Ali Bardakoğlu’nun reformist görüş ve faaliyetlerde öncülük yapması, reformistlere destek vermesi ve onları önemli makamlara getirerek tahrifata imza atması da dinde reform anlamına gelir.

Ali Bardakoğlu'nun reformist görüş ve faaliyetlerde öncülük yapması, reformistlere destek vermesi ve onları önemli makamlara getirerek tahrifata imza atması da dinde reform anlamına gelir.

Bu yazımızda onun bu minval üzere yaptığı faaliyetlere iki misal vereceğiz.

I- FRANKFURT İSLÂM İLAHİYAT BÖLÜMÜ NİÇİN KURULDU?

Evet, Ali Bardakoğlu'nun reformistliğinin delillerinden biri de, başına Ömer Özsoy'un getirildiği Frankfurt'taki Goethe Üniversitesine bağlı Teoloji Bölümünün Diyanet öncülüğünde kurulmuş olmasıdır:

'Bardakoğlu, Anadolu Ajansına yaptığı 27.02.2008 tarihli açıklamada, Frankfurt Üniversitesi ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan bir anlaşmayla, Almanya'daki Müslümanların dinî hizmetlerini üstlenecek gençlerin yetiştirilmesi gayesiyle, Frankfurt Goethe Üniversitesinde İslam İlahiyat Bölümü kurduklarını kendisi söylemişti.' [1]

Bu bölümün başına atanan Prof. Dr. Ömer Özsoy'un, aynı yıl içinde bu kurumda yapılan 'İslam'ın Manevi Mirası: Günümüzde Kur'an' adlı sempozyumda söylediği sözler özetle şöyledir:

'İslam anlayışında tartışmasız tek kutsal, ulûhiyettir. Ancak Kur'an'ın Allah kelamı mı, yoksa Allah kelamının yansıması mı olduğu son derece tartışmalı olduğundan, Kur'an'ı kutsal kitap olarak nitelendirmek daima sorunludur.'

'…Kur'an ne güncel kavramlarla konuşmakta ne de güncel sorunları irdelemekte. Bu nedenle Kur'an'ın vahyi ile güncel dış dünya arasında birebir bağlantı bulunmamakta…'

'Anlaşılan Hz. Muhammed Kur'an'ı yazılı hale getirmeyi kendi ödevi olarak görmedi.'

'Tanrı gerçekten yazılı bir metin mi istiyordu, yoksa inananlarla olan esnek iletişimini korumak için tam tersini mi?' [2]

Ömer Özsoy'un facialarla dolu bu ifadeleri hiçbir mesnede dayanmadığı gibi, bu şahsın içindeki itikat bunalımını ve de hizmet etmiş olduğu menfur gaye ve maksadı yansıtmaktadır. Bu sözler Kuran'ın Allah kelamı olduğu gerçeğini tartışmaya açmayı ve bulanık bir atmosfer oluşturarak kafaları karıştırmayı hedeflemektedir.

Aşağıda yapacağımız alıntıda da geçeceği gibi, Diyanet tarafından, vatanımızdan kilometrelerce uzak bir Hıristiyan ülkesinde tertip edilen bu sempozyumun duyurusu bile yapılmamış… Adeta saklı gizli kotarılmaya çalışılmış. Esasen bu bile ortadaki sû-i maksadın delili mesabesindedir.

Düşünelim:

Teslis şirkine bulaşmış batının göbeğinde, Müslümanlara hitap eden bir program yapılıyor. Ama bu toplantıda, bu batı kültür ve medeniyetin içinde debelendiği bunalım ve buhrana hiç değinilmeden, orada eğitim gören gençlerimiz bu hususta hiç uyarılmadan, vahiyle sabit olmuş, bir noktası bile değişmemiş olan Kuran hakkında, hiçbir ilim adamına ve hiçbir ilmî toplantıya yakışmayacak ileri geri sözler sarf ediliyor. Akaid kuralları hiçe sayılıyor; Allah'ın yüce kitabı itibarsızlaştırmaya çalışılıyor…

Bu toplantıda söylenen bütün skandal sözler tek tek ele alınarak mutlaka cevaplandırılmalıdır. Ne var ki biz şimdilik işin bu boyutuna giremiyoruz.

Soruyoruz:

Samimi bir Müslüman bu sözleri söyleyebilir mi? Asla söyleyemez! O zaman anlaşılmaktadır ki, Frankfurt'taki bu ilahiyat, dini tahrif etmek ve reforma tabi tutmak için kurulmuştur. Başına Kuran'ın Allah kelamı olduğunu tartışmaya açan Ömer Özsoy'un getirilmesi de bir tesadüf değil, son derece bilinçli bir tercih olsa gerektir.

