Whatsapp'a koyulan durumlar, birkaç senedir arkadaş akraba ilişkilerinin ana kumanda odasında başköşeyi kaptı. Fiskos masalarının, balkonlar arası iletişimin, kaldırım yayınlarının ruhu şad olsun...

Whatsapp'a koyulan durumlar, birkaç senedir arkadaş akraba ilişkilerinin ana kumanda odasında başköşeyi kaptı. Fiskos masalarının, balkonlar arası iletişimin, kaldırım yayınlarının ruhu şad olsun...

Artık birbirine laf çakmak, gönderme yapmak isteyenler nemmamları günaha sokmadan; "bazı insanlar.." diye başlayan büyük laflar yazarak amacına ulaşabiliyor.

Ya da gece gündüz cadı kazanı gibi kaynayanların, pulçun pulçun camiye koşmasına, yüksek sesle kuran okumasına gerek kalmadı. Sürekli fiili ibadetlerle ilgili ayet ve hadisleri milletin kafasına sıkmak suretiyle, dindar bir imaj çizip, özgürce münafıklık yapmak için en pratik çağa ulaştık.

Özellikle toplumsal hassasiyet gerektiren zamanlarda, günün anlam ve önemiyle ilgili yalan yanlış bir görseli duruma koyarak, konuyla alakasız olanları şiddetle kınama, yine durum aracılığıyla tekfir etme gibi haklara sahip olabiliyorsunuz.

Durum koymanın sağladığı en kutsal amaçlardan biri de, beraber yediğin içtiğin kişilerle çekinilen fotoğrafları koyarak, çaktırmadan kulis ifşası yapabilmek. O ortama dahil olmayan kişi, kendisi hakkında konuşulduğu gerçeğini görünce hemen anlar. Kutuplaşma kareleri ise mutlaka "kahve içiyoruz" temasına sahiptir. Kahve fincanının özenli işlemesine, tepsideki dantele ve kuş lokumuna dikkat.

Kocasıyla yanak yanağa, dip dibe, pozların ise anlamı şu şekildedir. "Hala mutluyuz. Aramızı açamadınız."

Amaçsızca bir araya gelenlerin de, oturduk Arena Şapeli'nin frekslerinin mavi boyası neden dökülmüş diye tartışıyoruz diye işkembeden sallamadıkları, son derece dürüst açıklamaları vardır: "özlemişsek demek ki!" ya da "bugün de böyle olsun!"

Benim en sevdiğim durumlar ise gerçekten tamamı tek başına yapılmış, sekiz on çeşit pasta börek kısır sarma dolu sofralar. Bunu en çok kuzenim yapıyor. Aç olanlar var falan dediğimde bir defasında demişti ki; "benim listemde bu sofrayı kuramayacak kimseler maddiyattan değil beceriksizliklerinden kuramıyorlar." Hava atmaya hakkı var hissi uyandıran bu açıklamaya şapka çıkarıyoruz.

Bebeklerin yüzüne de emoji koyuyoruz, çünkü kablosuz wifi ağı aracılığıyla nazar değebilir. Ama bebeğin yumuk ellerini, pofuduk ayaklarını gösterebiliyoruz çünkü nazar sadece (Children Of Men filmindeki gibi dünyada doğan son çocuk olan) bebeğimizin sadece yüzüne isabet edebilir, diğer uzuvlar nazardan muaf sayılıyor galiba.

Hiç eleştiremediğim çok zavallı bir kesim var. Sevgilisinin aldığı ayıcığı, nişanlısının yüzüklü elini, evlilik cüzdanını falan paylaşan çiçeği burnunda masum aşıklar. Onlar kızarma tenceresini tellerken, yağlı bulaşık suyuyla dolu lavaboya kolunu sokup pompalarken, aylık alışverişi kasada öderken falan uyanacaklar. Onlar durumlardaki en masum kesim. O tünelin sonu da hep Mahmut Hoca'nın odasına çıkar. Hoşgörelim.

En ciddi sorun ise, ulusal ya da uluslararası politikanın bize televizyon ve internet mecralarından yansıyan yüzünün, hala birer magazin temaşasından ibaret olduğunu anlayamamış; birbirinden nefret eden amigolar ve holiganlar. Bu kesim tarih bilgilerini capslerden ve dizilerden öğrenmiştir. Aslında hiç kitap okumazlar.

Kendi lisanlarıyla ilgili imla ve noktalama sorumluluğu hissetmezler fakat atarlı yazılar yazabilirler. Hem de şehadet, vatan, savaş gibi derin konular hakkında ölümüne sallayabilirler.

Aslında hakkını yemeyelim, durumlar sayesinde "göresmek" de tarih oldu. Uzak şehirlerde, nadir gördüğümüz insanların, günlük hayattan kesip aldıkları bir kare bize çok şey hissettiriyor. Çocuklar ne kadar da büyümüş, köyümüze bahar gelmiş, çayırlar yeşermiş, kuşburnu kazanları kaynıyor, turşular kuruluyor, yollar kardan kapanıyor. Hasret kalınan yerleri gezmeyi, hasret kalınanları görmeyi de mümkün kıldığı için bir yanı da çok güzel.

Aslında güzel olan herşeyi küfrani nimete çeviren, ifsad eden, istismar eden, kötüye kullanan biziz. Eskiler "insanın kandili içinde yanmalı" derlermiş. Mutlu olmak için ve dünyaya güzel şeyler bırakmak için, elinin değdiği herşeyi güzelleştirmek için önce kendi ruhundaki güzelliği bulması lazım insanın.

Yoksa nefsani çekişmelerine alet olacak atarlı birkaç cümle kurgulayıp, altına da Mevlana yazıp, sağı solu tırpanlayacak kadar düşmek de mümkün. Varlık, yokluk, olmak, olmamak kadar hayatta herşey son derece mümkün...