Vali Paşa’nın perşembe günlerini çevre gezilerine ayırdığını bilmeyen yoktu.
Vali Paşa’nın perşembe günlerini çevre gezilerine ayırdığını
bilmeyen yoktu. Her perşembe kendisinin yaptığı ve uyguladığı plan
dâhilinde mutlaka bir ilçeye, bucağa, birkaç köye uğrar
vatandaşlarla sohbet eder, dertlerini dinler, dertlilerin
dertlerine çare olmaya çalışırdı. Severdi Elazığlılar Vali
Paşalarını severlerdi aynı zamanda da korkar, çekinirlerdi. Çünkü
bu uzun boylu, kır saçlı, çatık kaşlı, badem bıyıklı adamın
yanlışa, hataya tahammülü yoktu. Yalanı hiç sevmez verilen sözün
yerine getirilmesini ister, takipçisi olurdu.
Kasım ayının sonlarıydı. Mevsimin ilk karı düşmüştü. Gerçi kar çok
yağmamıştı; ama beş altı santim de olsa kar her bir yeri kapatmış
bütün ayıpları gizlemeyi başarmıştı. Havanın ani değişiminden
olacak ki ağaçlar adeta gelinlik giymişlerdi. Vali Paşa,
koltuğundan doğruldu, zile bastı. Özel Kalem Müdürü acele ile önünü
ilikleyerek koştu. Vali Paşa: “Tahir Efendi’ye söyle arabayı
hazırlasın bugün Harput’a gideceğim”, dedi.
Makam otosu Seko mahallesinden geçti, Kortikoğlu’nu geride bıraktı.
Harput yolu, hem fazla büklümlü hem de oldukça dikti. Yol
yarılanmıştı ki sağdaki çukuru süsleyen tek meşe ağacının altındaki
farklı görünüm Vali Paşa’nın dikkatini çekti. Tahir Efendi’ye
yavaşlamasını söyledi. Bu tek meşe ağacının altına sığınan bir
eşekti. Beyazlara bürünmüş ağacın altında kendisine yer bulmaya
çalışan zavallı, boz bir eşek...
Vali Paşa, hayvanları severdi. Eşek de olsa yıllarca sahibine
hizmet eden, yükünü, kendisini, aile efradını taşıyan bir
hayvancağızın böylesine dışarı atılması doğru değildi. Vali
Paşa’nın kaşları çatıldı, suratı asıldı.
Geleceği haberi Vali Paşa’dan önce ulaşmıştı Harput’a. Harput’un
mütevazı vatandaşları Çınarlı Cami’nin yanındaki kahveye
doluşmuşlardı. Birtakım istekleri olacaktı Vali Paşalarından.
Kayabaşı’na gözcü bıraktıkları çocuğun koşarak geldiğini görünce
kahvehanede olan herkes acele ile dışarı çıktı. Makam aracı tam da
kalabalığın önlerinde durdu. Harput’un sevilen, yaşlı kişisi
Hüsamettin Efendi bir iki adım attı, elini uzattı:“ Hoş geldin
Bey’im, şerefler bahşettin bize”, dedi. Vali Paşa, dik dik baktı
Hüsamettin Efendi’nin yüzüne. Uzatılan eli de görmezden geldi.
Hiçbir şey söylemeden yürüdü kahvehaneden içeriye. Herkes donup
kalmıştı. İçerisi sıcacıktı. Çaycı Bekir, sobayı erkenden yakmıştı.
Vali Paşa ilerledi, oturdu başköşeye. Ardından vatandaşlar biraz da
çekinerek birer ikişer sessizce doluştular kahvehaneye.
Dışarıda kimse kalmamıştı. Vali Paşa kızgın bir sesle: “Yolda
gelirken boz bir eşek gördüm, dönemeçteki meşe ağacının altında;
kimin o eşek? Vali Paşa’ya bakan gözler önce soru dolu bakışlarla
biri birlerine sonra da yer kilitlendiler. Koca kahvehanede sinek
uçsa sesi duyulacaktı. Sorusuna cevap bulamayan Vali Paşa adeta
gürledi: “Bana bakın ben o eşeğin sahibini bulurum!” Durdu,
sözlerinin tesirini ölçmeye çalıştı sonra da: “Bulursam da…” sözünü
bitirememişti sağ taraftan: “Gördüğünüz eşek benimdi efendim,
yaşlandı, iş göremeyince ben de azat ettim.” Gözler bu zor duyulan
adeta titreyen sesin sahibine döndü. Vali Paşa: “Olmaz, olamaz
efendi! O hayvan sana yıllarca hizmet etmedi mi, yükünü onunla
taşımadım mı, kendini çoluk çocuğunu ona taşıtmadın mı? Eh ne oldu;
yaşlandı, öyle mi? Uzun boylu, geniş omuzlu şakaklarından kırlaşan
saçları ile başı öne eğik adam, cevap veremedi. Vali Paşa: “Adın ne
idi senin bakayım” dedi. “Müslim”, dedi yavaş bir sesle. Vali
Paşa:“Bak Müslim Efendi, o zavallı eşeği oradan hemen alacaksın.
Ahırına götürecek, besleyeceksin. Baharın da şehre getirip bana
göstereceksin. Tamam mı? Anlaşıldı mı? Ses oldukça otoriter ve
emrediciydi. “Peki, Bey’im, baş üstüne!”, dedi Müslim Efendi. Vali
Paşa’nın bakışları yumuşadı. “Eh ne var ne yok bakayım?”, dedi
kahvedeki vatandaşlara dönerek: “çoktandır geleyim diyordum, demek
bu gün nasipmiş…”
…