Ali Bardakoğlu’nun Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla seslendirdiği dinde modernizm ve reform istekleri o kadar çok yönlüdür ki, bu geniş yelpaze (!) içinde, “dini ağır bulup hafifletmek” teklifinden, “dinler arasındaki farkı abartmamak” gerektiğini söylemeye kadar pek çok tahrifat bulmak mümkündür.

Ali Bardakoğlu'nun Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla seslendirdiği dinde modernizm ve reform istekleri o kadar çok yönlüdür ki, bu geniş yelpaze (!) içinde, 'dini ağır bulup hafifletmek' teklifinden, 'dinler arasındaki farkı abartmamak' gerektiğini söylemeye kadar pek çok tahrifat bulmak mümkündür.

I- 'DİNİ HAFİFLETMEK' TEKLİFİ!!

Bardakoğlu'yla ilgili basına yansıyan şu habere bir bakalım:

'Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, dinle siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini belirterek, 'Sarıktan, cüppeden kurtulmak, modern Müslüman tipi üretmek gerek' dedi. Gazetecilerle sohbet toplantısı düzenleyen Bardakoğlu, dinde reform olamayacağını, ancak dinin modernize edilmesi gerektiğini dile getirdi. Bardakoğlu, 'Modernlikle dindarlık birbiriyle çatışan bir durum değil. Dindarlığımızı içinde yaşadığımız ortama uydurmak lazım. Dini biraz hafifletmek, dinî bilgiyi sağlam bilgi temeline oturtmak gerekir. Yapacağımız şey, insanların din algılamasını düzeltmek, tarihten bulaşmış şeyleri ayıklamaktır' diye konuştu.

Dinde aslolanın Allah'ı sevmek olduğunu anlatan Bardakoğlu 'Onun dışındaki namaz kılma, oruç tutma gibi şeyler, bireysel tercihtir' dedi…' [1]

Birkaç satıra sığdırılan bu ifadelerdeki yanlış ve çelişkiler hakkıyla ele alınsa kitap çapında bir çalışma olur. Ama biz bu yazımızda, öne çıkan bazı temel hususlara dikkat çekmekle iktifa edeceğiz:

- 'Dinde reform olmaz, ama dinin modernize edilmesi gerekir' sözünde bir mantık, bir gerçeklik payı, bir samimiyet olması mümkün değildir. Dinin modernize edilmesi demek, zaten reform demektir. Böyle bir sözün sahibi kendini asla aklayamaz, reformcu olmadığını ispatlamış olmaz. Tam tersine reformculuğunu dile getirmiş sayılır.

Bugün 'modernizm' denince herkesin aklına, bütün dünyaya hakim kılınmaya çalışılan materyalist batı kültürü gelir. Bilindiği üzere bugünkü batı kültürü 'Eski Yunan – Helen Kültürü', 'Emperyalist Roma Hukuk Sistemi' ve 'Skolastik Hıristiyanlık Zihniyeti'nin sentezinden meydana gelmiş; buna sonradan 18. Asrın pozitivist felsefesi de dahil olmuştur. Bu, Hıristiyanlık dünyasına ait bir kültürdür. Bu kültürün, bütün dünya insanlığının ulaşması gereken 'çağdaş medeniyet seviyesi' diye pazarlanması büyük bir saptırma ve korkunç bir yanıltmadır.

Yine bu noktada, dikkatten kaçırılmaması gereken çok mühim bir husus daha vardır, o da şudur:

'Batı kültürü' ile özellikle iki asırdan bu yana revaç bulan 'fen ilimleri' ve onun uygulamaya konmuş şekli olan 'teknik' asla birbirine karıştırmamalıdır.

Bizdeki aydın geçinenler bu iki farklı boyutu birbirinden ayıramadıkları, ne ilmin, ne de tekniğin mahiyetini kavrayamadıkları için, bir eziklik psikolojisi içinde kendi öz değerlerini inkar yoluna gidiyorlar. Kaldı ki batı, bugün sahip olduğu teknik bilginin temellerini oluşturan fen ilimlerini İslam dünyasından almıştır; bu ayrı bir araştırma konusudur.

