İnsan hayatında kandillere rastlar… Güzel insanlardır bunlar… Dışı ayrı güzel, içi ayrı … Işık taşırlar. Onların ışığının altına sığınır, yüreğini yüreklerine tutarsın… O ışığın ürkütmeyen naif sıcaklığında dem tutmaya çalışırsın.

İnsan hayatında kandillere rastlar…

Güzel insanlardır bunlar… Dışı ayrı güzel, içi ayrı … Işık taşırlar.

Onların ışığının altına sığınır, yüreğini yüreklerine tutarsın…

O ışığın ürkütmeyen naif sıcaklığında dem tutmaya çalışırsın.

Kalbini kalpleriyle tartarsın yeteneğin ölçüsünde.

Nefeslenirsin onlarla… Nefes nasıl alınır, nasıl verilir öğrenirsin…

Nefîs olursun kısacası…

O kandiller aslında bir güneş kudretindedirler ancak bunu genellikle perdelerler…

Nedeni de yakmamaktır aydınlatırken…

Ürkütmemek, ezmemektir…

Yük vermemektir, yüke vurmamaktadır…

Öğrenirsin onlardan hayatı, anlamını… Sorumluluğu, varlığa saygılı olmayı…

Öğrendikçe yük istersin…

Bunları yaptıkça Ali olursun… Yiğitliğin dile gelir… Ferman olursun dilinde Efendimizin…

Zülfikar gibi kılınç, Ali gibi yiğit olmanın yollarını ararsın…

Aralarsın…

Bu yazıda bir güzel insandan bahsedeceğim… Bir rahmet niyazı olarak…

Ali Gürbüz. İlk dini duyarlılık taşıyan İslami gazeteleri çıkaran civanmert ekipten birisi…

Genç, heyecanlı ve yorulmazlar…

Gazete de farklı isimlerle yazılar yazarken dağıtımını da kendileri yapan, kendileri tahsil eden, mahkemelere çıkan gözü pek bir ekibin kahramanlarından…

Sabah gazeteye ekipten biri gelmediğinde ya hastanede yahut karakoldadır diyen başka türlüsü olamaz anlayışında olan bir davanın sahipleri…

Muzaffer Deligöz, Said Özdemir, İsmail Ambarlı…

Selam, Uhuvvet ve Zülfikar gazetelerinin her şeyleri… Ankara'da Sıkı Yönetim Mahkemesi gazeteyi kapattığında İzmir'e gidip oradan neşir yapan, burada da kapanma alınca İstanbul'a gelen gönülleri kavi, kendileri seyyah bir ekip…

İşte o kahramanlardan biri.

Hem Ali hem Gürbüz olan bir yiğitten bahsediyorum…

Adı gibi Ali, soyadı gibi gürbüz idi Ali Gürbüz…

Hayatımın artı değerlerinden…

Zafer Dergisinin İstanbul Cağaloğlu'nda eski Hürriyet Gazetesi binasının karşısında İstanbul Üniversitesine ait Ziya Gün Han'da faaliyet gösteren şubesinde çalışırken karşılaştık…

Kitap Dünyası adıyla bir kitapevinin sahibiydi…

İhtişamlıydı ismi…

Dikkatimi ilk bu çekmişti…

Ali Gürbüz üstadımızda ihtişam ve tevazu ikiz kardeş gibiydi… Birlikte harmanlanmıştı adeta…

Daha sonra dikkat ettiğimde ikiz duygular diyebileceğim başka tespitlerim de oldu… Cesaret ile şefkat bu kadar mı uyumlu ve dengeli olurdu bir insanda… Öfke ile nezaket ya da…

İlk selamlaşmalarımda küçük olmama rağmen değer vererek davranması, büyük insan muamelesi yapması, kendisiyle rahat iletişim kurmama fırsat vermesini unutamam…

İlk bakışta bedenen de var olan heybeti karşısında sizde bir tereddüt oluşsa da gülen yüzü ve sevgi ile bakan iki göz size sakin bir liman duygusunu hemencecik verirdi.

