HER yanımız ateş dolu çukurlar gibi… Alevleri göklere yükseliyor. Ateş bizi yaktıkça yakıyor. İşin ilginç yanı şu ki, biz bunu idrak edecek zihnî diriliği kaybetmiş durumdayız. Acıyı duyumsamıyoruz sanki. Hislerimiz iptal olmuş âdeta.

HER yanımız ateş dolu çukurlar gibi…

Alevleri göklere yükseliyor. Ateş bizi yaktıkça yakıyor.

İşin ilginç yanı şu ki, biz bunu idrak edecek zihnî diriliği kaybetmiş durumdayız.

Acıyı duyumsamıyoruz sanki. Hislerimiz iptal olmuş adeta.

Bu sebeple ateşten uzaklaşıp kendimizi kurtarmamız gerekirken tam tersini yapıyoruz.

Bilinç kaybından başka nedir bu yaşadığımız?

Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu karıştırdık. Hatta daha ileri giderek doğruyu yanlış olarak kabul ettik… Yanlışı da doğrunun doğrusu.

Eskilerin tabiriyle 'Akl-ı selîm'den epeyce uzağa düştük.

KÂR zarar analizi yapamıyoruz.

Bir 'Kayıplar listesine' bile sahip değiliz.

Ciddi bir 'Hasar tespit' çalışması yapamadığımız sürece de bu veriyi elde edemeyeceğiz.

ZOR zamanların insanlarıyız. Kabul.

Ancak tarihin akışında insanlık kim bilir neler gördü? Neler yaşadı?

Bu sebeple içinde bulunduğumuz durumun farkına varmak kendimize acımak için değildir sadece.

Ellerimizi dizlerimize vurmak için değildir. Bir çıkış yolu arayıp bulmak içindir.

Ateşi söndürmek içindir.

ÇEVREMİZDE içine düştüğümüz pek çok sosyal çukurlar var.

Utanmazlık çukurları var.

Arsızlık çukurları var.

Vurdumduymazlık çukurları var.

Nemelazımcılık çukurları var.

'Bana değmeyen yılan bin yaşasın' çukurları var.

'Sen kazan ben yiyeyim' çukurları var.

PSİKOLOJİK çukurların bazen başındayız. Kimi zaman kenarındayız, kimi vakit de içinde düşüyoruz.

Ama şuurumuz kafi seviyede olmadığı için olan bitenin farkında değiliz.

Bir oyun ve eğlencenin içinde sanıyoruz kendimizi.

Oysa benliklerimiz tehlikede. Beyin hasarından beter hasarlar aldı aklımız.

Ruhumuz. Düşüncelerimiz.

İNANÇSIZLIK çukurlarının başındayız. Kötü yanı şu ki, bunu inanç sanıyoruz.

Bir eleme, ayıklama aşamasına gelemedik henüz.

Neye inanmışsak 'Doğru budur' diyerek yürüyüp gidiyoruz.

'Ya bildiklerim doğru değilse?' sorusunu sahici biçimde bir defa bile soramadık kendimize.

KUR'AN-I KERİM 'Ateş dolu çukurlardan' bahsediyor.

Çok çarpıcı bir benzetme değil mi?

Tevhit inancında olanlara müşrikler tarafından reva görülen zülüm dile getiriliyor.

İmanında ısrar edenlerin kazılan uzun çukurlarda nasıl ateşe atıldığı anlatılıyor.

Okuyup geçip gitmek mümkün mü?

Ashabu'l-Uhdûd meselesi üzerinde hiç düşünmeyecek miyiz yani?

BURÛC Sûresini ehl-i küfrün psikolojik tahlili bakımında değerlendirmeliyiz.

Peygamberimizden önce meydana gelen bir hadisedir diyerek tarihi bir kıssa şeklinde meseleyi ele alıp üzerinde düşünmeden geçmek kendi zararımıza olur.

Büyük bir dikkat, yüksek bir ciddiyetle incelemeliyiz.

Bir 'Psikolojik davranış haritası' elde etmeli ve buna kendimizi yerleştirerek bir sonuca varmalıyız.