İslam ilme, tekniğe, her türlü terakkiye, insanî değerlerin korunması ve yaşatılması manasındaki medeniyet kavramına ve mahiyeti müsbet olan her şeye kıymet verir. Ama modernizm ya da çağdaşlık adı altında icra edilen gayrimeşru hiçbir şeye evet demez; bunlara sonuna kadar kapalıdır. Dinin modernize edilmesi demek, en kaba tabirle 'insanların nefsine hitap edecek şekilde onların heva ve isteklerine uydurulması' demektir. Böyle bir işleme tabi tutulmuş dinin de İslam olarak kalamayacağı açıktır.

- Bardakoğlu'nun 'dini biraz hafifletmek gerekir' sözü de tam bir fecaattir. Bu, (haşa) Allah'ın iki binli yıllarda yaşayan insanların kaldıramayacağı ağırlıkta bir din vaz'ettiği manasına gelir. Ki buradaki itikadî tehlike açıktır.

Öte yandan bu yaklaşım, ABD'li Evangelistlerin Allah'ın dinine müdahalesi anlamına gelen Ilımlı İslam / Lıght İslam Projesini çağrıştırmakta ve bu yönüyle de bu projeye destek manasına gelmektedir. Sadece bu cihetle bile bu yaklaşım reformun daniskasıdır.

- Keza 'dine tarihten bulaşmış şeyleri ayıklamak' tabiri de çok sıkıntılıdır; aslı esası olmayan keyfî bir iddiadır. Dinin aslına, esasına, düsturlarına, emir ve nehiylerine tarihten ne bulaşmıştır ki bunların ayıklanması icap etsin? Bu reform isteği değilse ya nedir?

- Hele 'Aslolan Allah'ı sevmektir; namaz, oruç bireysel tercihtir' demek, on dört asır boyunca 'İslam'ın şartları' diye gelen bu ibadetleri 'Olsa da olur, olmasa da olur' gibi bir basitlikte göstermek demek değil midir?

Yeri geldiğinde 'Kurancılık' iddiasındaki bu adamlar, nasıl oluyor da Kuran'da yüz kadar ayetle sabit olan namazı 'ferdin tercihine' bırakabiliyorlar?

Keza hadis kitaplarında namazla ilgili hadislerin nasıl bir yekûn teşkil ettiğini düşündüğümüzde, bu ibadetlerin bu şekilde hafife alınması karşısında ürpermemek elde değildir. Hemen birkaç örnek verelim:

'Namaz dinin direğidir.' (Tirmizî, İman, 8.)

'Namaz cennetin anahtarıdır.' (Tirmizî, Taharet, 3.)

'Her kim bu beş vakit namazı gereği gibi kılmazsa kıyamet gününde Karun'la, Haman'la, Firavun'la ve Ubeyy ibn-i Halefle birliktedir.' (İbn Hanbel, 2/169, Darimi, 2/301, İbn-i Hibban, 1448.)

'Namazı olmayan bir dinde hayır yoktur.' ( Ebû Davud, Harac, 25-26.)

'Bizimle gayrimüslimler arasındaki fark namaz kılmaktır...' (Müslim, Îman 134.)

'Amellerin / ibadetlerin en faziletlisi, vaktinde kılınan namazdır.' (Buharî, Tevhid, 48.)

'(Kıyamet gününde) kulun ilk önce hesaba çekileceği şey, namazdır…' (Nesaî, Muharebe, 2.)

'İkindi namazını kaçıran kimse, sanki ailesini ve malını yitirmiş gibidir.' (Buharî, Mevakîtü's-Salat, 14; Müslim, Mesacid, 200.)

Bu hadisler ortadayken namaza 'bireysel tercih' diyebilmek Allah'a karşı nasıl bir cürettir, düşünebiliyor muyuz?

