DERBEDER bir görünümü vardı. Dışarıdan ilk bakıldığında biraz korkutucu olduğu da söylenebilirdi. Saçı sakalı karışmış bir haldeydi, yine benzer biçimde tercih ettiği kıyafetler pejmürdeydi.

DERBEDER bir görünümü vardı.

Dışarıdan ilk bakıldığında biraz korkutucu olduğu da söylenebilirdi.

Saçı sakalı karışmış bir haldeydi, yine benzer biçimde tercih ettiği kıyafetler pejmürdeydi.

İlk uyandırdığı his insanları kendinden uzak tutma isteğiydi.

Ya da kendini onlardan beri kılma arzusu.

Uzunca bir süre yan masadan ilgisizmiş gibi davranmama rağmen kulağım anlattıklarında idi.

Bu işte bir tuhaflık vardı.

Verdiği fotoğrafın aksine sesinde bir incelik, bir letafet mevcut idi ki, kayıtsız kalmak neredeyse imkansıza yakındı.

Burası Üsküdar'dı işte.

İnsan hallerinin her türlüsünü bolca görmek mümkündü.

Yeter ki, görebilecek bir göze sahip olun.

ÇÖKTÜĞÜ taburede yalnızdı. Çayları arda arda adeta nefes almadan içiyordu.

Yanında kimse olmamasına karşın sürekli konuşuyordu.

Ama bu konuşma savrulmalar şeklinde değildi. Uçuşmuyordu cümleleri.

Entelektüel seviyesi kurduğu cümlelerin mükemmelliğinden hemen anlaşılıyordu.

Sanki etrafında bir topluluk var ve o, onlara büyük bir ciddiyet içinde hitap ediyor gibiydi.

İlk alakamı cezbeden husus iki cümlenin arasına özenle sıkıştırdığı 'Ayna Kırık' vurgusu oldu.

BİRKAÇ hafta üst üste rastlayınca ilgim giderek arttı.

Oturduğum tabureyi git gide daha yakın tutmaya başlamıştım arkam dönük olarak.

Güya çayımı yudumlayıp gelen geçeni seyre dalmış bir eda takınmıştım ama göstermeden söylediklerini cebimden çıkardığım minik deftere not etmeye başlamıştım.

Fark etti tabi.

'Nazarım' diye seslendi. 'Peymaneler sırt dönerek doldurulmaz.'

Neye uğradığımı şaşırıp kalakalmıştım. Elimdeki defteri ve kalemi bir çırpıda nasıl saklayacağımı bilemedim. Bu iş biraz zaman alınca devam etti. 'Dön, dön ki, cemal görelim.'

Tüm mahcubiyetimle ağır çekimle de olsa döndüm ve 'Merhaba' dedim.

Gözündeki tüm ışıltıyı dişlerinin parlaklığına ekleyerek mukabelede bulundu: 'Merhaba'.

GÜRÜL gürül akan bir nehri andırıyordu konuşması.

Bense onun coşkusuna dalından düşen bir yaprağın teslimiyeti gibi bırakmıştım.

Hayatımın en tadına doyulmaz sohbetlerinden birinin tam ortasında bulmuştum kendimi.

Hemen belirtmeliyim ki, bu muhabbetin ilk cümlesi tahmin edeceğiniz gibi 'Ayna Kırık' olmuştu.

'Hangi ayna?' diye sual ettim.

Sağ elinin işaret parmağı ile kalbini gösterdi birkaç kez ritmik dokunuşlarla…

İçimden geçen itirafı sizlerle paylaşmakta bir beis görmüyorum. Samimi duygum şu olmuştu.

'Senin ayna kırıksa eğer benim ki, paramparça.'

HALK irfanını temsil eden bu meçhul erenler aslında hayatımıza düşen en büyük nasiplerdir.

En azından ben böyle inanırım.

Adını lütfetmediği için ismiyle hitap edemediğim bu bilge kişiyi zihnime 'Kırık Ayna' olarak kaydettim.

Bir süre tesadüf zannettiğim bu karşılaşmalar farklı mekanlarda vuku buldu.

Daha sonra 'Sırlandı', görünmez oldu.

Hayatın bu yakasında mı, yoksa gerçek aleme mi göçtü doğrusu bilmiyorum.

Ama hatıraları her daim ruhumda taze kaldı. Sanırım öyle de devam edecek.

AYNA bilindiği üzere ışığın yüzde yüz yakınını düzgün şekilde yansıtan cilalı yüzeye deniyor.

Anadolu insanı buna aynaya göz gerek anlamında 'Gözgü' de demiştir.

Düz aynalar, küresel aynalar ve parabolik aynalar şeklinde pek çeşidi vardır.

Nice deyişlerde, ilahilerde işittiğimiz gibi Arapça söyleniş biçimi olan 'Mir'at' şeklinde geçer.

Henüz ayna icat edilmeden durgun suların bu maksatla kullanıldığı da hepimizin malûmu.

İlk bilinen aynanın Cilalı Taş devrine ait olduğunu tarih kitaplarından biliyoruz. Zamanla bir sanat şeklini alan ve hayatımızın vazgeçilmez malzemesi haline gelen ayna milattan önce III. binyılda Mısırlılar altın ve gümüş ile buluşturularak kullanmaya başlamışlar.

Âşık beylerin uzak diyarlardan maşukları olan hanımlara ayna alıp hediye ettiklerinde 'Sana senden daha güzel bir hediye bulamadım' şeklindeki remizleri de aklımızda.

GALİBA 'Ayna Kırık' cümlesini her minik aralığa sıkıştıran bu zat benzer bir mesaj veriyordu.

'Benim kalbim senin güzelliğini yansıtacak evsafta değil, kırık' diyordu.

Mazeretini dile getiriyordu.

Diyorum ki, ne sevdiklerinin kalbini kıranlardan olalım ne de kalbi kırılanlardan…

Ya Selam!