Türkiye’de sol, politika üretemediği gibi sağ siyasetin dinamizmi karşısında statükoyu bile koruyamıyor.
Türkiye’de sol, politika üretemediği gibi sağ siyasetin
dinamizmi karşısında statükoyu bile koruyamıyor.
Geçmişte “Demokratik Sol/Ortanın Solu” modeliyle farklı bir söylem
geliştiren Bülent Ecevit, bunun karşılığını 1977’de CHP’nin
oylarını yüzde 42’ye kadar çıkararak almış, 1999 seçimlerinde
küllerinden yeniden doğarak dörde bölünen sağın karşısında yüzde
23’e yaklaşan oyla DSP’yi birinci parti yapmayı başarmıştı. Ancak
icraattaki başarısızlık yüzünden bütün kredi tükenivermişti.
Bugün de öyle.
CHP yenilenemediği için iktidar olamıyor.
Yeni politikalar geliştiremiyor.
Geliştirmek istese de eline yüzüne bulaştırıyor.
Sağ seçmene açılayım derken FETÖ tuzağına düştüğü gibi…
Bugün Başkanlık sistemi yeniden Türkiye’nin gündemine girdiyse bu
CHP’nin ikircikli tutumu yüzündendir.
Eğer CHP Yenikapı mutabakatına sadık kalsaydı, daha güçlü konumda
olur, ana muhalefet partisi olarak iktidarın izleyeceği siyaset
üzerinde daha müessir hale gelebilirdi.
Nitekim bu mutabakatı diri tutmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan,
“parlamenter sistem” vurgusu yapmış, 15 Temmuz sonrasında Başkanlık
sistemini gündeme getirmemeye özen göstermişti.
Akparti de Anayasa değişikliği müzakerelerinde partiler arası
uzlaşmayı olumsuz etkilememek için Başkanlık sistemi dahil,
ihtilaflı konuları gündeme getirmekten özenle kaçınmıştı.
Ne zaman ki Kılıçdaroğlu FETÖ avukatlığını milli mutabakata tercih
etti; kristal çatladı.
CHP, 15 Temmuz’dan sonra bir süre izlediği uzlaşmacı politikayla
sempati toplamasına, iktidar üzerinde de bir etki gücü
oluşturmasına rağmen, eski kimliğine bürünmeye başlayınca mevziyi
yine sağ siyasete kaptırıverdi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Tayyip Erdoğan’ın şahsında
fiilen uygulanan aktif Cumhurbaşkanlığı modelinin adının konmasını,
Anayasa değişikliğiyle defacto durumun legal hale getirilmesini
istemesiyle “Başkanlık Sistemi” buzdolabından çıkarıldı ve siyasi
gündemin ilk maddesine oturuverdi.
***
Türkiye’de başkanlık sistemi yıllardır tartışılıyor.
Aslında her ne kadar yeni Türk devletinin kuruluşunda parlamenter
sistem kabul edilmiş olsa da çok partili sisteme geçene kadar
uygulanan model fiili başkanlık sistemiydi.
Gerek Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı sırasında, gerekse İsmet
İnönü’nün Milli Şefliği döneminde tek adam politikası egemendi.
Bilhassa İnönü döneminin Başbakanların esamesi bile okunmuyor.
Demokrasiye geçişten sonra biraz da Başbakan Adnan Menderes’in
karizması sebebiyle Cumhurbaşkanı Celal Bayar fazla öne
çıkmadı.
Aslında başkanlık sistemine özgü olmasına rağmen 1961 Anayasasında
Çift Meclisli modelin yer alması ve nisbi temsilin uygulandığı
seçimlerde güçsüz iktidarların ortaya çıkması sistemi
hantallaştırdı.
Bu yüzden siyasetçiler Başkanlık sistemi gibi demokratik çözümler
ürettiler, apoletliler ise ihtilallerle rejim tıkanıklıklarını
açacaklarını sanarak sistemi büsbütün sarstılar.
Necmettin Erbakan daha 1969 yılında, kurduğu Milli Nizam
Partisi’nin programında Başkanlık sistemine açıkça yer vermiş,
böylece icra organının “daha kudretli” olacağını savunmuştu.
Süleyman Demirel de özellikle sistemdeki tıkanıklık dönemlerinde
başkanlık sistemini bir çözüm yolu olarak önermişti.
Başkanlık sistemini en ciddi biçimde savunanlardan biri Turgut
Özal’dı.
Vefatından önce aktif siyasete girme düşüncesi vardı. Hazırlıkları
yapılan yeni partinin programında başkanlık sistemine yer verilmesi
düşünülüyordu.
Alpaslan Türkeş de icranın bölünmesine karşı çıkıyor, Başkanlık
modeline olumlu bakıyordu.
***
CHP’liler şimdi başkanlık sistemini tartışmaya açtı diye Devlet
Bahçeli’ye kabahat yüklemeye kalkmasın.
Başkanlık sistemi bugün yeniden gündeme gelmişse önce aynaya
bakmalılar ve çözüm üretmeye katkı sağlayan değil, köstek olan
siyaseti yaklaşımla sistemi tıkamaya sebep oldukları için bu yolu
kendilerinin açtığının farkına varmalılar.