- Öte yandan hem 'bireysel tercihtir' diyerek namaz ve orucu tahfif etmek hem de Allah sevgisinden bahsetmek de korkunç bir çelişkidir.

Üstelik Kur'an'da Allah sevgisi 'Resule (s.a.v.) tabi olma' şartına bağlanmıştır. (Âl-i İmran: 31) Sünnet'i tartışmaya açan, hadisleri şaibeli gösteren, böylece Resule (s.a.v.) ittibayı fiilen ortadan kaldıran bir zihniyetin temsilciliğini yapanlar, nasıl Allah sevgisinden bahsedebilirler? Hz. Peygamberi (s.a.v.) ve onun sünnet ve hadislerini dışlamak, Allah'ı sevmenin önünde en büyük engeldir.

II- BARDAKOĞLU'NUN DİN ALGISI VE 'DİNLER BAHÇESİ'

Bardakoğlu'nun din algısının ve reformist görüşlerinin en bariz şekilde kendini gösterdiği programlardan biriyle devam edelim:

Tarih: 08.12.2004

Yer: Antalya, Belek

Program: Dinler Bahçesinin Açılış Töreni

Bardakoğlu 'Diyanet İşleri Başkanı' sıfatıyla bu programda bir konuşma yapmıştır.[2]

Onun, 'Diyalog ve Hoşgörü' başlıklı bu konuşmada kullandığı bazı ifadeler şöyledir:

'Dinler ve kültürler arası diyalog, farklı inanç grupları arasında hoşgörü, son yıllarda bütün dünyada yükselen bir değer olarak öne çıktı ve önem kazandı. Bu gelişme, farklı din mensuplarının birbiri hakkındaki önyargılarını, aradaki çatışma noktalarını izale etmede yardımcı olacağı gibi çağımızda insanlığın ortak sorunları olarak acil çözüm bekleyen açlık, yoksulluk, işsizlik, ekolojik kirlilik, doğal afetler, manevi kirlenme, uyuşturucu madde bağımlılığı, terör gibi temel sorunların çözümüne de katkıda bulunacaktır.

…Yüce dinimiz İslam, genelde insanlar arası özelde ise dinler arası olumlu ilişkilerin kurulmasına, yeryüzünden ayrımcılığın kaldırılmasına ve insanlığı tehdit eden ahlakî yozlaşma ve adaletsizliğin giderilmesine önem verir.

…Gerek tarihte ve gerekse günümüzde din farklılıklarından beslenen birtakım olumsuzluklar ise aslında dinlerin özünden değil, bağlılarının yanlış yorumlamalarından ve dinlerinin uluslararası stratejilerin ve çıkar hesaplarının alanına çekilmesine razı olmalarından kaynaklanmaktadır.

Biz diyalog ve hoşgörüden, farklı olduğumuzun farkına varmak ve farklılıkları abartmadan ve sorun etmeden bir arada yaşama isteğini ve bir diğerini o haliyle tanıyıp sevebilmeyi anlıyoruz…'

Evet, bu konuşma Bardakoğlu'nun din anlayışını, diğer dinlere bakışını ve İslam'ı bu dinler arasında nasıl konumlandırdığını ortaya koymaktadır.

Buna göre o, İslam'ın tek hak din olma özelliğini adeta yok sayarak, onun mahiyet ve kimyasını zımnen değiştirerek hakla batıl arasındaki sınırı buharlaştırmaktadır. Bu yaklaşımı reform kelimesi bile karşılamaz; durum çok daha vahim bir mahiyet arz etmektedir.

Şimdi bu satırlardaki büyük yanlışları kısaca tahlil edelim:

1- D. Diyalog Neymiş de Bizim Haberimiz Yokmuş!!

- Konuşmada dinler ve kültürler arası diyalog ve hoşgörünün son yıllarda bütün dünyada yükselen bir değer olarak öne çıktığı vurgusu var.

