BİR ENKAZ VE BİR DOMATES

Gerçekler, ne kadar gizlenirse gizlensin, ne kadar saklanırsa saklansın ve hatta bütün bunları yapmaları için ehil kişilerin de işin başında olmasına karşın, ortaya çıkmak gibi güzel bir tarafı vardır. Yani, bunca zamandır olmayanı olmuş gibi gösteren, bunca zamandır olanı bambaşka şekle sokarak binbir türlü şaklabanlık yapan sihirbazların maskesi düştü. bu denli mahir (!) sihirbazların maskelerini düşüren resiz ve rüsvay hale getirmeye bir enkaz ve bir domates yetti bile.

Bütün bu yalan ve talanların, bütün bu yalancı maviliklerin, bütün bu pembemsiliklerin ortyaya çıkması ve şaklabanların maskelerinin düşmesi zor değildi aslında. Zor olmadığı gibi bu kadar uzun bir zamana da gerek yoktu. Ancak, üzülerek söylemek istiyorum ki araştıran, soruşturan ve analitik düşünen bir toplum değiliz.

Geçen bunca zaman içerisinde verilmiş sayısız açıklar, kırılmış sayısız potlar, gün yüzüne çıkmış yalanlar görülemeyecek gibi değildi. Ama gel gör ki kimseler inanmak istemiyordu. Yakışıramıyorlardı böylesi yalanları, talanları ve yağmayı...!

Görmek istedikleri gibi görüyor ve kendi hayallerinde ki şekle sokuyor ve nasıl tasavvur ediyorlarsa aynen öyle olduklarına hükmediyorlardı. İnanmak ve güvenmek, ayakları yere basan ve doğru kodlamalar üzerine oturtulmadığı sürece çölde görülen serap niteliği taşımaktadır. Yalancı vaha, yalancı yeşillik ve yalancı kaynayan sular, yanlarına yaklaşıldığı zaman sert şekilde insanın yüzüne yüzüne çarpan gerçeklerdir.

Bir enkaz !

Geçmişte de nice nice enkazlar oldu, nice nice somalar yaşandı ve sayısız canlar toprağa verildi. İşte o süreçte görülen serabın renkleri henüz daha canlı ve daha inandırıcı idi. Suyun akıntısı şiddetli ve homurtusu kulaklara kadar varıyordu...!

Oysa soma, enkazların en büyüğü ve tam bir işaret fişeği niteliği taşıyordu. Ama dedik ya serap o zamanlar daha canlı renkler içeriyordu. Dolayısıyla görülmedi, görülemedi ve görülmek istenmedi. Ama biz o yıllarda gördüğümüz bugünün gerçeklerini idafe ediyor, anlatıyor ve göstermeye çalışıyorken, adeta sert duvarlara tosluyor ve kelimelerimiz boğazlarımıza tıkatılıyordu. Ağzımız dahi açtırılmıyor söz hakkı dahi verilmiyordu. Evet, inanmışlardı ve bu inanç şiddeti bizim söylediklerimizin bütün hükümünü, doğruluk ve haklılığını tamamen etkisiz ve değersiz kılıyordu. Ve bir gece ansızın bir bina çöküyor. Yeni ve başka canlar toprak altında kalıyor, nice yüreklere yangınlar düşüyor, nice ocaklar körleniyor ve feryatlar arşa yükseliyor. Bir şeyler dökülüyor agızlardan. birseyler terennüm edilmeye başlanıyor. kısık ses ve düşük volümler de olsa da bir takım homurdanmalar ve bir takım itirazlar geliyor kulaklara. Biri diğerinden destek alıyor ve aynı seramonide ki yerini alıyor ve itiraz seslerinin volüm seviyesi bir çentik daha yiyor.

Domates !

Hırpalanmış, örselenmiş, yılgın ve yorgun olan, yalan söylemekten, gerçeklerin üzerini örtmekten bıtkın düşümüş sihirbazlar, domatesin vurduğu darbe ile nakdavn oluyor. Bu darbe hem sihirbazların ve hem de milletin birbiri ile karşı kayşıya ve göz göze gelmesine zemin hazırlıyor. İki tarafta bir başka, bambaşka bakıyorlar birbirlerine. Dünün inanmışlığı, dünün güveni alanı terk etmiş ve birbirine son derece yabancı bakışlar hakim oluyor ortama.

Ve hiç bir şey eskisi gibi değildir artık. Her iki tarafta, hem gardını almış ve hem de defansa çekilerek gelebilecek bir başka hamleye karşın tedirgin haldeler. Ne güvenden, ne umuttan ve ne de inançtan yana bir kalıntı yok orta yerde.

Nakdavn olan sihirbazlar, ikinci bir hamlenin nelere mal olacağının kısmen de olsa bilincinde. Gelecek ikinci bir hamle, oyunu bitirip perdeyi kapatacak bir sonuç doğuracaktır.

Ama kavganın içine bir de salatalık, patlıcan ve biber de girince...!