Ki, bizim davranış kodlarımızla burada ifade buyurulan Uhdûd Ashabının benzerliklerine ulaşabilelim.

Ve başımızı ellerimizin arasına alarak bir durum muhasebesi yapabilelim.

Yüzleşme cesareti kazanmalıyız ilkin… Bir psikolojik hazırlık evresine ihtiyacımız olabilir.

Hiçbir konuyu üzerine alınmama davranış şeklini değiştirmekle buna başlayabiliriz mesela.

Ne dersiniz?

SÛRE dikkatle analiz edildiğinde ateş çukurları kenarında zorla inkar etmeleri istenirken buna karşı çıkıp imanını ikrar edenlerin ateşe atılmasını seyretmekten müşriklerin aldıkları marazi zevkin sarhoşluğunda olduklarını görüyoruz.

Ve içinde bulundukları ruh hallerini…

İNAT Psikolojisi örneğin.

Yanlışında ısrar etme nobranlığı…

Kendilerine ululuk ve üstünlük vererek içine düştükleri inançsızlığın böbürlenme halleri…

Hakikate kapalı oluşları…

Gerçekleri kendilerine söyleyenlere karşı şiddetli karşı çıkışları…

Kendisi gibi inanmayanlara zorbalık yapmakta sınır tanımamaları…

Yeniliğe muhalefet edip kendilerine kapanmaları…

Yanlış inançlarına mutaassıbane sahip çıkışları…

Haksız ve adaletsiz davranışlarında hudutsuz oluşları…

Kanıta, delile, veriye dayanmaksızın bildiklerini sorumsuzca savunmaları…

Hırçınlaşmakta haddi aşmaları…

Tehdit savurma konusundaki cüretleri…

İftira konusundaki maharetleri…

Yalana başvurma mevzusunda hiç çekinmemeleri…

Olandan, bitenden, olaylardan, tarihten ibret almamaları…

Vicdanın sesini dinleme hususunda en küçük bir gayrete bile girmemeleri, aksine o sesi duymamak için uğraşmaları…

Eziyet etmeleri…

Yanlışta ısrar etmekte hiç tereddüt etmemeleri…

Atalarının bildiklerine sorgulamasız tabi oluşları…

Doğruların yaygınlaşmaması için onun etrafında şüphe ağları örmeleri…

Özgürlük düşmanı olmaları…

İradeye saygısız oluşları ve bunu kullananları şiddetle bastırmaları…

Doğruya, iyiye, güzele, faydalıya tahammülsüzlükleri…

Sadist oluşları…

İntikam duygusunda bilenmeleri ve asla öç kalmakta sınır tanımamaları…

ÜZERİNE daha fazla eğildiğimizde kim bilir başka ne gibi davranış şekillerini fark edeceğiz.

Ve sarsılacağız.

Bunlar sadece Ashabu'l-Uhdûd'un hakiki inanmışlara karşı tavrıyla mı sınırlı dersiniz?

Kendilerine elçi gönderilen kavimlerin gelen Nebi'ye karşı ortaya koydukları serseri karşı çıkışlarından mı ibaret?

Karakter tahlili yaptığımızda bize dokunan yanı yok mu?

Vahyin billur buyruklarına karşı bizlerin anne babalarımızdan veya büyük saydıklarımızdan duyup öğrendiklerimize gösterdiğimiz körü körüne bağlılıklar açısından değerlendirilemez mi?

ELBETTE hüküm kalbimizdedir…

Ses vicdanımızdadır.

Tahlil edip sonuca ulaşma aklımızın icabıdır.

Ben sadece bazı soruları kendimize sormakta geç kalmışlığımıza işaret etmek istedim.

Hepsi bu kadar.

Ve bu gün Ramazan-ı Şerifi hayırlısıyla tamamlıyoruz.

Bayram öncesi şu arife gününde kendimize arif olup 'Ramazan öncesi şöyle idim, şimdi böyle oldum' diyebileceğimiz bir gelişmeyi gösterebilmiş olmak niyazıyla…

Ya Selam!