Tamamen yanlış bir niteleme.

Çünkü dinler ve kültürler arası diyalog, Vatikan'ın 'Mesih misyonu' dediği Hıristiyanlığı yayma projesidir; modern misyonerliktir. Geçmiş yazılarımızda bunun delillerini vermiştik. Hal böyleyken nasıl oluyor da dinler ve kültürler arası diyalog 'yükselen bir değer' diye tanımlanıyor? Buna hiçbir akıl sahibi inanmaz. Bu yaklaşım, Vatikan'ın Hıristiyanlığı yayma projesini 'dünyanın tercihi' etiketiyle özendirme ve benimsetme gayretkeşliği anlamına gelir.

- Önyargıları ve farklı din mensupları arasındaki çatışma noktalarını izale etmekten bahsediliyor.

İslam açısından bakarsak, farklı din mensupları arasındaki ayrılık, en temel noktada 'hak ve batıl' ayrılığıdır. Peki sorarız: Hak ve batıl arasındaki ayrılık nasıl izale edilir?

Ezeli ve ebedi bir kanun olarak hak ve batıl, doğru ve yanlış, kıyamete kadar yan yana var olacaktır. Gayesi imtihan olan bu hayatta insanlar haktan yana olup olmamakla deneneceklerdir. Bu büyük gerçeği ortadan kaldırmaktan bahsetmek, Allah'ın koyduğu ezeli kanunu yok saymak, hatta belki iptal etmeye kalkmak anlamına gelir ki, bu pek tabi ki muhaldir. Bu, Bardakoğlu dahil hiçbir faninin başarabileceği bir şey değildir; hayaldir, vehimdir; Kuranî gerçeklere tamamen aykırıdır. Konuşmuş olmak için konuşmak, imkansızı konuşmak, kendini 'ilim adamı' diye vasfeden bir kimsenin yapacağı iş değildir.

- Konuşmada dinlerarası diyalog ve hoşgörünün, çağımızdaki 'açlık, yoksulluk, işsizlik, ekolojik kirlilik, doğal afetler, manevi kirlenme, uyuşturucu madde bağımlılığı, terör' gibi temel sorunların çözümüne katkıda bulunacağı iddia edilmektedir.

Bu da tamamen yanlış; aslı esası olmayan demagojik bir ilişkilendirmedir.

Muharref Hıristiyanlığı dünyaya hakim kılmaya matuf bir Vatikan projesi olan dinlerarası diyalogun, bu sorunların çözümüyle ne ilgisi var? D. diyalogun yoğun bir şekilde gündeme getirildiği seksenli yıllardan beri bu sorunlardan hangisi çözüldü?

Hele hele diyalogun 'manevi kirlenme'ye derman olacağını iddia etmek nasıl bir zihniyetin ürünüdür? Hıristiyanlığın akidesi 'teslis şirki' değil midir? Şirkten daha büyük manevi kirlilik olabilir mi? Kelin ilacı olsa başına sürer misali, diyalogu devreye koyan Hıristiyan batının, manevi kirliliği gidermeye dair bir marifeti olsaydı, önce kendi insanını arındırırdı!

Burada ister istemez akıllara şu soru gelmektedir:

Acaba bu iddia, Vatikan'ın maksat ve gayesini örtbas etmeye yahut unutturmaya yönelik bir hedef şaşırtma mıdır?

Kaldı ki, projenin sahibi Vatikan bile, bu sorunların çözümüne yönelik hiçbir iddia ortaya koymamıştır. O zaman Bardakoğlu neyin davasını gütmekte ve kimin avukatlığını yapmaktadır?

2- İslam Neye Önem Verir??

Bardakoğlu 'İslam, genelde insanlar arası özelde ise dinler arası olumlu ilişkilerin kurulmasına, yeryüzünden ayrımcılığın kaldırılmasına ve insanlığı tehdit eden ahlakî yozlaşma ve adaletsizliğin giderilmesine önem verir' diyor.

