“Bellemek”

Cumhuriyetin ilk yıllarında tatbik edilen lisanda tasfiye hareketi vardır. Bu tasfiye hareketi yürütenlere (yani deruhte edenlere demek istedik. "Yürütmek" çalmak anlamına da gelir) "arı dilciler de" denilmektedir. Bu tasfiye hareketinde Türkçemizde yüzlerce yıldır kullanmakta olduğumuz kelimeler yabancı (Arapça ve Farsça) mülahazasıyla "atılmış" yerine arkaik veya uyduruk "sözcükler" ikame edilmeye teşebbüs edilmiştir.
Lisanımıza saldıranlar ümit ettikleri kadar dilimizi "başkalaştıramadılar" ama onu tahrip ve tahriş ettiler.
Bunların sayesinde ortaya "sadeleştirmeci" sektörü çıktı.....
Lisanımızı tahrip etmeye teşebbüs edenlerden biri Ahmet Cevat Emre'dir. Kendisi aslen Giritli olan Emre, 1936 yılında yapılan 3. Dil kurultayında sunduğu bir tebliğin sonunda bir şiir okumuştur. Bu şiirde Atatürk'ün Güneş Dil Teorisine olan "yakınlığına" kinaye olarak şunları ifade etmiştir;

“Atatürk, Atatürk antlıyız sana.
Güneşinden içtik hep kana kana”..

Bu mısrada "antlıyız" lafının ne manaya geldiğini sormayın. Cümlelerin siyak ve sibakından (önceki ve sonraki kelimelere göre manalandırmak) çıkarabilirsiniz.

Ahmet Cevat Emre’nin biraz komünistliğinden söz edelim. Nedense lisanımıza saldıranların bir kısmı komünizmden beslenmeyi tercih ediyorlar. Güzel Türkçemizi tankırtılı ve tunturtulu hale getirilmesinde mühim “emekleri” olan Ahmet Cevat Emre’nin komünizm ile alakalı kanaatleri şöyledir;

“Komünizm, insanların birbirlerini istismar etmesini yeryüzünden kaldırmak davasında bir siyasi ve sosyal meslektir. Bunun için insanları istismara dayanan memleketler komünizme düşmandır”.

Komünizmi idealize eden Emre, 1930’lu yıllarda çıkardığı Muhit isimli dergide okuyucularına emniyet telkin etmek üzere şunları ifade ediyor;

“Daima her şeyi olduğu gibi, hakikati asla değiştirmeyerek yazdığından ve hiçbir menfaat mukabilinde kendilerini aldatmadığından, daima en doğru, en kaideli, en sağlam ve en güzel şeyleri, düşünceleri, duyguları, telakkileri vermeye çalıştığından emin olmalıdırlar”.

Komünizmi idealize eden Cevat Emre o kadar “hakikatperest ki”, 1930 yılında kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı bile mavazaa (güdümlü) telakki etmiyor.

Cevat Emre’nin bu “gerçekçiliğine hayran” olmamak ne mümkün ?!

Lisanımızı emanet ettiğimiz Emre, bu fırkanın, affederseniz “partinin” nasıl “kurulduğunu” bilmiyorsa nasıl kapatıldığını, pardon, kendi kendini nasıl “feshettiğini” herhalde biliyor olmalıdır.

1930’lu yıllarda güzel Türkçemizi emanet ettiğimiz Ahmet Cevat Emre aynı zamanda şairdir.

Emre'nin şairlik yönünü ifade etmişken bir mısraını daha hatırlayalım. Bu mısraında Emre vatan mefhumu yani kavramı üzerinde duruyor ve vatanın "önemli" olduğunu şöyle ifade ediyor;

“Vatan bizim anamızdır,
Anamızı belleyelim”.

Memleket Girit olunca, Türkçemizdeki bazı ifadelerin "farklı" anlamlara gelebileceğini tahmin edememiş olmalı Sayın Emre (!).