NİCE vakittir kayıptı. Gözlerim onu dibine çöküp çayını içtiği duvar diplerinde aradı ama bulamadı. Giderek engel olamadığım bir merak baş göstermişti. Nasıl ulaşabileceğimi bilmiyordum doğrusu.

NİCE vakittir kayıptı.

Gözlerim onu dibine çöküp çayını içtiği duvar diplerinde aradı ama bulamadı.

Giderek engel olamadığım bir merak baş göstermişti. Nasıl ulaşabileceğimi bilmiyordum doğrusu.

Telefon kullanmıyordu ve sorduğum kimseler bir adres bırakmadığını söylemişlerdi.

Sonunda onun sıkı fıkı olduğu birisi aklıma düştü. Kendimi yola vurup kendisini buldum ve meramımı anlattım.

Hem şaşırmış hem de biraz tedirgin olmuştu. Şaşırmıştı zira başka soran olmamıştı.

Tedirgindi çünkü ne sebeple aradığımı bilmiyordu. Tembihli olduğu anlaşılıyordu umarsız davranışlarından.

Hem sıkıştırmamdan hem de samimim oluşuma ikna olmasından ötürü bulunduğu beldenin adresini almıştım.

BULDUM kendisini.

Bir bahçesi vardı.

Yorucu bir hayatın son demlerini birbirinden güzel çiçekler yetiştirerek geçirmekle geçiriyordu.

Hızlı akan şehir hayatından kendini asude kılmış yalnızlığın oldurucu koynuna atmıştı adeta.

Şaşılacak olan ise sosyal yaşamı en yüksek seviyede yaşayan bu adamı hiç arayan soran olmamıştı.

Elbette bundan müşteki değildi.

Ayrıca o akışkan hayatta insanlar birinin yokluğunu o kadar da kolay fark etmiyordu.

Zaman akıyordu.

Çark dönüyordu.

Herkes kendi derdiyle meşguldü.

Başkasına ayıracak ne vakitleri ne de istekleri yoktu.

HOŞBEŞ sonrası gözlerimden okuduğu soruları cevaplandırdı.

Bana bahçesini gezdirdi, uzun uzun.

Yetiştirdiği her çiçeğe bir isim vermişti.

Onlara adlarıyla sesleniyor ve bana onların tüm özelliklerini hiç acele etmeden tüm ayrıntıları ile anlatıyordu.

YORULMUŞTUK.

Tahtadan kendi elleriyle yaptığı taburelere kurulduk.

'Bir kokusu olmalı insanın' dedi. 'Tıpkı çiçekler gibi…'

İlginç gelmişti bana bu yaklaşımı, devam etti.

'İnsanlar kokularını kaybettikleri için ben kendime kaçtım.'

Ona göre insanlar artık kokusuzdu. Düşünceleri belirsiz, inançları temelsizdi.

Ülkü yoksunu olmuşlardı.

Hedefler şaşmış, istikametler kaybolmuştu.

Pusula doğru yönü göstermiyordu.

Zira insanlar menfaatlerine göre her kalıba giriyor buna göre şekil alıyordu. Yani kendilerine mahsus orijinal bir kokuları kalmamıştı. Oysa insanlar birini diğer varlıklar gibi kokularıyla tanırdı.

Etkileşim bu şekilde olur ardından karşılıklı beslenme ve gelişme başlardı.

İtiraz edebileceğim bir durum değildi. Dikkatle dinleyip zihnime not almaya çalıştım. Son cümlesi şu olmuştu uğurlamadan önce:

'Kötü kokmayalım. Bir kokumuz olsun, güzel bir kokumuz. Kokusu olanlar birbirini tanıyıp severler ancak.'

Ne dersiniz?

Ya Selam!