Bu cümlede de İslam'ın hedef ve maksadını sinsi şekilde saptırma temayülü vardır.

İslam, bütün insanları kendine, yani hakka çağırır. Gayrimüslimlerin din veya ideolojilerini hak / geçerli kabul etmez. Çünkü sulh ve selametin adresi sadece İslam'dır. Fitne ve fesadın kaynağı ise şirk ve küfürdür. Ahlaki yozlaşma ve adaletsizlik, ancak İslam'ın dünyada söz sahibi olmasıyla giderilir. Batıl dinleri İslam'la eşitleyerek, imanı şirkle karıştırarak, batıla hak statüsü vererek değil.

Öte yandan İslam elbette gayrimüslim de olsa -fitne fesat çıkarmadıkları müddetçe- insanlar arası ilişkilerin sürdürülmesini emreder. Bunda da hak yola davet mantığını, yani tebliği esas alır.

Dinlerarası diyalog ise, İslam'ın 'tek hak din olma' özelliğini ortadan kaldırmayı hedefleyen bir 'küfür projesi'dir.

İslam'ın bütün özellikleri nev'i şahsına münhasırdır. Ama en mühim vasfı nedir diye sorulacak olursa, 'Allah'ın vahiyle gönderdiği bozulmamış tek hak din olmasıdır' denir.

Bardakoğlu'nun hakikate bu kadar muhalif düşmesi, dünyadaki muharref dinler dahil bütün batıl dinlere İslam'la eşit bir statü vermek şeklinde bir kabulden kaynaklanmaktadır. Bu da zımnen İslam'ın tek hak din olma özelliğini, varlık sebebini ortadan kaldırmak anlamına gelmektedir.

3- Dinlerdeki Farklılıklar Dinlerin Özünden Kaynaklanmıyormuş!!

Bardakoğlu'na göre olumsuzluklar, dinlerin özünden değil, bağlılarının yanlış yorumlamalarından ve stratejik çıkar hesaplarından kaynaklanıyormuş.

Bu, 'Dinlerin özü aynıdır; aralarında bir çatışma yoktur' demektir.

Tabiatıyla akaid zemininde hakla batılı aynı göstermektir. İslam'ın temeli olan tevhid inancı ile Hıristiyanlığın temeli olan teslis aynıdır mesajı vermektir.

Halbuki hakiki iman sadece, Allah'ın varlığını, birliğini, noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf oluşunu esas alan tevhid inancıdır. Bu da 'La ilahe illallah Muhammedün Rasûlüllah' diye ifade edilir.

Teslis ise üç ilah tanır. Kuran'ın beyanına göre bu yaklaşım şirk ve küfürdür. (Bak: Maide: 73.)

Hakla batıl söz konusu olduğunda nasıl bir tavır takınmamız gerektiğini gösteren şu iki ayet göz önüne alındığında, Bardakoğlu'nun bakışındaki sakatlık bütün açıklığıyla kendini gösterecektir:

'De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.' (İsra: 81.)

'Hayır, biz hakkı batılın üzerine atarız da o onun beynini parçalar. Bir de bakarsın yok olup gitmiş. Allah'a karşı yakıştırdığınız nitelemelerden ötürü yazıklar olsun size!' (Enbiya: 18.)

Din bazında ise İslam'ın tek hak din olduğunu (Âl-i İmran: 19.), ondan başka hiçbir dinin Allah nezdinde kabul görmeyeceğini (Âl-i İmran: 85.) ve Allah'ın sadece İslam'dan razı olduğunu (Maide: 3.) da ilave edelim.

Şimdi soruyoruz Bardakoğlu'na:

'Hak'la 'batıl', 'şirk'le 'tevhid', 'iman'la 'küfür' nasıl aynı olabilir? Böyle bir kabul İslam'ı temelinden yıkar.