Bardakoğlu, bu sözlerin sahibi olan şahsı (Ömer Özsoy'u) 'Almanya'daki Müslümanların dinî hizmetlerini üstlenecek gençlerin yetiştirilmesi gayesiyle kurulduğunu' söylediği bölümün başına kendisi atamış ve bütün bu tahrifatlarına rağmen görevden almamıştır.

'Sükût ikrardandır' kaidesi gereğince onun bu tavrını bu durumdan razı olduğu, hatta kendisinin de aynı görüşleri paylaştığı şeklinde yorumlamanın önünde bir engel yoktur.

Bu manzaranın vahametini ifade etmede kelimeler kifayetsiz kalmaktadır. Büyük hesap mahşerde görülecektir.

Bu Müslüman millet de yapılanların şuuruna vardığında Bardakoğlu, Ömer Özsoy ve onlar gibileri affetmeyecektir.

Ömer Özsoy'un bu meş'um konuşmasıyla özdeşleşen söz konusu sempozyuma dair tarihe düşülen en ibretlik notlardan biri de şudur:

Özsoy'un, Kuran'ın Allah kelamı olduğunu tartışmaya açan bu sözlerine koskoca salondan, bu salonu dolduran sözüm ona 'ilim adamlarından(!)' hiçbir tepki veya itiraz gelmemiştir.

Bir kişi hariç! O bir kişi de kim olsa beğenirsiniz?

Bir Cizvit Papazı…

Ama elbette ki onun itirazı insafa gelmesinden değildi; kendince bir hesabı vardı. Devamını Ahmet Gelişgen Hocanın kaleminden okuyalım:

'Ömer Özsoy'un sempozyumdaki fikirlerine en çok içerleyen ve sert bir dille eleştiren de Cizvit Papazı Prof. Dr. Felix Körner olmuş. Körner, sempozyumdaki konuşmasında şunları söylüyor:

'Özsoy'un Kur'an'a tarihsel boyut kazandırma yönündeki çalışması, kitabı olan ilahî bir dinin tefsiri olmaktan çıktı. Özsoy'un Kur'an çalışması, herkesin kabul edebileceği, tarihsel açıdan allanıp pullanmış etik normlardan ibaret. Yani Kur'an bir ahlak kitabına indirgenmiş. Dışarıdan gelen her reform girişimi, aslında Kur'an'ın kendisinde var olan ıslahatçı potansiyeli yok etmektedir.'

Görüldüğü gibi yerli teoloğun Kur'an'ı inkar eden sözlerine, en aşırı Hristiyan mezhebi olan Cizvit papazı Körner bile tahammül edemiyor. Bunun yanında sempozyuma Türkiye'den katılan tarihselci teologların ise hiç de rahatsız olmadıkları anlaşılıyor. Rahatsız olmaları bir yana, sunum ve konuşmalarıyla bu fikirlere katkıda bulundukları iddia ediliyor. Şayet rahatsız olsalardı, orada müdahale ederlerdi ve bu durum Körner'in tepkisi gibi basına yansırdı. En azından Diyanet ve TDV, kendi gönderdikleri Ömer Özsoy'u görevinden el çektirerek geri çağırırlardı. Gözden ırak yerlerde yapılan bu şenaatleri biz, aylar sonra halkın tepkisi sonucunda basına yansımasından ve Frankfurt İlahiyatındaki öğrencilerin Türkiye'deki bazı hocalara gönderdikleri serzeniş mahiyetli mektuplarından öğreniyoruz. Yoksa Diyanet ya da TDV tarafından ilan edilen bir sempozyum göremiyoruz. Çünkü bazı çalışmaların duyulması, mahalli dışında olsa bile birilerine göre sakıncalıdır! Yukarıda anlatılanlar kamuoyunda ayyuka çıkmış ve Diyanet bu konuda o günlerde susmayı tercih etmiş, başta Ebubekir SİFİL Hoca olmak üzere, yazılarında bu konuyu eleştiren bazı yazarlara da aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmemiştir.

