanı müteveffa Tahsin Şahinkaya’nın karşısına başörtülü karımla oturup ona bir nevi kafa bile tutmuştum...

“Bu orduda Müslüman subaylar da var” demiştik lisán haliyle..

Tavşan dağa küser, dağın haberi olmazmış ya, biz dağa meydan okuduk, haberi oldu ve lavlar püskürttü anında...

Lâkin hiçbir şey yapamadılar...

Hava Kuvvetleri Komutanı devre arkadaşım Org. Abidin Ünal anlatmıştı... Şahinkaya, Malatya’da yaptığı konuşmada “İki yüzbaşı, karşıma başörtülü hanımlarıyla oturdu, Atatürkçü subay böyle mi olur?” gibi laflar etmiş..

Şaşıranlara “siz Kur’ân okumuyor musunuz?” dedim. Kur’ân-ı Kerîm’den Hazreti İbrahim’le (a.s) ilahlık taslayan zalim Nemrut arasında geçen ibretamiz hikâyeyi okumalarını salık veriyordum. (Hadise «İbrahim» isimli Sûre’den ziyade, Saffat ve en fazla da Enbiya Sûresi âyetlerinde anlatılır.)

Yıllar sonra BBP yayın organı diyebileceğimiz Gündüz Gazetesi’ndeki köşemde bu hadiseyi «Sen İbrahim ol ki, ateş de gül bahçesi olsun..» başlığı ile kaleme almıştım. Sonra başka gazetelerde de yazdım. İleride belki bu gazetemde de yazarım. O eskimez bir yazıdır çünkü..

Buna nasıl cüret ediyorlardı? Artık biliyordum... Hayatımı cehenneme çevirmiş bu menhus sualin cevabını yaşaya yaşaya öğrenmiştim.

Henüz teğmendim. Bir Hisar Camii vaazında (!) herifin ne mal olduğunu söylemiştim: O mükemmel bir tiyatrocu, tam bir sahtekâr şarlatan idi.. Kuvvetli adam diye Koca Yusuf gibi bizden ve hakiki biri yerine, Amerika’nın hayalî kahramanlarından “Rambo”yu misâl veriyor, elektrikler kesildiğinde müezzinleri fırçalıyor, geldiğinde ise kaldığı yerden zırlamasına devam ediyordu... Yanımdaki nurcu kardeşe dedim: “Hakikaten bu şarlatan herifin peşinden mi gidiyorsunuz?”

#harbiden: İrtica bizim değil bize hayatlarımızı zindan eden, öz yurdumuzu babalarınnı çiftliği, bizleri de ırgatları sayanların, siz beyaz (!) Türklerin, siz kriptoların, çomarlığınızı yapan FETÖ’lerin ve zındıkiyyun Kemalistlerin marifeti.. Terakkiperver olan bizler, mürteci olan sizlersiniz. Mürteci (çağdışı gidişattaki) de, yobaz (kötü olan) da siz uğursuzlarsınız..