Buradan şunu da anlıyoruz:

Demek ki geçmişte İslam'ı imhaya yönelik bir proje olarak devreye konan 'tevhid-i edyan / dinlerin birleştirilmesi' teklifi, bugün dinlerarası diyalog çatısı altında dolaylı yoldan yeniden gündeme getiriliyor.

Sonuç olarak böyle bir iddiayı seslendiren bir şahıs, 'dinde reform'un çok çok ötesinde bir fecaatler zincirine imza atmış olmaz mı?

Heyhat!

4- Din Farklılığını Abartmamak ve Sorun Etmemek Gerekirmiş!

Bardakoğlu şöyle diyor:

'Biz diyalog ve hoşgörüden, farklı olduğumuzun farkına varmak ve farklılıkları abartmadan ve sorun etmeden bir arada yaşama isteğini ve bir diğerini o haliyle tanıyıp sevebilmeyi anlıyoruz.'

Şimdi bu cümleye gülsek mi, ağlasak mı?

Size 'Diyalogdan ne anlıyorsunuz?' diyen soran var mı? Ya da diyalogdan sizin ne anladığınızın ne önemi var?

Zira bu projede tanımlar zaten baştan yapılmış; diyalogun da hoşgörünün de manası, hedefi belli: Bütün insanlığı kilisenin kurtarıcı eline (!) teslim etmek!

Hal böyleyken siz nasıl kalkıp biz diyalogdan şunu anlıyoruz diyebiliyorsunuz?

Kaldı ki anlayış şekliniz başlı başına bir fecaat!

Tevhidle şirk arasındaki farkı abartmamak, sorun etmemek ne demektir? Batıl din mensuplarını mevcut halleriyle sevmek nasıl olur?

Bardakoğlu eşyanın tabiatına aykırı cümleler kurduğunun hiç mi farkında değil acaba?

Bir düşünelim: Merhametsiz bir sevgi olur mu? Sevginin belki de en büyük tezahürü merhamettir. Peki, bir Müslümanın bir gayrimüslime merhameti neyi gerektirir? Onun ebedi azaptan kurtulmasını murad etmeyi, bu hususta ona yardımcı olmayı gerektirmez mi? O halde onların, ateşe sürüklendikleri mevcut hallerine rıza göstermek, 'sevgi' kelimesiyle bağdaşacak bir tutum değildir.

İşte Müslümanların gayrimüslimlere bakışı bu veçhedendir; onları da azaptan kurtarmaya yöneliktir.

Din farklılığını abartmamak demek, önceki satırlarda da ifade ettiğimiz gibi, ezeli bir kanun olan hakla batıl arasındaki zıddiyeti inkardır.

Böyle bir yaklaşım bütün akaid ilkelerini ihlal anlamına geldiği gibi, aklî, ilmî ve mantıkî de değildir. İslam'ın yegane hak din olma özelliğinin ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak bir felakete imza atmaktır.

Seslendirdiği bütün bu görüşler sebebiyle Ali Bardakoğlu'nun Müslüman milletimizin manevi bir felakete sürüklenmesinde -bilerek veya bilmeyerek- önde gelen isimlerden biri olduğunu söylemek hiç de mübalağa olmayacaktır.

Yazımızı burada noktalarken bu şahıstan, 'Yeni Diyanet Dönemi'ne yön veren üç kişiden biri ve bu dönemin ilk 'Diyanet İşleri Başkanı' olması münasebetiyle bahsettiğimizi bir kere daha hatırlatmak isterim.

[1] https://www.milliyet.com.tr/siyaset/cuppeden-kurtulalim-5146767

[2] Önceleri Diyanet İşleri Başkanlığının resmi internet sitesinde bu konuşma tam metniyle yer alıyordu. Biz de arşivimize oradan almıştık. Ne var ki sonradan kaldırıldı. Ancak konuyla ilgili basında çıkan haberlere ve Bardakoğlu'nun söz konusu konuşmasından farklı kesitlere internetten ulaşmak mümkündür.