“Baş-Vur”

Pazar günü LYS vardı. Üniversite imtihanının safhalardan meydana gelmesi takdire değer. Son 5-10 sene içinde maarif sahasında yapılan en müspet tatbikatlardan biridir bu. Üniversiteye giriş imtihanını safhalara taksim ederek, talebelerimizin tercihlerinin tespitinde mümkün olduğunca isabet kaydetmeye katkı sağlayan ve sağlayacak olan bu sistemi ihdas edenleri gönülden tebrik ediyoruz.

Talebelerimiz bu yeni tatbikat sayesinde tek celsede ve bin-bir stres içinde bir hayat boyu iç-içe olacağı, meslekî tercih yapmaktan kurtulmuş oldu. Meselenin bu yönünü takdir ediyoruz. Ben farklı bir veçhesinden söz etmek istiyorum.

Mesele şu: Arabamla seyir halindeyim. Saat 19.00’daki haber bültenini dinliyorum. Radyodaki haber mealen şöyle; “LYS’ye girmek için başvuran 1.600 bin öğrenci sınava girdi. Bugün LYS’ye giren öğrenciler yanıt aramak için ter döktüler”.

Haber böyle devam ediyor.

Bu haberden anlaşılıyor ki. 1.600 bin öğrenci LYS’ye girmek için “baş-vurmuş”.

Düşünün; 1.600 bin talebenin aynı anda “başını vurduğunu”.

“Baş-vuru” merkezi deniliyor bazı müesseselerde. Demek ki, kafaların vurulduğu merkezler var bizim ülkemizde.

Körpe dimağlara, hayatının baharında “başlarını vurduran” bir sistem, işin başında talebelerimizin başlarını yaralamaz mı?

Niye “müracaat” etmiyor?

“Müracaat” kelimesine karşı bu kadar alerjinin sebebi nedir?

1930’lu yıllar doğru-dürüst anlaşılmadan güzelim Türkçemize yapılan katliam idrak edilemez.

İkinci cümleye (tümce değil) geçiyorum.

“Yanıt aramak için ter döktüler” deniliyor.

Bu mübarek Ramazan gününde, meslekî tercih yapmak için ihtimamla, imtihana iştirak etmiş olan 1. 600 bin gencimizin zihinlerini “yanıtlarla” kirletmeye hakkımız var mı?

Niye “yanıt” avcılığı yaptırıyoruz?

Bu talebeler bizim değil mi?

Ülkemizin istikbalini genç nesillere (kuşaklar değil-bu bele sarılır) emanet etmeyecek miyiz?

Öyleyse “yanıt” aratmak niye?

Yani “cevap” aransa ne olur?

Son yüz sene içinde kendi lisanını har vurup harman savuran, bizim gibi başka bir ülke var mı şu cihanda?

Türk milletinin bin yıldır kullanmış olduğu alfabe 1928’de yasaklanmış, ardından milletimizin mevcudiyetinin temeli olan kelimeler hafızalardan silinmeye teşebbüs edilmiştir.

Ey uydurukcacılar !

Nedir bu milletin çektiği sizden?

Bırakın bu milletin yakasını artık.

Talebelerimize “yanıt” aratmak, beyhude ter döktürmek değil midir?

Çanakkale cephesinde, 1915’de, 250 bin Anadolu evladının toprağa gömülmesinden ne farkı var bu, “yanıt” aratmanın?

1915 yılında Çanakkale cephesinde Alman menfaatine 250 bin Mehmed’i feda eden zihniyetle, dün milyonlarca gencimize “cevap” değil de “yanıt” aratmak için ter döktüren zihniyetin farkı var mıdır?

Onlar İttihatçıydı Alman generalleri Mehmedciğe komutan yapmışlardı. Bundan dolayı cihan harbinde zayiatımız çok olmuştu. Günümüzdekiler de gençlerimize “yanıt” aratanlar İttihatçı artıklarıdır. Bu milletin temel değerleriyle savaş halinde olanlardır.

Burada, lisanın ehemmiyetine dikkat çekmek istiyoruz.

Elbette imtihanlara girilecektir. Ter dökülecektir.

Ehemmiyetine binaen tekrar iade edelim; Lisan bizim olmazsa olmazımızdır. Her on-on beş senede klasiklerimizin “sadeleştirilmesi” ne demektir?

Nesiller arasında irtibatı olmayan bir milletin istikbali olur mu?

Lisan, günümüzün en yetim meselesidir.

Haberini dinlediğim radyo kanalı, haber bültenini tamamladıktan sonra Kur’an-ı Kerim tilavetine başladı.

Kur’an-ı Kerim tilavetine başladığına göre, demek ki, “yanıt” aratan bu radyo, bölücü bir zihniyete sahip değil. Ama kullandığı kelimeler bölücülüğe ve ihanete zemin hazırlıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, güzel Türkçemizi kirletenlerin bir kısmında hassasiyet eksikliği var. Ama bir diğer bir kısmında, kelimenin tam manasıyla ihanet var. Dikkat ediniz, bütün bölücü ve millet düşmanlarının yayınlarında “yanıt, koşut, oydaş, olanak, olasılık, kanıt, yapıt vs” gibi kıytırık kelimeler kullanılır.

Arzumuz ve ümidimiz odur ki, güzel Türkçemizi kirletmeyelim.

Lisanımız hepimizindir.

Vatanımızı kaybetsek bile yine kazanırız.

Ama lisanımızı kaybedersek biz olmayız.

Not: ÖSYM ikazda bulunmuş ve demiş ki, “Sadece içme suyu getirin”. Sanki talebeler imtihan mahalline “çamaşır suyu” getirecekmiş gibi. Veya bahçe sulamak için su getirecekmiş gibi. Siz talebelere şu mübarek Ramazan gününde “yanıt” aratmak için ter döktürürseniz onlar içme suyunun haricinde banyo yapmak veya çimmek için de su getirirler. Neyse, bu hususta da bir şeyler yazacaktım ama yazı lüzumundan fazla uzadı.