Ortak tanıdıklar vardı… Aynı kültür dünyasından beslendiklerini biliyordum ama Ali Gürbüz üstat sanki içinde daha geniş bir sofra barındırıyordu…

Tıklayıp girerseniz kapısından bu geniş sofraya davet alırsınız ama dükkan önünde bağıran bir anlayışa sahip değildi. Burada da bir ikiz durum vardı… İçi zengin dışı mütevazı…

Aslında tek başına bir 'kolordu' gibiydi… Kitabını kendi araştırır, yurtdışı kaynaklarını kendi bulur, buna yatırım yapar, kitaplar getirtir ilgili olduğu alanların literatürünü yakından izlerdi. Yayınevi olarak posta yoluyla okuyucuya ulaşma, onlara yeni kitapların bilgisini verme, posta havalesi yoluyla dönemin en önemli imkanı olan bir yol ile okuyucuya kitap ulaştırırdı. Onların paketlenmesi, fişlerinin doldurulması Sirkeci'deki Büyük Postaneye götürülmesi ve onların tek tek damgadan geçirilmesi gibi işlemlerden uzak durmazdı. Kendi yazdığı kitapları da başka yayınevlerinin kitaplarını da 'Kitap Dünyası'nda bulundurur dağıtımını sağlardı. Oğlu Mustafa Gürbüz ile tanışmam da bu yıllardadır. Okul sonrası yayınevinde babaya destek verirdi. Şimdi gazeteci…

Diğer evlatları olan Esma, Nurhan, Hayriye ve Süleyman da babasının güzelliklerinin farkındalar ve onunla Cahide annenin evladı olmaktan mutlular.

'Sonunu düşen neden kahraman olamaz' ilkesini onun hayatında apaçık görmeniz mümkündür.

İlk gençlik yıllarından itibaren bir fikri mücadelenin içinde yer aldı, hatta öncülerinden oldu. Bedeller ödedi… Ağır bedeller… Hayatında lüks yoktu… Bundan yana olmadı hiç…

Tek derdi vardı onun: Kitap

Ve ona dair her şey…

Kitabı sevmişti… Ama her sevilen şey gibi zordu kitabı sevmek… Gönül vermek sözle olmuyordu zira… Sunullah Gaybi Hazretleri 'Aşka gönül vermeyen sultanı nerden bilsin' diyerek anlattığı dizelerin devamında 'Bîdert olan münafık lokmanı nerden bilsin' buyurarak bu yüce gönüllüleri anlamak için bîdert (dertsiz) olmamak gerektiğine işaret eder.

Zora, yorgunluğa, gurbete, sürgüne, mahkemeye talip olan bu 'dertlileri' bugünün 'konformist' ve 'bîdert' olan bizler anlayabilir miyiz, emin değilim

Buna mecburuz aslında…

Ali Gürbüz 1968 yılında derleme yazılardan oluşan 'Nurculuk' adını taşıyan kitap nedeniyle 163. maddeden yargılanıyor. Evliliği 1969 olmasına karşın beklenen hüküm dolayısıyla yurdu terk etmek durumunda kalıyor. İlk çocuk babanın bir bakıma sürgünde olduğu 1970 yılında dünyaya geliyor. Bu kaçak yaşamak zorunluluğu nedeniyle çocuğunu 1972 yılında ancak iki yaşındayken görebiliyor.

Yurt dışında işçilik yapıyor zor şartlarda… Aklı ise Türkiye'ye döndüğünde kuracağı yayınevi ve dağıtım şirketinde… Orada tuttuğu notların yer aldığı defterden hatırlıyorum. Adım planlarını yapmış… Hatta dağıtım şirketinin logosunu bile çalışmış…

1974 affından yararlan yiğit adam Ali Gürbüz 1979 yılında kesin dönüş yapıyor. 1981 yılında yukarıda bahsettiğim 'Kitap Dünyası' adını taşıyan kitapevini kuruyor.

Ali Gürbüz aynı zamanda iyi bir yazar…

Zafer Dergisinde yer alan ilmi makaleleri unutulmaz. Keşke kitaplaştırılma imkanı olabilseydi bunları. Tercüman, Güneş ve Türkiye gibi dönemin pek çok gazetesinde şifalı nebatlar ve başka konularda yazılar yazdı. Türkiye'de bu işi ciddi şekilde yapan, kaynaklara dayandıran ilk yazardır. Şifalı Nebatlar kitabı pek çok evde mevcuttur ve sanırım bugün bilinen kitaplara da kaynaklık etmiştir. Sıhhatli Yaşamak İçin Yemek Kitabı adlı eseri de bu ihtiyacın o günlerden görülerek ciddi emeklerle oluşturulan bir kitaptır. 70 Derde Deva Sarımsak kitabı dikkatle incelenmesi gereken bir kitaptır halen sahasında. Darwin ve Tekamül Nazariyesi kitabı da sanırım bu alandaki ilk ciddi kitaplardan.

Bunlarla beraber çeviri kitapları da var. Sıhhatli Yaşamanın Sırları, Ev Doktoru, Cinsi Bilgiler Kitabı..

İşte hayat dedirten bir serüven…

Zorlu ama karlı…

Kahramanca…

1942'de açılan ve 1991'de kapanan dopdolu bir hayat…