Atatürk de “adım geçmesin” derdi...

Mehmet Doğan’ın ilgili yazısını okumadıysanız mutlaka okuyun. Biz de benzeri şeyleri çokca yazdık lâkin Doğan’ın yazısında daha ilginç bir firikik (argo anlamına nazire olarak, «ezberbozan durum») var... Yani bu meselenin klasik kemalistlerce gösterilmeyen yanını gösteriyor yazı...

“Ortaokuldan, liseden bir arkadaşım, uzun bir aradan sonra çıkageldi. Elinde malûm gazete [SÖZCÜ’yü kasdediyor... REB] vardı. (......) Araştırmaz, okumaz, düşünmez. Hani şu Atatürk kitabını fahiş fiyata saf kemalistlere kakalayarak köşe olan zatın yazısını neredeyse ağzıma sokacak.

Haykırdı: “Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi gibi olmalı!” Benden sert bir tepki beklediği anlaşılıyordu. İtiraz etmedim, sükûnetle karşıladım: “Besbelli, dedim, sen uz görüşlü bir adamsın. Tam üstüne bastın! Diyanet İşleri Başkanı Rifat Börekçi gibi olmaya karar verdi. Bugün yarın açıklanır.”

Şaşkınlıkla “nasıl yani!” dedi. “Uzun süredir Cumhurbaşkanı Diyanet İşleri Başkanı’na AK Parti’nin Ankara il başkanlığını teklif ediyor. O da bir türlü karar veremiyordu. Kabul etmiş!” Bizim arkadaşta şafak attı. Bas bas bağırmaya başladı. “Bu dinî siyasete âlet etmektir. Böyle rezillik kabul edilemez.” (Daha ağır sözler sarf etti, benim onları yazmam asla mümkün değil.)

Sakinleştirmeye çalıştım. (......) Ona dedim ki, “Bunda kızacak bir şey yok. 1930 yılında Rifat Börekçi Atatürk tarafından CHP Ankara il başkanı yapıldı.” (......) “Bunu uydurduğumu nereden çıkarıyorsun?” dedim. “Benim okuduğum kitaplarda böyle bir şey yok!” dedi. O Atatürkçü keriz söğüşçüsü milyonerinin palavralarını okumuş.

Tane tane anlattım: Başbakanlık Arşivi’ne intikal eden Cumhuriyet Halk Partisi belgelerinde konuyla ilgili çok malzeme var. Bizzat Diyanet İşleri Başkanı (aynı zamanda CHP Ankara il başkanı) Rifat Efendi’nin “bizim partimize” rey verin makamında yazıları mevcut…

Sayın Doğan bunları anlatıyor yazısında ve sonrasında bendenizin de “Muhafazakârlıkmış...” başlıklı yazımda ele aldığım, Murat Bardakçı’nın yazısına atıfla bu Hutbe’de Atatürk adının anılması bahsini irdelemiş:

“Türkiye’de en fazla yalan, yanlış kaldıran kesim Atatürkçüler. Atatürk’ü öven her palavrayı gerçek sanıyorlar. Onun adına uydurulmuş vecizeleri hakikaten o söylemiş zannediyorlar. Eski arkadaşım ikinci aşamaya geçemedi...

Tahminimce ikinci aşamada 30 Ağustos hutbesinde Atatürk’ün adının zikredilmemesi bahsini açacaktı. Sosyal medyada bu hususta o kadar uydur kaydır lâflar dolanıyor ve o kadar ciddî adam bu furyaya kapılıyor ki, şaşarsınız. Önce şunu bilmemiz lâzım: Atatürk’ün sağlığında adı herhangi bir hutbede zikredilmiş midir? Hayır!

Geçenlerde Murat Bardakçı bir vesika yayınladı. Atatürk dini bayram tebriklerini cevaplamayacağını özel kalemine dikte ediyor ve bu genelge haline getiriliyor. Neden peki? Çünkü dinî bayramlara mevki vermek istemiyor! Metinde aynen böyle yazıyor. Yani bu bayramları ne kutlamak istiyor ve ne de bu bayramlarda kutlanmak istiyor, önemsizleştirmek istiyor.

Onun düşüncesine saygı göstermek önce Atatürkçülerin işi olmalı. Hattâ kazara hutbede adı geçse, itiraz etmeliler. Fakat nedense hiç uğrak vermedikleri camilerde bile onun isminin anılmasını istiyorlar..”

Sol, hasseten nevzuhur Atatürkçü sol böyledir. Zerre miskal samimiyet yoktur bunlarda... Yalancı ve sahtekâr adamlardır vesselâm.. İsbata ne hacet... Sivri dilli Sözcü yazarının Atatürk’ü Peygamber gibi anlatan algı taarruzu dolu yalanlarına bakın yeter...