Felix Körner, Ankara Ekolü'nün Almanya'da tanınması için en büyük çaba harcayanlardan biridir. Neden? Elbette Ankara Ekolü'nün İslam'a aykırı tarihselci görüşlerini beğendiği için. Ama bu sefer dozu kaçırmış Ömer Özsoy. Türkiye kaynaklı, çoğunluk tarafından kabul gören reformcu akım 'Ankara Okulu''nun, Almanya'da Ömer Özsoy ile özdeşleştirilmiş olduğu göz önüne alınırsa, Körner'in rahatsızlığının asıl nedeni ortaya çıkacaktır. Zira, Ankara Okulu'nun hareketi, halk nazarında dinsizlikle veya sapıklıkla itham edildiği takdirde halk bu akımdan soğuyup uzaklaşacak ve bu durum misyonerlerin faaliyetlerine zarar verecektir. Körner'in asıl rahatsızlığı bu sebebe dayansa gerektir. Nitekim Körner o tarihlerde Ankara'da yaşamakta ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde 'Yeni Hermeneutik Kuramlar' konusunda çalışmalar yapmakta idi. Kendisi aynı zamanda Ankara-Ulus'taki Katolik kilisesinin papazı ve Katolik kilisesi diyalog sorumlusu idi. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hadis projesine danışmanlık yaptığı da ileri sürülmektedir. Ayrıca o yıllarda Diyanet imamlarına da AB uyum seminerleri verdiği iddia edilmektedir…'[3]

Bu sempozyuma dair söyleyeceğimiz son şey, basında Ali Bardakoğlu'ndan sonra Diyanet İşleri Başkanlığına getirilen Mehmet Görmez'in de o zaman itibariyle 'Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı' sıfatıyla bu programa katıldığı ve hatta açılış konuşması yaptığı yönünde haberlerin yer aldığı ve bunun Mehmet Görmez tarafından tekzip edilmediğidir.

II- BARDAKOĞLU'NUN REFORMİSTLERE DESTEK VERMESİ

Ali Bardakoğlu'nun reformcu zihniyette olduğu, reformistlere verdiği destekten de anlaşılabilir. Bir misal verelim:

Diyanet 3-7 Mayıs 2000 tarihleri arasında Ankara'da 'Uluslararası Avrupa Birliği Şûrası' adında bir toplantı tertip eder. Bu toplantıya Hamid Ebu Zeyd isimli Mısırlı bir teolog da katılır ve bir konuşma yapar.

Devamını yine Ahmet Gelişgen Hocadan dinleyelim:

'Ebû Zeyd isimli Mısırlı bir Teolog; Kur'an'ın, Allah'ın sözleri olduğu inancının yeniden mercek altına alınması gerektiğini, Kur'an'ın sözlü bir iletim döneminden geçtiğini ve tarih boyunca şimdi okuduğumuz Kur'an'ın geliştiğini, Kur'an'ın savunmasını yaparken 'sonsuz Kur'an' denen kavramın uydurulduğunu (Şüphesiz Kur'an'ı biz indirdik, onu mutlaka biz koruyacağız, ayeti kastediliyor) ve bunlara artık son verilmesi gerektiğini, Arap kültürüyle dolu bir kitap olduğunu, Peygamber Efendimiz'in peygamber olduğunun da şüpheli olduğunu, Kur'an-ı Kerim'de surelerin dizilişinin de problemli olduğunu, lafız olarak kadınları dövmekten söz eden Nisa Suresindeki ayet-i kerimenin esasen ayet olmayıp yorum olarak Kur'an'a sokulduğunu, hicrete kadar okunması ve yazılması yasaklanan(!) bir Kur'an'ın günümüze kadar gelme imkanının olmadığını belirten ifadeler sarf ediyor. [4]

Bu ifadelere ulemanın tepkisi üzerine Bardakoğlu, Kur'an'ın uyduruk bir kitap olduğunu belirten Ebu Zeyd'e destek vererek, ona tepki gösteren ulemaya tepki gösteriyor. Yaptığı çıkışta, karşı çıkanları hoşgörüsüzlükle suçluyor, Ebu Zeyd'i söylediklerinden dolayı tebrik ediyor, 'Çok mutlu oldum, … Ebu Zeyd'den çok istifade ettim, … Kendisini de yakinen takip ediyoruz. Biz kendi konularımızı dindar olarak değil, bir akademisyen olarak, bir ilahiyatçı olarak ele almak zorundayız…' diyor.' [5]

Ebu Zeyd denen zındığın, bahsi geçen bu konuşmasında Kur'an'ın, vahyin, Hz. Peygamberin (s.a.v.) ve topyekûn İslam'ın inkarı söz konusudur. Böyle bir konuşmaya destek verip buna itiraz edenlere tepki göstermenin anlamı ne olabilir? Buradaki vahameti izah etmekte 'dinde reform' tabiri bile yetersiz kalır.

Bir şahsın itikadî ve fikrî durumunu anlamak için, ille de kendisinin söz söylemesi gerekmez. Yanlış konuşana destek vermek de onu bizzat söylemek gibidir.

Ebu Zeyd zındığının Kuran, vahiy ve Hz. Peygamber (s.a.v.) hakkında söylediği sözler, şüphe ve şaibeye sebep olacak şekilde yaptığı nitelemeler, onda mutlak tasdik gerektiren imandan eser bırakır mı?

Peki, bu sözlere atıfla 'Çok mutlu oldum, Ebu Zeyd'den çok istifade ettim' demek ne manaya geliyor?

Bir de şu cümleye bakalım:

'Biz kendi konularımızı dindar olarak değil, bir akademisyen olarak, bir ilahiyatçı olarak ele almak zorundayız.'

Siz bir ilahiyatçı olduğunuza göre, 'konularımız' dediğiniz meseleler de dinle ilgili meseleler olmak durumundadır. Peki dinle ilgili bir meseleye 'dindarca' bakmanın nasıl bir mahzuru olabilir? Kaldı ki bir Müslüman sadece dinî olanlara değil, hayata dair her konuya dindarca bakar. Çünkü İslam'da dinin müdahil olmadığı hiçbir saha yoktur. Dinimiz bize meselelere nasıl bakacağımıza dair ölçüyü en net şekilde vermektedir. Fakat Bardakoğlu'nun sözlerinde, sanki ilahiyatçı olmak dinin ölçülerini dışlamayı gerektiriyormuş gibi bir mana söz konusudur.

Merak ediyoruz:

Bardakoğlu akademisyenliği İslam dinine mensup olmaktan daha kıymetli, daha yukarıda bir kimlik olarak mı benimsemektedir? Yahut reformist ve tahrifatçı bir zihniyeti 'akademisyenlik' adı altında meşrulaştırmaya mı çalışmaktadır?

Son derece tehlikeli olan bu ifadeyi hiç çekinmeden kullanabilmesi, onun İslami meselelere ne kadar çarpık baktığını göstermesi bakımından manidardır.

Hülasa, her biri ayrı bir akaid ihlali anlamına gelen bu sözleri makul görmek veya tevil etmek mümkün değildir.

Buradaki fecaati idrak etmek için allame olmaya lüzum yoktur. Eline bir akaid kitabı alıp dikkatle okuyan her Müslüman, gerek Ebu Zeyd zındığının sözlerinde, gerekse de Ali Bardakoğlu'nun onunla ilgili takındığı tutumda İslam'ın en temel kaide ve kurallarının yerle yeksan edildiğini rahatlıkla görür.

'Müslümanım' diyen bir kişinin bu yaşananlara bigane kalması düşünülemez. Çünkü yüce dinimizi korumak için mücadele etmek, ilmi ve imkanları ölçüsünde her Müslümanın vazifesidir. Bu hassasiyeti göstermek imanın gereği ve aynı zamanda göstergesidir.

Şunda hiç tereddüdümüz olmasın ki, Müslümanlar bu vazifelerini yaptıklarında, yüce dinimizi sahipsiz görüp onda gedik açmaya çalışan reformistler kendilerinde bu cesareti bulamayacaklardır.

Bu yüce dinin sahibi olan Allah, dinini tahriften koruyacağını da vadetmiştir. (Hicr: 9.) Bunda şek ve şüphe yoktur. Ancak sadık ve samimi Müslümanların da dinlerini, akaid ilkelerini korumak için çalışmaları, yüce Rabbimizin emri gereğidir. Her Müslüman bu mesuliyetinin şuurunda olmalıdır.

Diyanet'in son dönemdeki rotasını belirleyenlerden biri, işte bu yazı boyunca reformistlere nasıl da kol kanat gerdiğini izaha çalıştığımız Ali Bardakoğlu'dur.

Takdir ve yorumu akl-ı selim olanlara bırakıyoruz.

Not:

Gelmesiyle müşerref olduğumuz Muharrem Ayı ve Aşure Günümüzün ülkemizin ve bütün İslam aleminin hayrına vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz ederim.

[1] https://www.facebook.com/aerenhoca/posts/373294433215121

[2] https://www.facebook.com/aerenhoca/posts/373294433215121

[3] Mehmet Görmez, Frankfurt'ta Kur'an'ın Örselendiği Sempozyumun Açılış Konuşmasını mı Yaptı?

Makaleye şuradan ulaşılabilir:

https://ahmetgelisgen.com/Makale-Detay.aspx?ID=341#2022072779

[4] Yazar (Ahmet Gelişgen) tarafından verilen dipnot:

Orijinal ifadeler için bkz. 'Uluslararası Avrupa Birliği Şûrası Tebliğ ve Müzakereleri (3-7 Mayıs 2000) I' , Ankara, 2000. s. 441 ve 442; anlaşılabilmesi için ifadeler özetlenmiş ve vülgarize edilmiştir.

[5] A.g.e. s.517, 518. Ahmet Gelişgen, 'Diyanet'teki Kur'an ve Sünnet Aleyhtarlığı Daha Ne Kadar Devam Edecek Acaba?'